Pazarcık merkezli depremden saatler önce, TV’de haberleri izliyorduk Gün’le. İstanbul Boğaz Köprüsü üstündeki motorlu araçlar şiddetli rüzgârda gidebilsin diye diğer araç sürücülerinin rüzgârı kesmek için sessiz bir dayanışmayla hizada gidişlerini gösteriyordu. Gün’e, “insanlar o kadar bunaldı, kötülükten o kadar yoruldu ki, iyilik yapma, iyi olma fırsatı kolluyor” dedim. Dayanışmanın her türlüsü, yaşam karşısında koşulsuz yan yana, omuz omuza durma hali ağlatır beni. Haberi izlerken de öyle olmuştu. Gün, “haber spikeri olsan ağlamaktan işini yapamazdın” dedi; eli arttırarak “şarkıcı da olamam çünkü şarkılar da beni ağlatır” dedim, gülüştük. Habersizdik elbette, saatler sonra oluşacak felaketten, hiç yüzünden hayatını yitiren canların gidişine kahrolacağımızdan.
Maden Mühendisleri Odası’nın ön inceleme raporunu şaşkınlıkla okudum. Rapora göre, madenciler, eşsiz deneyimleri ve cesaretleriyle en dip noktalardan sürünerek enkazın altına girip can kurtarıyor, fakat kurtarılan insanlar yeryüzüne çıkarken AFAD hemen rol çalıp ekranların önünde kendisi ön plana geçiyormuş. Ayrıca rapordan, madencilerin yöntemi ile AFAD’ın yönteminin taban tabana zıt olduğu anlaşılıyor. AFAD, kurtarıcılar için daha az riskli ama yerin altında kurtarılmayı bekleyenler için oldukça riskli (delme çalışması sırasında yeni çökmelere yol açılabilir) bir yöntemi uygulayarak enkazın tepesinden delme işlemine girişiyormuş. Oysa madenciler yılların özdeneyimiyle tünel kazmaya enkazın en alt noktasından başlıyorlarmış. Bu şekilde yerin altında kurtarılmayı bekleyen canlara ulaşmak çok daha kolay ama kurtarıcının kendisinin yeni bir göçük altında kalma riski daha fazla. Madenciler, ne pahasına olursa olsun bu yöntemi benimsemişler. İşte can kardeşliği budur.
Maden Mühendisleri Odası’nın raporunda da belirtildiği gibi, her yerden AFAD’ın önleyici çabalarına ilişkin feryatlar yükseliyor. Ülke dışından gelmiş, kurtarma sertifikası olan genç bir adam “bizi geri çevirdiler” diye yakınıyordu bir TV kanalında. Keza, hemşire sertifikası olan genç bir kadın da, “bizi burada sağlık personeline ihtiyaç yok, siz şuraya gidin, orada ihtiyaç var diye bir başka yere yolladılar. Oraya gittiğimizde, burada hemşire ihtiyacı yok yanıtını aldık” diye yakınıyordu. Canlara yardıma koşanların elini geri itmek ne demek oluyor, gerçekten akıl sır erer gibi değil.
Yetmişin üstünde ülkeden arama-kurtarma ekibi, köpekleriyle birlikte enkazdan sağ kalanları kurtarmak için canla başla çalışıyor. Ulus, devlet, milliyet gibi sonradan öğrenilmiş icatlar aradan çekildiğinde geride sadece insanlık kalıyor. Dayanışmayla, hayat için, hayata karşı yan yana durmak gerektiği zamanlardayız. Arada duygusal ataklarla haklı olarak, serinkanlılığımızı yitirsek de yapabileceklerimiz belli. Kim, nerede, ne yapabiliyorsa…
Bir tek adamın kurduğu korkunç, çarpık, yaşam dışı sistemin varacağı uç noktanın üstündeyiz. “Bize yapılanları gördük, hepsini.” Birilerinin cenneti bize cehennemse, mahşer günü kaybedecek hiçbir şeyimiz yok demektir. Ne yapacağımızı biliyoruz ama şimdi en önce afetten etkilenen canlarımız için seferberiz. Ne yapacağımızı biliyoruz.
Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL’de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım’da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV’de Artı Sahne programı sürdürüyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***