Tam 70 yıl önce sadece 6 ülkeyi temsil eden 78 üyeyle kurulmuş olup günümüzde 705 üyeyle 26 ülkeden 450 milyonluk bir nüfusu temsil eden Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nun duvarları haftalardır misli görülmemiş bir yolsuzluk skandalıyla sarsılıyor.
Sosyalist Grup’a mensup İtalyan milletvekili Antonio Panzeri ve Yunan milletvekili Eva Kaili insan haklarının sürekli çiğnendiği Fas ve Katar’ın cürümlerini örtbas etmek için büyük rüşvet aldıkları iddiasıyla gözaltında tutulurken, Belçika milletvekili Marc Tarabella ve İtalyan milletvekili Andrea Cozzolino da adları aynı yolsuzluğa karıştığı için Sosyalist Grup’tan dışlandılar, haklarında soruşturma sürüyor.
Gözaltındaki Antonio Panzeri’nin muhtemel hapis cezası süresinin kısaltılmasını sağlamak için “itirafçı” olmayı kabullenmesinden sonra daha başka AP üyelerinin de sanıklar kervanına katılması şaşırtıcı olmayacak.
Skandalın patlak vermesi üzerine Malta’lı başkan Roberta Metsola’nın kurumun itibarını ihya etmek için kolları sıvayarak 14 maddelik bir reform paketi açıklamasının ardından, 19 Ocak’ta Strasbourg’da toplanan Avrupa Parlamentosu genel kurulu da, hamamın namusunu kurtarmak için Fas’a “ifade ve medya özgürlüğüne saygı göstermeleri ve tutuklu bulundurduğu gazetecilere adil yargılanma garantisi vermeleri” çağrısında bulunan bir kararı, 32 aleyhte ve 42 çekimser oya karşı 356 oyla kabul etti.
Evet, tüm mazisi insan hakları ihlalleri, hattâ 1965’te Paris’in göbeğinde muhalif lider Ben Barka’nın katledilmesi gibi cürümlerle dolu olan Fas Krallığı’na karşı bu çağrının yaptırım gücü var mıdır, hiç sanmıyorum.
Örnek mi? Türkiye… 1 Eylül 1964’ten beri Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun ortağı, 11 Aralık 1999’dan beri de resmen Avrupa Birliği üyeliğine aday ülke… Daha da önemlisi, 1949’dan beri Avrupa Konseyi’nin üyesi… 74 yıldan beri bu ülkedeki insan hakları ihlalleri, tutuklamalar, işkenceler, hapisler, idamlar, muhalif parti, dernek ve gazeteleri kapatma gibi cürümlerin hiç ardı arkası kesilmedi… Mağdur vatandaşlar tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açılan bireysel davalarda tazminata da mahkum olduğu halde, Türk devletine karşı Avrupa Parlamentosu tarafından da, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından da herhangi bir kalıcı yaptırım kararı alındığını görmedik.
Bilgisayar ekranında Avrupa Parlamentosu’nun Strasbourg’taki görüşmelerini izlerken, toplantılarını aynı binada yapan Avrupa Konseyi’nin Parlamenterler Meclisi’nin bundan tam 50 yıl önceki Türkiye tartışmalarını anımsıyorum.
AVRUPA KONSEYİ’NDE 1971 VE 1980 DARBESİNDEN SONRAKİ MANEVRALAR
Deniz Gezmiş ve arkadaşları 1971 idama mahkum edildikten sonra Demokratik Direniş adına Avrupa kurumları nezdinde başlattığımız bilgilendirme kampanyası, özellikle File On Turkey adlı hacimli dosyayı Avrupa milletvekillerine ve insan hakları örgütlerine iletmemizden sonra yeni bir boyut kazanmıştı.
22 Ocak 1973’te, Strasbourg’da toplanan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde çeşitli ülkelerden 20 milletvekilinin önerisi üzerine Türkiye’deki sıkıyönetim uygulamalarını ve siyasal davaları yerinde izlemek üzere özel bir komite oluşturulması karara bağlanmıştı. Böylece, durum değişmediği takdirde tıpkı Yunanistan gibi Türkiye’nin de Avrupa Konseyi’nden dışlanması yolunda ilk kez somut bir adım atılmış oluyordu.
Bu sonucun alınmasında en büyük rolü oynayan, Türkiye’ye farklı bir kimlikle girerek Türkiye’deki insan hakları savunucularıyla ve cuntanın işkencesinden geçmiş olanlarla bire bir konuşmalar yaparak ayrıntılı bir rapor hazırlayan, 80’li yıllarda da Avrupa Parlamentosu’nun başkanlığını üstlenecek olan Hollandalı sosyalist milletvekili Piet Dankert idi…
1973, bizim sürgün yaşamımız açısından da önemli bir yıldı… İki yıla yakın illegalde kaldıktan sonra, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi kürsüsünde Türk delegasyonu başkanı Turhan Feyzioğlu tarafından gerçek kimliklerimizin açıklanması üzerine siyasal mülteci olarak legale çıkmamızı da sağlamış olan Piet Dankert ve arkadaşlarıyla Strasbourg’da bu başarıyı kutluyorduk ki, ajanslar Ankara’dan dönemin başbakanı Ferit Melen’in bu karara karşı soğuk savaş döneminin geçerli silahı “komünizm tehlikesi”ni devreye sokan şu açıklamasını vermeye başlamıştı:
“Türkiye’nin geleceği birkaç sosyalist Avrupa milletvekilinin iradesine bağlı olamaz… Bu sosyalist milletvekillerinin ne diyeceğinden korkarak ülkemizi komünizmin kucağına terk edemeyiz. Sıkıyönetim, demokratik rejimimizin kendisini koruma refleksinin ürünüdür. Özgürlük için mücadele verdiklerini söyleyenler aslında bizim demokratik kurumlarımızı yok etme çabası içindedirler. Herkes şunu bilmelidir ki, uluslararası karanlık güçler ülkemizi mahvetme amaçlarından asla vazgeçmemişlerdir.”
Sağcı iktidarın bu şantajına paralel olarak ana muhalefet partisi lideri Bülent Ecevit de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki CHP’li milletvekillerini devreye sokarak Türkiye’de yakında seçimlere gidileceği gerekçesiyle Türkiye’deki rejime karşı yaptırım uygulanmasıni engellemişti.
Gerçi 14 Ekim 1973 seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkıp MSP ile koalisyon kurarak iktidar olabilmişti, ancak Türkiye’de insan hakları ihlallerinin ardı arkası hiç kesilmeyecekti.
12 Eylül 1980 faşist darbesinin ardından, TBMM askeri cunta tarafından kapatıldığı halde, AP’li ve CHP’li milletvekilleri Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde askeri faşist rejimin savunmasını yapmaya devam ediyordu…
Sürgündeki muhalefetin gösterdiği tepki üzerine, Parlamenterler Meclisi 15 Mayıs 1981’de Türk parlamenterlerin toplantıya katılmalarını yasaklamak zorunda kaldı.
Bunu 1 Temmuz 1982’de Avrupa Konseyi üyesi beş ülkenin, Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç ve Danimarka’nın, insan hakları ihlallerinden dolayı Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açması izledi.
Ancak, 1983’de yapılan seçimlerden sonra yeni seçilen Türk milletvekillerinin Parlamenterler Meclisi’ne katılmaları kabul edildiği gibi, beş ülke de AİHM’de açtıkları davanın dosyasını geri çektiler.
RUSYA’YI BİR ÇIRPIDA ÜYELİKTEN ATAN STRASBOURG, TAYYİP İÇİN NEYİ BEKLİYOR?
Berlin Duvarı’nın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin çökmesi, Sosyalist Sistem’in ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Avrupa Konseyi’nin yapısı da büyük değişime uğradı, Rusya Federasyonu da dahil Doğu Avrupa ve Kafkasya ülkelerinin hepsi Avrupa Konseyi’ne katılarak üye sayısını 47’ye çıkarttılar.
Ancak Ukrayna krizinin patlak vermesinden sonra ABD’nin Avrupa kıtasındaki hegemonyasını güçlendirmek için hızla Soğuk Savaş dönemi koşullarına dönülürken, o dönemde dahi tarafsızlığını korumuş İsveç ve Finlandiya da NATO’ya dahil edilirken, Avrupa Konseyi’nin nüfus itibariyle en büyük üyesi Rusya Federasyonu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin tek celsede aldığı kararla örgütten dışlanmış bulunuyor.
Buna karşılık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hemen tüm maddelerini fütursuzca çiğnemeye devam eden Ankara rejimine karşı hiçbir yaptırım uygulanmıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde HDP lideri Selahattin Demirtaş ve insan hakları savunucusu Osman Kavala da dahil muhalif vatandaşlara yapılan haksızlık ve adaletsizlikler üzerine açılmış binlerce dava var…
İnsan hakları savunucusu Osman Kavala’ya uygulanan adaletsizlik nedeniyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin başlattığı ihlal süreci 21 Şubat 2022’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ulaşmış bulunuyordu…
ÜZERİNDEN NEREDEYSE BİR YIL GEÇTİ
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Denetim Komisyonu tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Avrupa Konseyi Üyeliğinden Kaynaklanan Taahhütleri ve Yükümlülükleri” başlıklı bir rapor ve beraberindeki karar tasarısı 12 Ekim 2022’de Strasbourg’daki genel kurul toplantısında oy çoğunluğuyla 16’ya karşı 94 oyla kabul edildi. Üstelik, oylama sırasında sunulan bir önergeyle, karar metnine Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın durumlarıyla ilgili birer paragraf da eklendi.
Kavala paragrafında konunun, “AKPM ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Başkanları arasındaki sıkı temaslarla ele alınması ve Türkiye’nin Kavala hakkındaki AİHM kararını yerine getirmemekte ısrar etmesi halinde eldeki tüm imkanların kullanılması” çağrısı yer alıyor, Selahattin Demirtaş’ın Anayasa Mahkemesi’ne başvurusunun da, hakkındaki AİHM kararı ışığında ivedilikle ele alınması isteniyordu.
O kararın üzerinden de üç ay geçti, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala, daha binlerce siyasi tutuklu ve mahkum gibi hâlâ zindanlarda…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen serbest bırakılmayan Osman Kavala’yı Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Türkiye İzleme Raportörleri John Howell ve Boriss Cilevičs 13 Ocak 2023’te cezaevinde ziyaret etmişler… Ziyaret sonrası medyaya yaptıkları açıklamada hâlâ Tayyip diktasından bir mucize beklentisi içinde konuşuyorlar:
“Türk makamlarını, parlamenter kanallar da dahil olmak üzere, Avrupa Konseyi ile üst düzey diyaloglarını sürdürmeye ve Konsey’in kurucu üyesi olarak Türkiye’nin kurulmasına yardımcı olduğu ortak insan hakları koruma sistemimizin korunmasında üzerlerine düşeni yapmaya davet ediyoruz. Sayın Kavala’ya, serbest bırakılması için bir çözüm bulunmasına yönelik güçlü kararlılığımız ve desteğimiz ile kararların uygulanmasından birinci derecede sorumlu olan Bakanlar Komitesi ile birlikte davasını yakından takip etmeye devam edeceğimiz konusundaki kararlılığımıza ilişkin güvence verdik.”
AKPM ve AİHM’nin kararlarına rağmen neden hâlâ bir yaptırım uygulanmadığını Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu üyesi ve İnsan Hakları Merkezi Koordinatörü Avukat Ercan Demir açıklıyor:
“Osman Kavala ile ilgili AİHM’nin ihlal kararı var. İhlal kararından sonra serbest bırakma kararı verildi. Fakat cezaevinin kapısına ulaşamadan başka bir soruşturmadan tekrar tutuklama kararı verildi. Hükümet ve Adalet Bakanlığı, Kavala’nın ihlal kararı verilen dosyadan serbest bırakıldığı, ancak başka bir dosyadan tutuklu olduğu savunmasını yapıyor. Hukuk cephesinde ülkenin itibarını da son derece düşüren, basit bir hukuk oyunu sergileniyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’nin ihracı yönündeki prosedürü başlatmasının Türkiye’nin iç siyasetinde, hükümet tarafından bir siyasi malzeme olarak kullanılacağını düşünüyor. Bunun bir siyasi malzeme olarak kullanılmaması için o aşamayı ilerletmiyorlar.” (Duvar, 13 Ocak 2023)
Evet, Türkiye 2023 yılıyla birlikte seçim eğik düzeyine girdi ya, aynen 50 yıl önce 1973 seçimleri bahane edilerek her türlü yaptırımın askıya alınmış olması gibi, bugün de seçimler bahane edilerek insan hakları ihlallerine, Demirtaş’ların, Kavala’ların zindanda kalmasına göz yummaya devam edilecek mi?
Rusya Federasyonu’nu bir çırpıda Avrupa Konseyi’nden atanlar, hem ülke içindeki baskı uygulamalarında, hem de başka ülkelere karşı silahlı saldırılar konusunda en az Rusya Federasyonu kadar suçlu olan Ankara rejimi hakkında bir karar vermek için daha ne kadar bekleyecek?
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek’e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***