Kapının sesini duyunca aklıma geldi, kapı kapandı ve dışarda kaldım. Evde kimse de yoktu aksine. Ev dediğim iç içe geçmiş iki oda Cambridge’de. Güzeldi ama çatının eğimine aldırmayan bir penceresi vardı, bel hizamızda. Tuvalet koridordaydı ve diğer üç odayla paylaşıyorduk. Banyo yapmak için 50 pens atıyorduk bir hikayeye, paranın içine düşme sesi geliyordu ve sonra sıcak su. Acele davranabilirsek iki kişi duş yapabiliyorduk. Kapının dilini açmalıydım kapanmaması için ya da anahtarı almalıydım. Eşofman vardı üstümde, dizinde yırtık vardı, ayaklar çıplak. İçerde unuttuğum anahtar geldi gözümün önüne, bir kitabın üstünde.
Arada sırada olsa bile insanın yalnız olması kötü bir şeydi. Sevgili olmak böyle günlerde lazım oluyordu işte. Kapıyı çalar içeri girersin, hemen hikayeyi anlatırsın, canım anahtarı unutmuşum, yaa salak ben, pardon filan ve belki sevişme bile çıkar, unutulmuş kapı dilinden, iyi bir şey bu tesadüf…
Kapitalizmin tamamen ele geçiremediği tek şey tesadüfler. Hiçbir ‘telefon uygulaması’ yok bu konuda mesela. ‘Bakın hangi tesadüfleri sizi bekliyor’ diye yapamazlar, çünkü bu sefer tesadüf olmaktan çıkar. ‘Ben bir devrimi örgütleyebilirim ama tesadüfleri asla’ diyordu Troçki, soğuk algınlığı yüzünden, katılamadığı merkez komitesi toplantısı ertesi. Tasfiyesi o toplantı sonrası başladı.
Fakat tesadüflerde, birilerinin belirleyemediği alanlarda, Kızılderili bölgelerinde yaşıyor özgürlük, yoksa her taraf yapış yapış başkan, boy boy kontrol, AVM ve banknot…
Koridora uzandım önce, bizim kapının oraya, biraz kedi gibi ama paspas yok. Üstümde tişört, üstünde ‘Anabel’ yazıyordu, çalıştığım sandviççi. Sabah altıda iş başı ama çıplak ayakla gitmek garip olacak ve demiştim dizi yırtık eşofmanın. Gece saat üç filan olmalıydı. Koridorun penceresi yoktu. Sadece bu değildi sorun, soğuk insanın kafasını çalıştırıyordu. Başka anahtar sadece ev sahibinde vardı ve odayı kiralayan sevgilimdi. Kaçak kalıyordum ben ve o 15 gün sonra gelecekti.
Unutulan kapı dili yeni küfürler yedi.
İki kat aşağı inip, giriş koridorundaki piyanonun başına oturdum. Turuncuydu rengi. Bir hafta önce sokakta bulmuş eve taşımıştık piyanoyu, neredeyse bütün apartman ama yukarı çıkaramadık. Koridora sıkışmıştı, benim gibi. Sokak lambası kapının üstünden yüzüme vuruyordu ve hareket edince, kollarımda dolaşıyordu ışık. Gölge kendi kendine oyunlar oynuyordu duvarda ve turuncu yakışıyordu bence bir piyanoya
Güzeldik bence; Turuncu piyano, sokak lambası ışığı, gölgeler, yırtık eşofman dizi ve çıplak ayaklar…
Bir filmde kullanırım diye düşündüm bir gün.
Ne güzel şey şu tesadüfler…
Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah… CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200’e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye’de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10’dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***