Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendi durumundan emin, “Kronometre sıfırlandı” diyor. Şimdi değil 2018 yılında sıfırlanmış. Hem de basit biçimde değil, “aklen, hukuken ve fiilen” sıfırlanmış.
“Fiil” meselesini sonraya bırakalım, akıl ve hukuk meselesine bakalım önce.
Neyi tartışıyoruz? Erdoğan’ın üçüncü defa aday olmasının anayasa açısından sorun olup olmadığını. Yani akıl ve fiilden önce hukuk konuşmalı. Hukukun bu önceliği işin doğası gereği; akıl zaten hukuki muhakemenin, hukuki akıl yürütmenin içinde olmak zorunda. Fiil ise ya önceden hukuka dayanır ya da sonradan hukukla tartılır; yani bir fiil daima hukukla beraber değerlendirilir. Ondan kaçan tek bir fiil mümkün, o yazının sonunda.
Peki, 2018’de kronometre sıfırlandı, ne demek olabilir?
2017’de anayasa değişti. Değişiklikler 2018’de yürürlüğe girdi, seçim yapıldı ve Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan bunu “sistemin ilk kez seçilmiş cumhurbaşkanı, aynı zamanda yeni sistemin de başkanıdır” formülü ile ifade etti . Şimdi kronometre “aklen” yani akıl bakımından, akıl gereği, akla uygun biçimde sıfırlanmış olabilir mi? Başıboş, hiçbir yerle bir bağı olmayan bir akıl açısından belki böyle şeylere inanmak mümkün, fakat burada “serbest” bir akıl değil, hukuk aklı devrede olmak zorunda. Anayasada yazılı kurallara bağlanmış bir meselenin, hukuki akıl yürütme yol yöntemleri dışında kalan bir akılla ele alınması düşünülemez bile. Zaten öyle kendi başına her alanda iş gören bir akıl gören de olmadı henüz.
Hukuki akıl yürütmenin çalışma biçim basit: Anayasa’da “Bir kimse iki defadan fazla cumhurbaşkanı seçilemez” yazıyor. Anayasa değişikliğinden önce de böyle yazıyordu sonra da böyle yazıyor. Yani hüküm aynı hüküm. Anayasa değiştikten sonra yapılan seçimde cumhurbaşkanı olacak kişinin, değişiklikten önceki cumhurbaşkanlığının geçerli olmadığı anayasada yazsaydı “akıl, hukuk” zaten ayrıca göreve çağrılmazdı, boş işle kim uğraşır? Yani aklen, hukuken ve fiilen, “yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı, ilk başkanı” olsa bile aynı “akıl ve hukuk” gereği “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin cumhurbaşkanlığı” makamına ikinci defa seçilmiş kişi olarak kalır. Hukuki akıl için durum bu; hukuk dışı akıl o yüzden göreve çağırılıyor. Üçüncü defa seçilebilmesi için gerekli koşullar da anayasa’da yazıyor: Parlamento seçimi yenileme kararı alırsa, olur. Niye almıyor peki? Çünkü Erdoğan ve siyasal ortaklarının toplam oyu yetmiyor.
“FİİLİ AKIL” DEVREDE
Hukuki akıl için durum buysa Erdoğan hangi akıldan ve hangi fiilden bahsediyor? Hukuki akıl dışında kronometreyi sıfırlayan bir akıl ve bir fiil mümkün mü? Ne yazık ki mümkün: Hukuktan arındırılmış, hukuki akıl yürütmeleri sıfırlamış bir akıl işin başında, Erdoğan da bunu ilan ediyor. Vaktiyle kralın dediği gibi, “Yasa benim” diyor; dolayısıyla “hukuk ve akıl da benim.” Hukuken açık, net, tartışmasız kuralı hiçbir biçimde saymayan akıl, kendisini hukukla bağlı saymayan yani demokrasiyi ve hukuku oyun sahasından çıkarmaya kararlı bir akıldır.
Carl Schmitt’in “egemen”inin aklı bu, fakat böyle söyleyince sanki o türden bir egemenliğin bir meşru zemini varmış gibi algılanıyor çoğunlukla. Oysa Carl Schmitt efendi demokrasiden nefret eden diktatörlük modellerinin meşruiyeti için mürekkep sarfeden bir teorisyendi. Bu faşist teolojiye gömülü aklın mürekkep sarfiyatının maksadı hem yandaşı olduğu Naziler ve hem de gelecekte iş başına gelecek türlü çeşit diktatörlük biçimlerinin meşruiyet duble yollarını asfaltlamaktı; kararlı bir inşaatçıydı o da yani, kararcı bir inşacı. Erdoğan’ın danışman hukukçularının hepsinden becerikli biriydi belki ama nihayetinde becerileri o danışmanların kullandığı reçeteler üretmekten öteye de gitmedi; işte Mehmet Uçum’un laflarının üstünü kazıyın, altından Schmitt’çi herzeler çıkar. Erdoğan tam da herhangi bir Schmitt kitabının orta yerinden konuşuyor: “Egemen benim. Kendi yaptığım, ilan ettiklerim dahil bütün hukuk kuralları benim arzuma karşı tali önemdedir, hemen istisnalarına hükmederim.”
Erdoğan’ın açıklamasındaki “fiilen” lafı da burada yerini buluyor: Hukuken üçüncü defa aday olması sadece bir koşulda mümkün ve şu anda o koşul da mümkün görünmüyor. Hukuki akıl böyle diyorsa, onu devre dışı bırakacak bir “fiili” akıl işe koyulmalı. O yüzden “fiil” diyor zaten. “Fiilen durum bu” demek, hukuken durumun ne olduğundan bana ne, hukuktan üstün biri olarak konuşuyorum demek, özetle.
Sıfırlanan kronometre cumhurbaşkanlığı değil hukuk kronometresidir. Hukuki akıl da beraberinde sıfırlanmıştır, demokrasi de. Geriye fiili durum ve o durumu üreten, yürüten diktatöryel akıl kalmıştır. Bu seçim o aklın oy istediği son seçim, özel bir plebisittir. Bu seçimi alırsa sonraki seçimlerde seçmen oylarına ihtiyacı da kalmayacak, onları evden getirecektir zaten.
NOTLAR
1)Erdoğan’ın adaylığı meselesine yakın zamanda en ayrıntılı biçimde değinen çalışma Levent Köker hocanın artıgerçek’teki yazısı oldu; özellikle aşağıdaki bölüm aydınlatıcı:
Bu teze göre ,2017 AY değişiklikleriyle Türkiye’de yeni bir hükûmet sistemine geçilmiştir. Bu nedenle, her ne kadar olgusal olarak aynı kişi iki defâ CB seçilmiş gibi görünüyorsa da, 2018’deki seçim yeni sistemin ilk seçimidir. Bu nedenle, görevdeki CB’nın tekrar aday olmasının önünde herhangi bir engel yoktur. Bu tez de geçersizdir. Geçersizliğin çok basit iki temel sebebi bulunmaktadır. Birincisi, anayasalar devletlerin hükûmet sistemlerine ad vermezler. Örneğin ABD Anayasası’nda “başkanlık sistemi”, Fransa Anayasası’nda “yarı-başkanlık sistemi”, İsveç Anayasası’nda “parlâmenter sistem” ifâdeleri yer almaz. Sistemlerin adlarını koyanlar, yasama-yürütme-yargı erkleri arasındaki ilişkilerin nasıl düzenlendiğine dâir mukayeseli incelemeler yapan bilim insanlarıdır.
Bu açıdan bakıldığında, sistem açısından en büyük değişikliklerden biri, CB’nın TBMM yerine doğrudan halk oyu ile seçilmesidir ki 2007’de gerçekleşmiş ve 2014’te ilk defâ uygulanmıştır. Bu değişiklikle birlikte Türkiye’nin parlâmenter sistemi terk edip, yarı-başkanlık sistemine geçtiğini ileri süren bilim insanları da olmuştur. Tezi geçersiz kılan ikinci temel sebeb, sistem değişse de, Cumhuriyet’in devam ettiğidir. Bir diğer deyişle hükûmet sisteminin mutlak parlâmento üstünlüğünden (1924) kuvvetler ayrılığına ve iki meclisli parlâmentoya (1961), buradan da yetkileri artırılmış CB ile birlikte parlâmenter hükûmet modeline oradan yarı-başkanlığa (2007/2014) ve nihâyet 2017 ile birlikte “başkancı sistem”e geçilmiş olması, bütün bu sistemlerde görev yapmış olan CB’nı farklı devletlerin CB hâline getirmez. Sistem değişikliğinin CB için ilk dönemden sayılacak bir yeni başlangıç olabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmış, yerine yeni bir cumhuriyetin kurulmuş olduğunu kabûl etmek gerekir. Herhâlde bu tezin sâhipleri böyle bir iddiâ içinde değillerdir.
2)Bu meseleyi anayasa değişikliği daha yeni yapılmışken dile getirenlerden biri Murat Sevinç hocamızdı.
Murat Sevinç, meseleyi hakkıyla ele almaktan hiç vaz geçmedi.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***