YORUM | EKREM DUMANLI
İngiltere merkezli The Economist Dergisi bu haftaki kapak dosyasını Erdoğan’a ayırdı. Tabii ki çok sert eleştiriler barındırıyor haber dosyası. Dünya medyasını takip edenler için yazılanlar hiç de sürpriz değil aslında.
Uzun zamandan beri Erdoğan, demokrasiyi araç olarak kullanıp diktatörlük yolunda yürüyen bir lider. Yüzbinlerce insanı hapse attırırsan, muhalif medyayı susturursan, siyasi rakiplerine hayat hakkı tanımazsan olacağı budur. Her neyse…
The Economist pas atar da Erdoğan bunu fırsata çevirmez mi? Hemen devreye girmiş ve “Türkiye’nin kaderini İngiliz dergisi tayin edemez” demiş. Eyvallah. Doğru söylüyor; bir ülkenin kaderini bir başka ülkenin medyası belirleyemez. Gerçi Economist yazdı diye ülkenin kaderi tayin edilmiyor; ama kimin umurunda.
Erdoğan’ın sarf ettiği daha ilginç bir cümle var; onun üzerinde durmak gerekiyor: “Benim milletim ne derse Türkiye’de o olur!” Harika!
Daha önce bin kere söylediği cümleyi tekrar ediyor ve ‘İngiliz Dergisi’ne ayar veriyor. Yani? Milli irade bir kere daha vurgulanıyor…
Asıl soru şu: Milli irade seni işaret ettiğinde saygıyı hak ediyor da başkasını seçtiğinde neden sorun oluyor? Daha açıkçası, kendini kriminal davalardan aklamak için bile kullandığın sandık sonucuna, o sandıktan başkası çıkınca neden saygı göstermiyorsun?
Mesela son girdiği seçimde 4 milyondan fazla vatandaşın oyunu alan HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve o partinin önde gelen kadroları için neden “Milletim ne derse o” diyemiyorsun? 6 yıldan fazla oldu, HDP Genel Başkanı hapishanelerde çürütülüyor. Sandıklardan çıktığı halde partisinin belediye başkanları alaşağı edilip yerlerine kayyımlar atanıyor. O partiye oy veren milyonlarca seçmenin iradesi, milli irade sayılmıyor mu?
İstanbul belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenlere bir de “Milletim ne derse o” çerçevesinden bakalım. Vatandaş istedi, İmamoğlu başkan seçildi. Erdoğan ve ekibi sudan bahanelerle seçimi iptal ettirip tekrar sandığa gidilmesini sağladı. Bu sefer Ekrem Bey, daha büyük bir farkla İstanbul’u aldı. Önce sus pus olan Erdoğan, sonra savcıları harekete geçirdi ve İmamoğlu hakkında uydurma davalar açılmaya başladı.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimin muhtemel ve en güçlü adaylarından birisi olan İmamoğlu’nu, anketler Erdoğan’ın önünde gösterir de bunun bir faturası olmaz mı? Nitekim Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret etti diye uydurma bir sebep icat ettiler ve İmamoğlu’nu siyasi yasaklı haline getirdiler. E hani millet ne derse o oluyordu!
Erdoğan, sadece rakip partilerin seçilmiş yöneticileri değil; kendi partisinden seçilen ama hazzetmediği isimleri de teker teker yedi bitirdi. Partiyi kurarken yola çıktığı arkadaşlarının birçoğunu siyaseten yok etti. Halkın oylarıyla seçilen, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş’ı, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur’u ağlaya ağlaya istifaya ettiren Erdoğan’ın bizzat kendisiydi.
Kendi başkanlarını zorla istifa ettiren milli irade söylemcisi Erdoğan’a göre mazeret hazırdı: Metal yorgunluğu. Bu yorgunluk kim tarafından nasıl tespit edilmiş? Daha önemlisi, bu nasıl bir yorgunluktur ki herkesi çarpıyor, nedense bir türlü icranın tepesine ulaşamıyor? Oysa ilk yorulacak kişi Erdoğan’ın ta kendisi. İstanbul’daki “kupon arazileri’ tek tek bilen ve hepsinin satışına bizzat karar veren bir adam, nasıl olur da yorulmaz?
Tabii ki işin aslını da faslını da herkes biliyor. Erdoğan halk desteğini aldıkça milli irade güzellemesi yapıyor; ama hep kendine, başkasına değil. Sandıktan istenmeyen bir sonuç çıkarsa memleketi yeniden seçime götürüyor ve meydanlarda “410 vekil verin, bu iş huzur içinde çözülsün” diyerek halka tehditler savuruyor.
İstediğini alamazsa ne olur?
Her şey beklenir bu tiplerden. 7 Haziran – 1 Kasım 2015 tarihleri arasında olanları düşünün. Hele bir de ortada Erdoğan’ın dostu Trump’ın seçim sonucunu kabul etmeyen ve taraftarlarını Meclis’e basmayı teşvik eden hali varken. Brezilya’da seçimi kaybeden Bolsonaro taraftarlarının sokaklara dökülmesini Kongre, Yüksek Mahkeme ve Başkanlık Sarayı’nı basma örnekleri yaşanmışken; Erdoğan taraftarlarının ne yapacağını kestirmek kolay olmasa gerek.
Boşuna SADAT gibi paramiliter yapıların önünü açmıyor, Suriye başta olmak üzere radikal örgütlerle sıcak temaslarda bulunmuyor. Çünkü seçim sonuçları onun istediği gibi olmazsa, “Millet ne derse o olur” prensibi rafa kaldırılacak.
Tam da bu yüzden Erdoğan gitmeli. Nalıncı keseri gibi hep kendine yontan bir demokrasi anlayışının, muhalefetin zafer kazanmasına tahammülü yok. Asıl büyük tehlike de budur…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***