TR724’ten Ensar Nur’un haberine göre, Türkiye’de basın özgürlüğünün bittiğini vurgulayan Rubin, Türkiye’nin Sınır Tanımayan Gazeteciler verilerine göre dünyada 151’inci sırada olduğunu ve seçim döneminde artık İran’dan bile geriye gidebileceğini belirtiyor.
Rubin, gazetelere el konan, editörlere dava açılan ve gazetecilerin hapse atıldığı bir ortamda ise, medyanın açıktan bazı soruları soramadığının altını çiziyor.
Türkiye’de gazetecilerin perde arkasında tartıştıkları ancak haber yapmalarına izin verilmeyen sorulardan bazılarını Michael Rubin yazdı.
Rubin’in yazısı şöyle:
- Erdoğan nasıl milyarder oldu?
Erdoğan, Karadeniz kıyısındaki Rize’de nispeten fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası sahil güvenlik görevlisiydi ve denizde çalışıyordu. Erdoğan bir ara fazladan para kazanmak için sokakta çerez bile sattı.
1973’te imam hatip okulundan mezun oldu ve hemen siyasi kariyerine başladı, sonunda İstanbul belediye başkanı ve dini kışkırtıcılıktan kısa bir süre hapiste kaldıktan sonra başbakan ve şimdi de cumhurbaşkanı oldu. İşte soru burada: Erdoğan gibi bir adam nasıl oldu da milyarder oldu?
Türklerin oldukça iyi bir fikri var: Erdoğan, belediye başkanlığı döneminde 13 yolsuzluk soruşturmasıyla karşı karşıya kaldı; milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle bunlar hiçbir zaman çözülemedi. ABD Büyükelçiliği, İsviçre’de en az 8 banka hesabı olduğunu bildirdi.
Servetinin bir kısmının oğlu için aldığı düğün hediyelerinden kaynaklandığını açıkladı. Gerçek olan ancak yasadışı yollarla sızdırılan ses kayıtlarında, belki de 1 milyar dolar nakit parayı nasıl nakde çevireceğini tartıştığı görülüyor. Erdoğan mahkemeler üzerindeki gücünü kullanarak davayı düşürdü ve davayı takip etmek isteyen savcı ve hakimleri tutuklattı.
Gizemli kazançlarla ilgili benzer sorular oğlu Bilal (ve Bilal’e İtalya’da tam olarak ne oldu?) ve nerede olduğu bir muamma olan oğlu Burak için de sorulabilir.
Ancak Türkiye’de yaşayan ve Erdoğan’ın ve aile üyelerinin servetinin kaynaklarını araştırmak isteyen herhangi bir gazeteci kendisini 10 yıllar boyunca parmaklıklar ardında bulacaktır.
- Erdoğan’ın üniversite diploması nerede?
Erdoğan’ın resmi biyografisinde 1981 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nden mezun olduğu yazıyor. Sorun şu: Marmara Üniversitesi’nde böyle bir bölüm hiç olmadı.
Üniversite 1982 yılında bir İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi açtı, ancak Erdoğan’ın bu fakülteye gittiğine dair bir kayıt yok. 4 yıllık bir diploma cumhurbaşkanlığı için bir ön koşuldur.
Eğer Erdoğan diploması olduğu konusunda yalan söylediyse, o zaman cumhurbaşkanı olarak kalabilir mi? Tabii ki bu, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün hala önemli olduğunu varsayıyor. Erdoğan’ın savunucusundan eleştirmene dönüşen Cengiz Çandar’ın yazısına bakılabilir.
- Darbe girişiminin arkasında başka bir hikâye mi var?
Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirdiği 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’de yılın en büyük haberi olmaya devam ediyor. Erdoğan birkaç saat içinde, 2013 yılına kadar birlikte hareket ettiği İslami düşünür Fethullah Gülen’in takipçilerini darbe girişimini organize etmekle suçladı.
Gülen’in bazı takipçileri darbeye katılanlar arasındaydı ancak Türk hükümeti henüz ABD makamlarına Gülen’in suç ortaklığına işaret eden resmi bir kanıt sunmadı.
Diğerlerinin suçluluğuna işaret eden pek çok soru var. Olaya karışan birçok üst düzey askeri yetkili Gülen’in takipçisi değildi; hatta bazıları iktidar partisine çok daha yakındı.
Erdoğan’ın kendisi de darbe günü akşam 5 ile gece 1 buçuk arasında nerede olduğu konusunda açıklama yapmadı. Gerçekten de Erdoğan’ın darbe girişiminden önceden haberdar olduğu ve hatta darbe girişimini teşvik etmiş olabileceği anlaşılıyor. Normal bir ülkede bu durum bir basın soruşturmasına konu olurdu; Türkiye’de ise gazeteciler Erdoğan’ın sözüne inanmakla yetiniyor.
Türk basınının araştırmasının yasak olduğu darbeyle ilgili diğer konular arasında darbe akşamı sivillerin ölümünden kimin sorumlu olduğu da yer alıyor. Öldürülen pek çok sivilin sıradan askeri yapının emrinde olmayan özel bir birim tarafından rastgele vurulduğuna dair anekdot niteliğinde kanıtlar var.
Bu noktada, bazı Türklerin darbe girişiminden önce sadece Erdoğan’a hizmet etmek üzere gizli bir ordu eğittiğini iddia ettiği SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlığı şirketinin eylemleri hakkında pek çok soru işareti bulunmaktadır. Erdoğan’ın daha sonra SADAT Başkanı Adnan Tanrıverdi’yi askeri danışmanı olarak ataması da soru işaretlerini arttırıyor. Tanrıverdi 1997’deki yumuşak darbe sırasında Türk Genelkurmayı tarafından görevden alınmıştı ve laik düzenden intikam almaya kararlı görünüyor.
- Eğer bir FETÖ varsa, bir de ETÖ var mıdır?
Gülen’e karşı çıkmak ve hareketine kızmak başka bir şey; onları İslam Devleti (IŞİD) veya El Kaide ölçeğinde bir terörist grup olarak adlandırmak başka bir şey. Erdoğan’ın Hizmet hareketini Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak yeniden adlandırması tek kelimeyle aptalca. Gazetecilerin de bunu kabul etmesi profesyonellik dışıdır.
Ancak bir an için terör tanımının geçerli olduğunu varsayalım. Erdoğan, FETÖ üyelerinin Gülen’e biat ettiği ve kendi çıkarları ve güçleri için bir patronaj ağı oluşturdukları gerçeğini bu tanımlamaya gerekçe olarak gösteriyor. Eğer durum buysa, bunun Erdoğan’ın takipçilerinden ne farkı var?
FETÖ diye bir terör grubundan bahsetmek mümkünse, Erdoğanist Terör Örgütü’nden (ETÖ) bahsetmek de aynı şekilde kabul edilebilir mi? Eğer değilse, Türkiye’deki tüm haberlerin geçmesi gereken bir çifte standart ya da siyasi filtre var mıdır?
- Eğer Gülen bir teröristse, Erdoğan 2013’ten önce neden onunla birlikte çalıştı?
Ağ ve dini felsefe söz konusu olduğunda, 2013 öncesi Gülen ile 2013 sonrası Gülen arasında çok az fark vardır. Erdoğan’ın 2013 öncesi ve sonrası arasında da bir fark yok. Şimdi ve o zaman arasında farklılaşan tek şey siyasi ittifak. Erdoğan, Gülen’in usta bir terörist olduğunda ısrar ediyor.
Eğer öyleyse ve Gülen Erdoğan’ın iktidarının ilk on yılında olduğu gibi şimdi de aynı adam olduğuna göre, Erdoğan neden onunla bu kadar yakın ittifak kurdu?
- PKK saldırılarını haber yapmakta sorun yokken IŞİD’i haber yapmakta neden sorun var?
Türkiye hem PKK (Kürdistan İşçi Partisi) isyanı, hem Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP-C) gibi solcu gruplar hem de IŞİD gibi İslamcı grupların meydan okumalarıyla karşı karşıya. Her biri Türkiye içinde saldırılar düzenledi.
Mesele şu: PKK ya da diğer Kürt gruplar bir saldırı düzenlediğinde, soruşturma devam ederken, yetkililer şüphelilerin isimlerini açıklarken vs. bu olay genellikle Türkiye’de günlerce manşetlerden inmiyor. Aynı durum 2013 yılında Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne saldıran DHKP-C için de geçerlidir. Ancak IŞİD saldırdığında Türk hükümeti soruşturmayla ilgili haberlere yasak koydu.
Türk hükümetinin İslamcı şiddet haberlerini bastırmaya çalışıp Kürt şiddet haberlerinin manşetlere çıkmasına izin vermesinin bir nedeni var mı?
- Türk istihbaratı Nusra Cephesi’ne neden yardım etti? Ve IŞİD’e?
Aynı doğrultuda, hem El Kaide’nin Suriye’deki kolu olan Nusra Cephesi’nin hem de IŞİD’in Türkiye’deki yetkililerden silah, destek ve teçhizat aldığına dair çok sayıda kanıt bulunmaktadır.
Gazeteciler bu haberi ortaya çıkardığında ve fotoğraflı kanıtlar sunduğunda Erdoğan’ın tepkisi haberi yayınlayan gazetenin editörünü tutuklamak oldu. Aynı şekilde, Türk askerleri Suriye’ye silah sevkiyatını durdurduğunda, Erdoğan kaçakçıların değil askerlerin tutuklanmasını emretti. Bir haberi sansürlemek onu yanlış yapmaz; sadece daha fazla soru ortaya çıkarır.
- Paris suikastlarının arkasında bir Türk ölüm timi mi vardı?
2013 yılında Paris’teki ofislerinde 3 Kürt aktivist bir suikast sonucu öldürüldü. Üçü de PKK üyesiydi. ABD ve Türkiye PKK’yı terörist bir grup olarak tanımlarken, Türkiye o dönemde PKK ile yüksek profilli barış görüşmeleri yürütüyordu. Fransızlar, 9 yaşında Fransa’ya gelen 32 yaşındaki Türk Ömer Güney’i yakaladı.
Cinayetlerden sonra yapılan telefon görüşmelerinde Türkiye’nin istihbarat teşkilatındaki sorumlularını aradığı görülüyor ki bu da bir soruyu gündeme getiriyor: Türkiye NATO üyesi bir ülkenin başkentinde muhaliflere suikast düzenledi mi?
- Erdoğan damadını neden petrol bakanı yaptı?
Erdoğan’ın 37 yaşındaki damadı Berat Albayrak 24 Kasım 2015’te Türkiye’nin enerji bakanı oldu. En nitelikli kişi o muydu? Yoksa işin içinde başka faktörler mi vardı?
Erdoğan’ın Putin ve fiili Kürt Bölgesel Başkanı Mesud Barzani gibi liderlerle enerji anlaşmalarını odada devlet memurları olmadan müzakere etme eğilimi göz önüne alındığında, Albayrak’ın atanması rüşvetleri ayarlamanın ve aile içinde tutmanın bir yolu muydu?
Ya da Erdoğan paranoyak öfke nöbetlerinde eski müttefiklerini partisindeki liderlik pozisyonlarından tasfiye ederken, aile üyelerini onların pozisyonlarını almaları için yetiştiriyor mu? Albayrak müstakbel bir başbakan olabilir mi? Türkiye, Suriye gibi ve eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in istediği gibi kalıtsal bir cumhuriyet mi olacak?
- Erdoğan’ın arkadaşları hakkında konuşabilir miyiz?
Erdoğan’ın ilginç arkadaşları var. Dostları Türkiye’de kırmızı halıyla karşılanıyor olabilir ama diğer birçok insan için onlar sadece “düşman”.
İlk olarak, ABD Hazine Bakanlığı’nın 2014 yılına kadar El Kaide lideri Usame bin Ladin’le bağlantısı olduğunu iddia ettiği Suudi işadamı Yasin El Kadı vardı. Temmuz 2006’da, Birleşmiş Milletler’in El Kadı’yı tanımlamasının bile hala geçerli olduğu bir dönemde Erdoğan, “Ben Sayın Kadı’yı tanıyorum. Kendime inandığım gibi ona da inanıyorum. Sayın Kadı’nın bir terör örgütüyle ilişkisi olması, bir terör örgütünü desteklemesi mümkün değildir.”
Kadı ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakırsak, Erdoğan’ın onu ilk olarak nasıl tanıdığını ve aralarındaki ilişkinin niteliğini bilmekte fayda var. Yaptırımlar devam ederken Erdoğan’ın oğlu Bilal’in Kadı’yla ilişkisi düşünüldüğünde bu iki katına çıkıyor. Ancak bu buzdağının sadece görünen kısmı.
Gülbeddin Hikmetyar Afganistan’ın en kötü aktörleri arasında yer alıyor. Mücahitlerin ilk mücadelesi sırasında Sovyetlere karşı hiçbir savaşı kazanamayan tek Afgan savaş lordu olarak ün kazandı. Bunun yerine her zaman hangi Afgan rakibi üstte ise ona saldırırdı.
Sovyetlerin çekilmesinin ardından 1992’de iç savaşı başlatan kişi Hikmetyar’dı. Son yıllarda Taliban, El Kaide ve Erdoğan ile ittifak kurdu. Erdoğan, Türkiye’nin terörist ilan ettiği Hikmetyar’la nasıl tanıştı ve onu nasıl tanıdı?
Elbette Halid Meşal (Hamas’ın en militan lideri), İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Putin ile kişisel iş anlaşmaları da var. Kısacası, Erdoğan’ın normal bir NATO liderininkinden radikal biçimde farklı bir dizi arkadaşı var gibi görünüyor.
Ne zaman başladılar? Bu tür dostluklar nasıl gelişti? Bu ilişki siyasi mi, ticari mi yoksa her ikisi birden mi?
- Putin ile nasıl bir anlaşma yaptınız?
Bir yıl önce Rusya-Türkiye ilişkileri Soğuk Savaş’tan bu yana en düşük noktasındaydı, ancak Ağustos ayındaki bir görüşmeden sonra iki lider baltaları gömmeye karar verdi. Bunu bir boru hattı anlaşması ve Türkiye’nin bir Rus füze sistemi satın almasına ilişkin görüşmeler izledi. Daha fazlası var mıydı?
Erdoğan Rusya ile örneğin Mersin’de olası bir üs anlaşmasını görüştü mü? Kulağa zorlama gelse de, Putin hiç taktik Rus nükleer silahlarının Türkiye’ye yerleştirilmesi konusunu gündeme getirdi mi? Daha kişisel bir düzeyde, Erdoğan’ın Rus bankalarında parası var mı? Bu varlıklar kişisel mi yoksa devlete mi ait? Rusya bunlara erişimi Erdoğan’la yaptığı anlaşmalarda koz olarak kullandı mı?
- Mahkemenin 2008’de AKP’yi kapatmayı reddetmesini ne açıklıyor?
2008 yılında Türkiye Anayasa Mahkemesi, Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) karşı, partinin kapatılmasıyla sonuçlanabilecek cezaları değerlendirdi. Ancak bir yargıcın son anda yaptığı bir değişiklik AKP’nin yerinde kalması anlamına geliyordu.
Birçok Türk, Erdoğan’ın uzun süredir peşinde olduğu bir işadamının oylamadan hemen önce o yargıcın hesabına nasıl para yatırdığını anlatıyor. O gün gerçekten ne oldu? Para el değiştirdi mi? Eğer öyleyse, neden? Ve Erdoğan daha sonra Türk yetkililerin bu işadamının geçmişteki eylemlerini sorgulamasını engelledi mi?
Soru sormak cevap vermekle aynı şey değildir. Ancak sağlıklı bir demokrasi sağlıklı bir basın gerektirir. Yolsuzluk, güvenlik ve ekonomiyi ilgilendiren böylesine önemli konuların gündem dışı bırakılması Türkiye’deki basın özgürlüğüne kötü bir şekilde yansıyor.
Elbette, saklanacak bir şey yoksa, Türk gazetecilerin bu soruları ve daha fazlasını araştırmasına neden izin verilmesin?
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***