Sinan Ateş cinayetinin, siyasi bir cinayet olduğu gerçeğinin altını çizerek başlarsak, tartışmaları anlamamız daha kolay olacaktır diye düşünüyorum. Kendisini milliyetçi olarak tanımlayan geniş bir kitlenin, bu cinayetle birlikte açığa çıkan iç tartışmalarını önemsizleştiren kimi yaklaşımları da oldukça sorunlu buluyorum. Önemsizleştirme eğilimi, iktidar ve ortağı olan MHP’nin de çok istekli olduğu bir alan. Oysa milliyetçi cenahta başlamış olan bu tartışma ileriki günlerde kendini çok daha fazla hissettirecek gibi görünüyor.
Katillerin arkasındaki ellere dair ortalığa dökülecek çok fazla bilgi ile karşı karşıya kalacağımız çok net. “Bizi ilgilendirmez”, “yesinler birbirini” tarzı bir yaklaşım, cinayetin üstünde kafası, eli bulunanların, kendilerini “dokunulmaz” sayarak, yeni cinayetlere göz kırpması sonucunu doğuracaktır ki, bunun tek muhatabının milliyetçiler olmayacağı konusunda sanırım hem fikir olabiliriz.
Milliyetçilerin Sinan Ateş cinayeti üzerinden derin bir kırılma yaşadıklarını, cinayetin üstünü örten ellere, sessizliğe karşı öfkeli olduklarını görüyoruz. Daha da önemlisi “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışının ve “camia zarar görmesin” ortak kabulünün, bu cinayetle birlikte bozulduğu gerçeği oldukça hissediliyor.
Türkiye’nin ikinci yüzyılını belirleyecek seçimlerin ve siyasetin fay hatlarında biriken enerjinin nasıl toplumsal kırılmalar yaratacağını tam olarak bilemeyebiliriz. Bununla birlikte, ortaya çıkan tepkilerin sunduğu verileri doğru okuyabilirsek, olası provokasyonları da boşa çıkarmanın bir yolunu bulabilmemiz çok mümkün.
Bu cinayetin sorumlularına, tetikçilerine dair sol muhalefet temsilcilerinin, sol muhalif gazetecilerin siyasi duyarlılıkla üstü örtülmeye çalışılmasına karşı direnç göstermesi ve “yargılatmayız” tehdidine karşı hakikatin peşine düşmesinin, Sinan Ateş duyarlılığı taşıyan milliyetçi cenahta da bir karşılık bulduğu çok net. Bu önemli, çünkü olası siyasi cinayetlere gönüllü kötülüğün de, elini kolunu bağlayacak bir atmosfer oluşturuyor.
Sinan Ateş cinayetinin hemen ardından, kendisini “milliyetçi, ülkücü” olarak tanımlayanların bıyıklarını keserek tepkilerini sosyal medya aracılığı ile paylaştıklarına şahitlik ettik ve bu hızla yayılıyor. Bunu göstere göstere yapma cesaretlerinin, ülkücü camia açısından düşünüldüğünde, hiç de kolay bir şey olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Ankara’nın göbeğinde, camia içinde sevilen ve değer atfedilen milliyetçi bir siyasetçinin katledilmesi, milliyetçi çevreler içinde yeni bir arayışı beraberinde getirecek gibi gözüküyor. Bu arayışın ne kadar temiz kalabileceği ve ne kadar derinlikli olacağı ise kendi siyasal kodlarıyla ne oranda hesaplaşabileceği ile ilgili. Hem milliyetçiler, hem İslamcılar, kendi “entelektüel” alanlarını güç ve devlet ilişkilerine tahvil ederek önünü açtıkları çürüme ve yozlaşma ile ne kadar yüzleşebilirler tahmin etmek zor ama en azından kendilerini acıtan yerden bir tartışmanın başladığı ortada.
Özetle;
Türkiye’nin ikinci yüzyılına çöküp, iktidarını sürdürebilmek için her yolu mubah gören anlayışla, toplumsal barış, özgürlükler ve bir arada yaşayabilme kültürünün hâkim olmasını hedefleyenler arasındaki çizgi gittikçe kalınlaşıyor.
Sinan Ateş cinayeti, kişisel çıkarlarını “devletin çıkarları” olarak pazarlayanların, “rahat, fazla rahat” bir şekilde ve herkesin gözüne soka soka işleyip, failini “önemsiz” kılmaya çalıştıkları bir kötülük olarak da karşımızda duruyor.
Siyasi cinayetlere karşı, hakikati temel alan bir yaklaşım ortaya konulup, takipçisi olunduğunda ise kötülüğün maskelenen yüzü düşüyor.
Bu köşede insana, hayata, siyasete ve dışlanan umutları diri tutmaya dair cümleler okuyacaksınız ve umarım hep birlikte bunu başarabiliriz.
Bir merhabanın kelamı sayın bunu.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***