YORUM | MAHMUT AKPINAR
1970’lerde gençler solcu veya sağcı olmak zorundaydı. Siyasi bölünme çok fazlaydı, çatışmalar yaygındı. Şehirler sokak sokak, mahalle mahalle Ülkücü, Devrimci, Akıncı, Maocu gibi sağın ve solun farklı fraksiyonlarına bölünmüştü.
Şiddet ve bölünmüşlük en çok gençleri vuruyordu. O dönem gençler 15-16 yaşında militan haline geliyor, beline silah takıyor, her gün birbirini öldürülüyordu. Evlerden gencecik cenazeler çıkıyor, gazeteler şiddete kurban edilen gençleri haberleştiriyordu. Her ölümde intikam yeminleri ediliyor, siyasi bölünme artıyordu. Merkezi, görünür binaların duvarları yazılan sloganlardan katman katman olmuştu. Sonradan anladık ki gençleri birbirine kırdıran aynı el imiş. Kenan Evren’in açıklamaları ile öğrendik ki “darbe şartları olgunlaşsın” diye aynı merkez farklı ideolojik görüşteki gençlere silahlar dağıtmış, onları vuruşturmuş.
1980 ihtilali olduğunda orta üçe geçmiş bir yeni ergendim. Ama o yıllarda orta okula giden çocuklar dahi çok politizeydi. Herkesin mutlaka bir duruşu, bir görüşü olurdu. Siyasi aidiyeti olmayan “ot” olarak anılır, aşağılanır, dışlanırdı. Bugün “bebe” görsek de o dönem orta 1-2’den itibaren çocuklar “neci” olacağına karar verirdi. Hareketli ve idealist gençler ailesi, çevresi solcuysa genelde “devrimci” olurdu. Eğer çevresi muhafazakâr, dindarsa Ülkücü veya Akıncı olurdu. Ben de ortaokuldan itibaren bu grupların ilgi alanına girmeye başladım, çünkü boyum erken uzamıştı, yaşımdan olgun gösteriyordum. İmam Hatip lisesinde okuduğum ve muhafazakâr bir aileden geldiğim için devrimci, solcu olmak bana uzaktı. O dönemde kendisine “devrimci” diyen gençlerin açıktan ve çok ağır Allah’a, kitaba, kutsallara sövmeleri bende tepkiye sebep oluyordu.
İmam Hatipler ya ülkücülerin ya da akıncıların hâkim olduğu, bu iki grubun çokça mücadelesinin görüldüğü alanlardı. Ama Uşak İmam Hatip’te Dev Sol, Halkın Kurtuluşu gibi sol gruplardan öğrenciler olduğunu hatırlıyorum. O dönem nüfusu 50.000 civarı olan Uşak “Küçük Moskova” olarak anılan, sağ-sol çatışmasının keskin olduğu bir şehirdi. Kent, sokak sokak, mahalle mahalle bölünmüştü. Bir ideolojinin kurtarılmış alan ilan ettiği bölgeye diğerleri giremezdi, girerse silahla kovalanırdı. Bizim mahalle bu alanların kesiştiği kritik bir noktadaydı. Dolayısıyla çatışmaların yoğun cereyan ettiği bir bölgeydi.
Orta okulun ilk senesinden itibaren hem okulda hem mahallede beni etkilemeye yönelik çabalar oldu. Abim, ablam milli görüşçüydü. Milli görüşçüler beni pikniklere, programlara davet ediyordu. Kavgada bıçakla yaralanan bizden 2 sınıf üstte bir milli görüşçü gencin ziyaretine götürüldüğümü hatırlıyorum. Milli görüşçülerin yurdunda kalıyordu ve “gazi!” muamelesi görüyordu. “Komünistlerle” kavga edip yaralandığı için “kahraman” edasındaydı.
Babam o dönem Menzilciydi bana da tövbe aldırdı. Birkaç defa hatmelerine katıldım, sıkıcı geldi, devam etmedim. Sonra zaten babam da “çok sigara içiyorlar!” diye Menzili terk edip Mahmut Efendi’ye intisap etti. Yeni Asya’nın etkin olduğunu hatırlıyorum. Hizmet o yıllarda oldukça yeniydi. Okuldan bir hocam (şu an hapiste) babama ulaşmış ve beni Bozyaka’ya göndermek üzere ikna etmiş. Ama ben “gitmem” deyip kabul etmemiştim.
O dönemde çevremizde ülkücü hareketten, milliyetçilerden insanlar da vardı. Ülkücü bir hocamız bizimle ilgileniyordu. O zaman kahveler, okullar heryer sağcı-solcu diye ayrılırdı. Ayakkabı boyamak için sandığımı sırtlayıp çarşıya gider, her kahveyi gezerdim. Devrimcilerin kulübüne de, Ülkü ocaklarına da girerdim. Solculuğa eğilimim yoktu, ülkücülük heyecan verici geliyordu. Eski garajın hemen yanındaki binanın ikinci katındaki Ülkü Ocağına gittiğimde Ocak başkanı bana yakın davranırdı. Ocakta seminerler, kitap okuma saatleri düzenlerdi. İsmini hatırlamadığım başkan, okuyan, düşünen ülküsü, ideali olan dengeli bir gençti ve beni etkilemişti. Beni etkileyen başka bir ülkücü ise mahallemizde komşumuz olan Mehmet Kabay’dı. Üniversitede Edebiyata yeni başlamıştı ama şiddet olayları, protestolar vb. nedeniyle okula gidemiyordu. Yıllarca Uşak lisesinde Edebiyat öğretmenliği yapan Kabay bir süre önce kanserden vefat etti. Allah rahmet eylesin çok karakterli, kaliteli birisiydi. Mahallede biz gençlerle ilgilenir, namazlarını kılar, güzel şeyler anlatırdı. Beni en çok cesareti etkilemişti. Bir defasında “komünist” denilen 3-4 tane solcuyu tek başına kovalamıştı. Beni hem derinden üzen hem de etkileyen olaylardan birisi de İmam Hatip’teki ülkücülerin reisi Yahya Aktaş’ın sabah ezanı vaktinde sırtından vurularak gencecik yaşta öldürülmesi oldu. O da düzgün, karakterli bir gençti ve kendisini uzaktan tanırdık. Yahya Aktaş’ın cenazesine sloganlar, tekbirler eşliğinde katıldığımı hatırlıyorum.
Ama Ülkü ocaklarına ve ülkücü kahvelere gittiğimde muhafazakar ve dindar bir ailenin çocuğu olarak çok garip şeylere de şahit olurdum. Mesela bu kahvelerde sürekli biralar içilir, her türlü oyun oynanırdı. O yaşlarda ayakkabı boyayıp kazandığı parayla kitap alan ben, kahvelerdeki ülkücülerin bel altı muhabbetinden, ağır küfürlerinden iğrenirdim. O tablo bendeki bütün olumlu etkiyi alır götürürdü. Ta o yıllarda ideali, ülküsü olan, okuyan gençlerle, mafyalaşmaya müsait, kaba, yoz, kavga ve macera arayan ülkücüler ayrılıyordu. Egosunu tatmine çalışan ağzı ve ahlakı bozuk bir güruh yaygındı. Ama gerçekten ülke için, vatan için düşünen, didinen, okuyan, “ülkenin komünizme kaymaması” için sancı çeken insanlar da vardı.
Sonra 1980 ihtilali oldu. Sağcı, solcu diye gençleri hapislere doldurdular. İhtilalden sonra ülkücülerin epeycesi başta Menzil Cemaati olmak üzere dini cemaatlere yöneldiler. 1980 darbesi sonrası hem sağcılar hem solcular kullanıldığını anladı ve çoğu şiddetle arasına mesafe koydu. Ülkücülerin maceracı, etik, ahlak kaygısı olmayan kısmı ise ya mafya gruplarına çerez oldu veya derin devletin kirli işlerine malzeme.
MHP ve Ülkücü Hareket her dönemde okuyan, düşünen, idealist dürüst vatanseverlerle, tetikçi, kavgacı, mafyatik işlere bulaşan, kirli ilişkileri olan kesimler arasında gelgitler yaşadı. Devlet Bahçeli bile ülkücülerin tetikçi, mafyatik kısmını bertaraf için bir dönem Ülkü Ocaklarını tasfiye etmişti. Ama bugünlerde görüyoruz ki MHP ve Ülkücülük tamamen çakalların, mafya liderlerinin, torbacıların, hatta pezevenklerin eline kalmış. Kadın pazarlamaktan mahkumiyet alan biri bile kurt işareti yapıp suçu da “FETÖ”ye yıkıp, kendini kurtarmayı hedefliyor. Çünkü o kimliğin kendini koruyacağını düşünüyor. Münhasıran bu zamanda, iktidar ortağı da olduğu için bütün suç şebekeleri kendilerini MHP’li, “ülkücü” olarak tanımlıyor. Çünkü MHP bütün çetelere, mafyatik yapılara koruma sağlıyor. Bahçeli, ülkenin en kriminal kişileri, en kanlı katilleri olan olan Kürşat Yılmaz’ı ve Alaattin Çakıcı’yı salmak için yasal düzenleme yaptırdı, parlamentoyu kullandı. Katillere mafya elemanlarına kol kanat geriyor, onlarla pozlar veriyor. Ama aynı MHP ülkücü camianın yazan, düşünen, üreten adamlarına sahip çıkmadı. Mümtazer Türköne, Ahmet Turan Alkan gibi aydınlar için tek kelam etmedi. Daha ötesi Bahçeli liderliğindeki MHP tarihe kendi Ülkü ocakları Başkanını öldürten hareket olarak geçti.
Bahçeli ahir ömründe kendisi için olabilecek en kötü finali yaşıyor. Devlet bey her fırsatta “HDP kapatılmalı!” diyor. Eğer şiddet üretmekten, illegal işlere bulaşmaktan, terörden bir parti kapatılacaksa bu açık ara MHP’dir. HDP giderek Türkiye partisi olurken, dağla, şiddetle arasına mesafe koyarken MHP şiddete, illegaliteye gömülüyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***