Dostoyevski, ev sahibesi adlı uzun öyküsünde geçen bu sözle temel felsefi duruşunu açıklamıştır. Onun aklında hep, insanları doyurmak karşılığında ellerinden özgürlüğünü alacak bir diktatörlüğün korkusu vardır. Rus romancının bu sözü hangi felsefi bağlamda kurduğunu şimdilik bir yana bırakıp, sözün kendisine odaklandığımızda, kritik bir seçimin arefesindeki Türkiye’de bu sözün bize pek çok çağrışım sunacağını görebiliriz.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybedeceği endişesi içindeki AKP, 20 Temmuz 2016’dan günümüze inşa edegeldiği Başkancı rejimi ve o temeldeki iktidarını muhafaza edebilmek için halka pek çok ekonomik tavizi verebilmektedir. Böylece yarının seçmenlerini kazanmayı ummaktadır ama politik baskıdan, siyasi kumpas davalarından, muhalefetin terörize edilmesinden, Kürt halkının inkarından, keyfi tek adam yönetiminden hiçbir geri adım atmamaktadır. Aksine verdiği ekonomik tavizlerle politik baskıyı güçlendirerek, kitle tabanını yaratmaya çalışmaktadır. Başkancı rejimi sürdürebilmek için “halka ekmek dağıtmak” seçimi aylar kala bu iktidarın temel taktiği olarak görülebilir zira politik özgürlük ve demokrasi konusundaki keskin saflaşmada henüz kararsız kalan kitlelerin oyunu ekonomik etkenlerin belirleyeceği var sayılıyor.
SENDİKALI İŞÇİ SAYISI DİBE VURDU
Oysa halkın ekmeği muktedirin iki dudağının arasında kaldığı sürece; bugün veren, yarın geri de alır. Özgürlüğe en çok da işçi sınıfının ihtiyacı vardır zira başkancı rejim hak arama kanallarını yok etmiştir. Sendikalar eritilmiş ve etkisizleştirilmiştir. Ücretli işçi sayısı AKP döneminde iki kattan fazla artarken* sendikalı işçi sayısı ise dibe vurmuştur. Taşeron, güvencesiz, asgari ücretli çalışma alabildiğine yayılmıştır. Sendikalı işçilerin ise ancak çok ufak bir kısmı toplu sözleşme imzalama (dolayısıyla grev yapabilme) hakkına sahiptir. Bu az sayıdaki işçinin görev hakkını kullanması ise “grev ertelemesi” adı altında keyfi bahanelerle Cumhurbaşkanı tarafından yasaklanmaktadır.
(Grev ertelemesi adı bile yanıltıcıdır zira ertelenen bir grev yeniden başlatılamaz. 2 ay sonra hakem kuruluna gider)
İşte böylece işçi sınıfının hayat ve çalışma şartları sürekli kötüleşmektedir. Son 2 yılda AKP iktidarı işçiden alıp sermayeye aktarırken bu sebeple büyük bir direnişle karşılaşmadı. Hak arama kanalları tıkanmış, sendikasızlaştırılmış ve görev hakkı elinden alınmış Türkiye işçi sınıfı, bir asgari ücretliler kitlesi haline getirilmiştir.
Bu noktada devreye giren Erdoğan, asgari ücretliliği enflasyona ezdirmeme söylemiyle ücret zamlarını bizzat açıklayarak oy toplamaya çalışmaktadır. Oysa sendikalı ve örgütlü fabrikalarda neredeyse asgari ücretli yok gibidir. Yani kısacası AKP, kepçeyle aldığını kaşıkla verip üstüne bir de bunu müjde gibi sunmaktadır.
Erdoğan adeta ulufe dağıtan padişah edasıyla asgari ücret zammını açıklamaktadır ama diğer yandan da tağşiş yapan padişah gibi de enflasyonla bu ücret artışlarını kısa sürede geri almaktadır. Paranın değerini düşüren, lirayı kuruşa çeviren de kendi politikalarıdır.
İşçi sınıfının hayat şartlarını kısmen de olsa düzeltmek için yükselttiği kimi başka talepler de var. İşçiler can havliyle emeklilik, promosyon, sözleşmeli çalışana kadro gibi talepleri dile getiriyorlar. Seçim öncesi atmosferinde bu talepleri iktidara kabul ettirmeye çalışıyorlar. AKP de kimi geri adımlar atıyor ya da atacağını vadediyor. Bunların en önemlisi Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) olarak anılan kesime verilen vaattir. Bu gibi gasp edilmiş hakların iadesi elbette işçilerin lehinedir ancak bunlar işçilerin sarf ettiği emeğin karşısında kırıntı düzeyindeki haklardır. Ancak pansuman tedbirler olarak kısa süreli etki yapabilir.
Politik özgürlüğün ve demokratik hakların bulunmadığı, işçilerin çaresizleştirildiği bu tabloyu değiştirecek olan yine en başta işçi sınıfının mücadelesidir. Tıpkı 12 Eylül darbesi döneminde yaşanan ağır bölüşüm adaletsizliğinin ancak 1989 Baharı’nda zirveye ulaşan grev dalgasıyla kısmen düzeltilebilmesi gibi. 2020-2022 bölüşüm şoku da ancak işçi sınıfının büyük bir grev dalgasıyla düzeltilebilir. Grev hakkı ise mevcut başkancı rejim altında(Kocaeli Beckaert fabrikası örneğindeki gibi) ancak grev yaparak kazanılabilir. Metal iş kolunda tıkanan toplu sözleşme görüşmeleri, metal işçilerin kitlesel grevine doğru gitmektedir. Örgütlü işçilerin bu mücadeleleri, örgütsüz kesimlere de örnek oluşturmaktadır.
Başkancı rejime karşı gerçek bir halk muhalefetinin başlıca çağrılarından birisi, o yüzden “Ekmek için özgürlük” olmalıdır. Zira tüm fabrikaları sendikalaştırmak, taşeron çalışmayı yasaklatmak, grev hakkını kazanmak ‘iş kazalarında’ can vermemek ve insanca yaşamayı sağlayacak bir ücrete ulaşmak için işçilerin özgürlüğe ihtiyacı var.
*TÜİK’e göre kamu ve tarım hariç ücretli çalışan sayısı 2009’dan 2022’ye 7.5 milyondan 14.7 milyona çıktı. Sanayi işçisi sayısı ise aynı dönemde 2.6 milyondan 4.9 milyona çıktı. (aktaran Bahadır Özgür, Birgün, 28.12.2022)
Alp Altınörs: Çevirmen, yazar, siyasal iktisatçı, düşünce işçisi. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinden çeviriler yapmakta ve bu dillerde araştırmalar yürütmektedir. “İmkânsız Sermaye- 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum” adlı kitabın yazarıdır. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, filoloji ve tarih disiplinlerinde; SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi, sosyalizmin sorunları ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine pek çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır. TED Ankara Koleji Lisesi’ni ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirmiştir. 2008 yılında İstanbul’da kurulan Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi’nin koordinatörlüğünü yürütmüş siyasal iktisat dersleri vermiştir. 2014-2016 yıllarında HDP) Merkez Yürütme Kurulu’nda yer almıştır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***