Stockholm’deki bir mitingde R. T. Erdoğan’a benzetilen bir kukla ters olarak asılıyor.
Bir hafta önce “Türkiye, yapacağımızı söylediklerimizi yaptığımızı teyit etti ancak aynı zamanda yapamayacağız ve yapmak istemeyeceğimiz şeyler istiyorlar. Türkiye’nin taleplerinin hepsini karşılayamayız”
demiş olan yeni İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, Türkiye’den gelen tepkiler üzerine tavır değiştiriyor
“[bu kukla olayı] NATO üyeliği başvurusuna karşı sabotaj olarak tasarlandı” diye demeç veriyor.
***
Bu durumda 2 ilginç vaziyete tanık oluyoruz.
Birinci vaziyet siyasal: Putin Ukrayna’ya saldırarak, istemeden, kendi eliyle NATO’ya can suyu verdi. Üstelik, üçüncü defa başkomutan olarak cepheye bu sefer de genelkurmay başkanını atamış olmasının gösterdiği gibi, fena sıkışmış durumda. Daha fazla dibe gitmeden nasıl kurtulurum diye debelenmekte.
Böyle bi durumda Başbakan Kristersson sanki İsveç 50’lerin başındaki Türkiye misali vahim Rus tehdidi altındaymış gibi NATO diyor başka bişey demiyor. Bu da CB Erdoğan’ın elini kuvvetlendiriyor.
Fakat bunun izahı zor değil. 1930’lardan beri Sosyal Demokrat etkisindeki ülkede son seçimlerde (Eylül 2022) mültecilere tepkiden kaynaklanan çok önemli bir değişiklik oluyor. Neo-Nazi hareketinden doğan aşırı sağcılar ülkenin ikinci partisi haline geliyor. Olay bu.
Olay bu ama sadece bu değil. Putin’in hatasından yararlanmak isteyen ABD, NATO üyeliği konusunda İsveç ve Finlandiya’yı çok fena sıkıştırıyor; bi de bu var. Belki de esas olay bu.
***
İkinci vaziyet hukuksal ve izahı çok basit. Stockholm Savcısı Lucas Eriksson, eylemin İsveç yasalarınca tanımlanmış bir suç kapsamına girmediğini, soruşturma başlatmayacağını, eylemin cezalandırılamayacağı sonucuna vardığını söylüyor: “Dosya, masama hakaret diye geldi, ancak ben hakaret teşkil edecek ağırlıkta bir şey göremedim. Bu yüzden de bir ön soruşturma başlatmama kararı aldım”
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, sanki ifade özgürlüğünü her şeyin üstünde tutan bir ülkeden geliyormuş gibi, hemen cevap veriyor: “Böylesine çirkin eylem ifade hürriyeti olarak kabul edilemez. Bundan şu sonuç çıkıyor: İsveç terör yandaşı olarak kendini konumlandırır.”
Oysa, savcının söyledikleri hiç acayip değil. Çünkü bırakın dünyanın en demokrat ülkelerinden biri olan İsveç’i, bizde bile Anayasa Md. 34 şöyle demekte: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Ve Stockholm’deki mitingde silah ve saldırı yok.
Ama Tek Adam Rejimi nasıl Türk yargısına adaletin nasıl uygulanacağını her gün öğretiyorsa, şimdi sıra İsveç savcısına İsveç hukukunu öğretmeye gelmiş bulunuyor.
***
Benim burada üzerinde asıl durmak istediğim husus yukarıdakiler değil; bu İsveç olayına Altılı Masa’nın Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilen tepkisi. Twitter’dan yazıyor:
“Sevgili Halkım, daha NATO’daki imzanın mürekkebi kurumadan Finlandiya ve İsveç’ten gelen skandal açıklamalar, Erdoğan’ın yine hiçbir şey alamadan imza attığını gösterdi. Şimdi de skandalın F-16 meselesinde devam ettiğini görüyoruz.”
Ne yapıyor, tabii ki ulusalcılık icabı ülkenin dış politikasını destekliyorum diye Erdoğan’ın dış politikasını destekliyor. Aynen, iktidarın içerde oy almak için Suriye ve Irak’a yaptığı saldırıları ulusalcılık icabı desteklediği gibi.
Ne farkı kalıyor CHP’nin İYİP’ten bu durumda? “Aman halkımız ne der” korkusunun yarattığı ne biçim bi ürkeklik bu?
***
Artık kural haline geldi bu ürkeklikler; aslan gibi kükreyip şapkadan tavşan çıkartmalar:
Nisan 2016’da HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması rezaletinde “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” deyip, ardından CHP’li Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılıp 25 yıla mahkum edilmesi üzerine Haziran 2017’de “Adalet Yürüyüşü”ne girişilmişti. Kapatılmak istenen HDP’ye şimdi de vebalı muamelesi yapılması neyin nesi?
“Yine mazlumları oynamaya yatar” diye Erdoğan’ın üçüncü defa seçilme hevesine sessiz kalmak neyin nesi? Tamam, sen siyasal olarak çekiniyorsan parti olarak resmî açıklama yapmazsın, ama parti niye bütün gücüyle iki kereden fazla seçilmenin anayasaca yasaklandığının üzerine bu kadar az gidiyor?
AKP Milletvekili Mustafa Açıkgöz’ün Almanya’ya gidip “Onlara Türkiye’de yaşam hakkı tanımadığımız gibi Almanya’da da tanımayacağız” diye oradaki Türkiyelileri açıkça tehdit etmesi ve hakkında Alman savcılığı tarafından inceleme başlatılması olayının üzerine niçin gidilmiyor?
AKP seçim ortamında sözleşmelileri kadroya geçireceğiz diye bas bas bağırıyor, sonra da üniversitelerde sözleşmeli sayıldıkları için her an meslekten atılabilen araştırma görevlilerini bunun dışında tutacağını ilan ediyor.
Üniversitenin içine tükürmeyi birinci derecede önemli saydığı sadece Boğaziçi olayıyla bile kanıtlanmış olan bu iktidarın bu rezaletinin üzerine gitmemek neyin nesi?
Sedat Peker’in açıkladığı korkunç olayların niye üzerine gidilmiyor? Şurası nasıl iştir ki, Peker’in açıklamalarından sonra açılan sadece tek bir dava var ve onu da açmış olan CHP değil. Parayla mı bu muazzam iddiaların üzerine üzerine gitmek, suç duyurusu yapmak?
***
En önemlisi:
AKP+MHP’nin başörtüsü ve LGBTİ’ler konusunda “milli irade”ye başvurma (referandum) dümenini önlemek için CHP ve İYİP doğru karar vermişti. Görüşme randevusu vermeyi reddetmişti.
Erdoğan bu anayasa değişikliklerini referanduma götürmeyeceklerini 07.11.2022’de alenen ilan etmişken şimdi döndü: “400’ün altında bir meclis aritmetiği oluşursa, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demiyor muyuz, öyleyse millete gideceğiz.“
Temel hak ve özgürlükler referandum konusu yapılamayacağına göre, şimdi bu konuda iktidarla asla görüşme yapılmayacağı ve bu konuda TBMM’deki hiçbir oturuma katılmanın bile söz konusu olamayacağı niçin şimdiden açıkça ilan edilmiyor?
Bu meselenin hak ve özgürlüklerin yanı sıra bir de laikliğe aykırı yönü var. “Dinî inancı sebebiyle” başını örtmesi ifadesi hâkimi örtmenin dinî inanç nedeniyle olup olmadığını araştırmaya zorlar. Kime soracak hâkim, tarikatlara mı?
Ama soruşumun esas sebebi şu: Anayasa Md. 175’e göre, gizli oyla yapılması gerekecek anayasa değişikliği sırasında 360-400 arası bir oy aritmetiği çıkarsa, Erdoğan bu istismar edilmesi fevkalade kolay konuda referanduma gidebilir. Üstelik, 400’ün üzerinde çıkarsa isterse yine gidebilir.
Eğer Altılı Masa bu müzakerelere ve OYLAMAYA girmeyi şimdiden reddetmezse, böyle Altı Benzemez yerden hangi sonucun çıkacağı öngörülemez. Üstelik iktidar, referandum numarasından yararlanmak için AKP+MHP içinden bazı milletvekillerine olumsuz oy verdirebilir.
Bu durumda, kesinlikle ama kesinlikle, Altılı Masa (+ HDP, TİP, DBP) grup kararı alarak tartışmaların ve OYLAMALARIN yapıldığı oturumlara GİRMEMEYİ garanti altına almalıdırlar. Çünkü girerlerse, oylama gizli.
Baskın Oran: 1945 İzmir doğumlu. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***