Alman basınının “Kölnlü sanatçı” diye tanıttığı Hozan Canê, Türkiye’de 1 yıldan fazla tutulduğu cezaevi günlerini Kronos Haber‘den Selahattin Sevi’ye anlattı.
O yılın en kısa gecesinin bu kadar uzun olacağı; bedeninde ve yüreğinde bu denli hasar bırakacağı aklının ucundan bile geçmemişti. Kürt sanatçı Hozan Canê, 24 Haziran 2018 seçimlerinde HDP’nin çalışmalarına katılmak üzere gittiği Edirne’den İstanbul’a dönmek üzere beraberindekilerle hareket etti. Bir tepenin yamacından geçerken içinde 60 yolcu bulunan otobüs durduruldu. Jandarma, “Devam edebilirsiniz, aksi halde hepinizi gözaltına alırız” diyerek tehditler savurdu; sadece onu indirdi.
‘İMZALARSAN SENİ SERBEST BIRAKIRIZ, YOKSA…’
Otobüsün kırmızı ışıkları TEM otoyolunda görünmeyecek kadar uzaklaştığında tek başına kaldı Hozan Canê. Kulübeye benzeyen küçük bir yere kapattılar. Üzerindeki incecik sahne kostümüyle yaklaşık 200 askerin arasında yapayalnızdı. “Bir canlı bomba yakalamış” gibi davrandıkları sanatçıdan soyunmasını istediler. “Ben bir şey yapmadım, Alman vatandaşıyım, araştırabilirsiniz” dese de fayda etmedi. Zorla soydular Canê’yi. Sonra önüne bir dosya koydular; “İmzalarsan seni serbest bırakırız ya da…”
Kimliğinde Saide İnanç yazan, sahnede Hozan Canê ismini kullanan sanatçı bu talebi kabul etmedi: “İmzalamadım, çünkü içinde ne olduğunu bilmiyordum. Belki yüzlerce kişinin katilin yaptığı olayları üstüme yıkacaklardı. Bilinçli bir kadındım, kalkıp o dosyaları imzalayamazdım.” diyor.
Kendi ifadesi ile o andan itibaren epey “hırpaladılar”. Ters kelepçe ile iki saatten fazla beklettikten sonra, 22 Haziran’da sabahın ilk ışıklarıyla bindirdikleri bir askeri araçla Edirne’ye götürdüler. “O sabahtan sonra üç gün bir nezarethanede kaldım. Üç gün de Cumhuriyet Karakolu denilen başka bir yerde… Şehirden uzaktı…” diye anlatıyor. Başına geleceklerden yine habersiz. Küçücük odada tutuluyor; uzun, siyah bir muşamba ve kirli bir battaniyenin olduğu demir parmaklıklarla çevrili mekânda üniformalarında Terörle Mücadele sözcüklerinin kısaltması olan TEM yazılı polisler kahvaltı, yemek getiriyor.
‘POLİS BANA ‘SENİ FETHULLAH GÜLEN ZEHİRLEDİ’ DEDİ’
Nezaretteki ikinci gününde zehirleniyor Hozan Canê. Bir polis kahvaltı getiriyor, onu yedikten sonra başka bir polis daha elinde kahvaltı ile geliyor. “Memur Bey, bana kahvaltı geldi” diyor ama “O kahvaltı güzel değildi, bunu ye” yanıtını alıyor. Gelen ikinci kahvaltıdan da biraz yiyor ve sonrasını hatırlamıyor. “Bayılmışım, meğer zehir varmış içinde” diyor Kürt sanatçı ve sonrasını şöyle anlatıyor:
“Beni hastaneye götürmüşler. Gözümü açtım, hastanedeyim. Kusuyordum. Midemi yıkamışlar. Kendime geldiğimde başımda bir adam, bir kadın bekliyor. İkisinin üzerinde de TEM yazıyor. “Ne oldu, burası neresi?” dedim. “Bir rahatsızlık geçirdin, seni hastaneye getirdik” cevabını verdiler. Sonra, beni tekrar oradan aldılar, elimi kelepçelediler, tekrar o nezarete götürdüler. Nezarette tekrar 3 kişi geldi beni sorguya çekti. “Nasıl oldu, kahvaltı getiren nasıl biriydi?” gibi sorular sordular. Anlattım; tipi böyleydi, şöyleydi diye. İki kişiyi gösterdiler: “Bir beni iyi tanı bir de bu bayanı” dediler. “Bunlar sana yemek getirirse al, getirmezse alma” diye tembih ettiler. Ben de “O hücreden neden bu hücreye getirdiniz?” dedim. “Ora sizin hücrenizdi burası da Cumhuriyet Karakolu’nun, siz kendiniz söylüyorsunuz… Niye buraya getirdiniz, burada kim beni zehirledi?” dedim. Suçu Fethullah Gülen’in üzerine attı TEM polisleri; “Birkaç F.TÖ’cü polis aramızda kalmış” dediler. “Gülen gelip orada beni mi zehirleyecek?”
Beklendiği gibi nasıl zehirlendiğine dair bir soruşturma yapılmamış Hozan Canê’nin. O gün bugündür midem çok ağrıyor. Hem kalp hem mide tomografisi çekileceğim. O günden sonra midem zehirlendi ve tüm etimin derisi kalktı. Daha sonra avukatlar geldi, avukatlara söyledim, dosyayı vermediler.” diyor.
Gözaltına alındıktan altı gün sonra mahkemeye çıkarılan Hozan Canê, PKK üyeliği, Cumhurbaşkanına ve Atatürk’le hakaretle suçlanıyor. Şaşkınlığını gizleyemeyen sanatçı “Öyle bir şey yoktu. Hele Atatürk’e hakaret… Ben saygı duyuyorum, ülkesine gerçekten iyi şeyler yapmış. Olmuş bitmiş, minnetim yok. Hem benim aldığım aile terbiyesinde ölüye hakaret, sövmek yok. Yani isterse yüz yıl versinler… Erdoğan’a da hakaret etmedim. Ama bir buçuk yıl ceza aldım. Erdoğan’ın yüzüne bir bayrak yapmışlar, ben o fotoğrafa tıklamışım. Hakaret de bu. Ben Erdoğan’a da sövmedim, benim aile terbiyem izin vermez. Yani onların İçişleri Bakanı kendi halkına, vekillerine çok çirkin sözler söylüyor, onların aile terbiyesidir. Bizim aile terbiyemizde Erdoğan’a da, kimseye de sövmeyiz. Ağır eleştiriler yaparız, ama öyle sövme, küçük düşürme, hakaret etme anlamında bir terbiye görmedik biz” ifadelerini kullanıyor.
90’LARIN KARANLIĞINDA ÇAREYİ SÜRGÜNE GİTMEKTE BULMUŞ
Türkiye’de Kürt çevreleri dışında az tanınan Hozan Canê, Almanya’da bir zamanlar gurbetçilerin gönlüne taht kuran, “Köln Bülbülü” lâkaplı Yüksel Özkasap’a benzer bir üne sahip. Alman medyası “Kölnlü sanatçı” diye niteliyor onu. Hikâyesi çok hüzünlü. Küçük yaştan itibaren bir çok travma yaşamış. Henüz 11 yaşındayken, Erzurum’un Karayazı ilçesine bağlı köyündeki bir adamla zorla nişanlandırılmış, 12 yaşındayken evlendirilmiş ve 13 yaşında anne olmuş. Üzerine bir de kuma getirilince küçük kızını yanına alarak evi terk etmiş. Sonrasında Arif Sağ’ın rahle-i tedrisinden geçmiş, bir konserinde Kürtçe şarkı söylediği için yıllarca hapishanelerde kalmış. 90’ların karanlığında canına da kast edilmek istenince çareyi sürgüne çıkmakta bulmuş.
AKP’nin iktidara gelmesiyle başlayan çözüm süreci… O dönemde Türkiye’ye gelip giderken sorun yaşamamış. Ama işte şimdi yine hâkim karşısında. Çıkarıldığı mahkemede aşağılamaya ve baskılara maruz kalmış. 15 yıl hapis cezası ile yargılandığı 2018’deki duruşmayı şu sözlerle aktarıyor: “Mahkemeye çıktım, hâkim 20’li yaşlarındaydı, savcı da öyle… Savcı bana soru sordu, ben de ona soru sordum. Bana, “Terbiyesizlik yapma, sus” dedi. “Savcı Bey, yaşın 20, 21 yok. Galiba okula gitmemişsin, senin annenin yaşındayım, bana terbiyesiz diyemezsin”. Hâkim duruşma sonunda tutuklu yargılama kararı verdi. Edirne Kapalı Cezaevi’ne gönderildim.”
‘SEN SOYUNMAZSAN BİZ SENİ SOYMASINI BİLİRİZ’
Edirne Cezaevi’nde neler bekliyordu Kürt sanatçıyı? Neler yaşadı orada? Teslim anından itibaren yaşadığı baskı ve işkenceleri gözyaşları ile anlatıyor: “Yedi gardiyan vardı, imza falan aldılar, beni küçük bir odaya götürdüler. Üzerimde hâlâ o incecik sahne elbisesi var. Kaç gündür yıkanmamışım… Burada da bana, “Soyun” dediler. Ben soyunmadım. “İncecik elbise, kaldırın yukarı, ne var ne yok görürsünüz” dedim. “Hayır, soyunacaksın” dediler. “Soyunmam, asla soyunmam” dedim. Bunun üzerine üç gardiyan geldi, “Soyunmayı sana gösteririz” dediler. Her biri bir elimi tuttu, birisi başımı… Elbiseyi üzerimden çıkardılar. Beni küçük tahta bir sandalyeye oturttular. Sonra kapı açıldı, Adile Naşit’e çok benzeyen bir müdür, elinde beyaz eldiven vardı. Bir gardiyan bir bacağımı tuttu, diğeri bir bacağımı… Öbür gardiyan geldi. Elini rahmime koydu, eroin arıyormuş, kanlar içinde kaldım.”
‘F.TÖ’CÜLER BENİ ÖLDÜRÜRSE DEVLETİN SUÇU YOK’ DİYE KÂĞIT İMZALATTILAR
Hozan Canê’yi burada Kürt kadın mahpus yok diye ‘F.TÖ koğuşu’ olarak nitelenen koğuşa koymuşlar. Ama öncesinde “Bak onlar başka bir örgütten seni öldürebilirler”diye de “uyarmışlar”. Hozan Canê şöyle anlatıyor: “Sonra beni oradan aldılar, koğuşa götürecekler, “Burada PKK’lilerin, Kürtlerin erkek koğuşu var sadece’”diyerek önce beni bir hücreye attılar. Hücre bir buçuk metre vardı, penceresi yoktu. Tek bir yatak vardı, kapı da demirdi. Benim de astımım var, ben kapalı yerde kalamıyorum ve nefes alamayınca kapıya vurdum, iki gardiyan geldi. “Nefes alamıyorum, çok havasız, hava alacak bir yer yok. Benim astımım var, ben Alman vatandaşıyım. Bana bir şey olursa çok büyük sorumluluk yüklenirsiniz.” Bir de çok kan gidiyor, bana tuvalet bezi getirdiler. Onunla da olmadı. “Hemen acil doktora gösterelim” dedi. Doktor baktı ve ‘çok yırtılma var’ dedi. İlaç falan yaptı bir şeyler yaptı, o kadar. Benim bu hücrede kalamayacağımı anlayınca, “Bir koğuş var, F.TÖ’cüler yatıyor” dediler. ‘F.TÖ’cüler kim, bilmiyordum o zaman. “Gülen’in cemaatinden bayanlar kalıyor. Onların yanına veririz, ama onlar o gece seni öldürürler” dediler. “Neden beni öldürecekler, siz beni öldürmüşsünüz; zehirlediniz, rahmimi çıkardınız, başka bir çeşit ölüm daha mı var” dedim.”
Kürt sanatçının bu tepkisi de önce ikna etmemiş gardiyanları, geri adım atmamışlar. “Biz seni oraya götürmek istemiyoruz. Alman vatandaşısın, ölürsen üzerimize kalırsın” demişler. Hozan Canê, “Yok, ben bildiğim kadarı insanlar. Bu havasız yerde öleceğim ya da siz beni öldüreceksiniz…” diye ısrar edince, “O zaman müdüre söylememiz lazım, senin bir kâğıt imzalaman gerekiyor” demişler. Kâğıtta, “İçerideki F.TÖ’cüler beni öldürürse devletin herhangi bir suçu yoktur, bu cezaevinde herhangi bir suç yoktur, ben kendim kabul ettim, imzamı atıyorum” yazıyordu diyor Kürt sanatçı.
‘BİZ İNSANLARI ÖLDÜRMEYİZ YAŞATIRIZ, SİZ İNSANLARI ÖLDÜRÜRSÜNÜZ’
Sonrasını şöyle anlatıyor:
”İmzamı attım, hiç korkmadım. “En azından orada kadınlar var, bu kanama hakkında bana bakarlar” diye düşündüm. Tek başıma hücrede ölürüm ben. Götürdüler beni sonra, gittik, kapı açıldı, baktım ki önümde 17-18 kişi duruyor ayakta. Çok korkuyordum, açık söyleyeyim. Onlara baktım, herhalde göz yaşım gelmiş korkudan. Baktım ki insanlar başı örtülü, soluma döndüm orada Kur’an var. “Tamam” dedim, “Bunlar bana karışmaz”. Gardiyan, “Baktın, içeriyi de gördün. Kalmak istiyor musun hâlâ?” dedi. “Yani, ölmek istiyorsan, kal” dedi. Onlar duydu. “Niye öldüreceğiz” dediler gardiyana. Gardiyan, “Çünkü bu öbür terörist. Bu, PKK teröristi, siz F.TÖ teröristsiniz” dedi. Orada bir tane uzun boylu kadın vardı, “Biz insanları öldürmeyiz, biz insanları yaşatırız. Siz insanları öldürürsünüz” diye çıkıştı. Onunla biraz tartıştı. Ben, “Kalacağım” dedim. Sonra o kapılar kapandı ve ben kapının arkasında 2-3 dakika durdum, adım atamıyordum, dizlerim titriyordu, zaten çok kan kaybetmiştim. O, Emine geldi, elimi tuttu. “Sen galiba çok korkuyorsun” dedi. Demek ki rengim çok beyaz, zaten kanamadan da rengim bembeyaz olmuştu ama demek ki daha da beyaz olmuş. “Korkma bacım. Bunlar yalan söylüyor. Biz terörist değiliz, sen de terörist değilsin, bunu bize yaşatan teröristtir. Hiç korkma” dedi. Öyle deyince içim açıldı, bir tanesi daha kalktı geldi, ona hoca diyorlardı. Devamlı Kuran okuyordu. O kalktı geldi, boynuma sarıldı. “Bak kızım, korkma bizden. Biz sana zarar vermeyiz” dedi.
‘SICAKLIK 47 DERECE, AMA HAFTADA YARIM SAAT SU VERİYORLAR’
Peki, koğuş şartları nasıldı? Neredeyse ayrıntılı bir tablo çiziyor Kürt sanatçı: “Koğuşun içerisinde, hemen köşesinde tuvalet, tuvaletin üstü açık. Sadece tahta koymuşlar. Hafif bir tahta etrafına. O tuvalet, bana gösterdi. Bu da yataklarımız” dedi. Duvarlar 3-4 metre fazla yüksekti. İki, üç masa üst üste koyduk, ben üstüne kalktım zor o şeyi açtım, küçücük bir pencere vardı. Koku gitsin diye. 17 tane yatak vardı içinde. Yatakların hepsi kokuyordu. Sonra beni bir yatağa oturttular. Bana da bir battaniye, bir çarşafı kucağıma koydular. Bana yatak serdiler, hazırladılar. Ben de çok kokuyordum çünkü ben o hücrelerde o naylon elbise, 47 derece sıcak ter kokuyordum ister istemez. Bana “su yoktur” dediler, biz senin başını yıkayalım dediler. Bana pijama getirdiler, iç çamaşırı getirdiler. Elbisem kan içinde kalmıştı, sıcaktı, kurumuştu, kokuyordu. Çok üzüldüler. “Bir tek sen bu işkenceden geçmedin, hepimiz geçtik” dediler.
‘YEMEK BİR KAŞIK PİŞMEMİŞ PİRİNÇ, BİR KAŞIK DA NOHUT’
Akşam oldu ve bize yemek geldi. Yemek de, kâğıtta, birer kaşık pişmemiş pirinç, birer kaşık nohut, bir dilim ekmek. Başka da bir şey yok. Benim yemeğimi de aldılar önüme getirdiler. “Ye, bunu da yemezsen ölürsün” dediler. O hocaları, “Bende biraz peynir var. Ekmeğin içine koyup verin. O çok kan kaybetmiş, biraz kendine gelsin” dedi. Bana ekmeğe peynir koyup verdiler. Kettle vardı, su kaynattılar. Su da her birisine haftada bir tane içecek su veriyorlar. Haftada da yarım saat su geliyor. Başımı yıkayacağım o pislerimi yıkayacağım, içecek misin…. Felaket, korkunç bir şey. Duvarda 1814’te Osmanlı tarafında oraya yapılmış ve duvarlar çok yüksek. Ve duvarlar o kadar yüksek ki, o yükseklikten sonra yol geçiyor, o kadar yerin altında. Çok ter kokuyor, tuvalet patlak. Tuvaletten sıçanlar çıkıyor.”
PKK üyeliği suçlamasıyla tutuklanan işkence gören Kürt sanatçı Hozan Canê cezaevinde Türkiye’nin başka bir yüzü ile karşılaşıyor: ‘Tutuklu bebekler’. Yaşadığı şaşkınlığı, acıyı şöyle anlatıyor:
‘O ÇOCUĞUN İŞKENCESİ KADAR HİÇBİR KURŞUN VÜCUDUMU DELİP GEÇMEDİ’
”Sonra bir çocuk sesi geldi. Etrafıma baktım, dedim “Burada çocuk mu var?”; “Evet” dedi, “Burada çocuk var”. “Kaç günlük” dedim, “15 günü daha bitmedi” dediler. Ben öyle şey oldum, çocuk da mı burada? “Bu yeni doğum yaptı. Gel çocuğa bak” dediler. Hoca, “Yok, şimdi çocuğu görmesin” dedi. Çocuğun o halde olduğunu bilmiyordum. “Bu gece görmesin, kendisi de bitkin. Yatağa uzatın, ekmek varsa verin yoksa da yapacağımız bir şey yok” dedi. Öyle kaldım. Ertesi gün artık bebek ağladı. “bebeği görebilir miyim?” dedim. “Emin misin, görmek istiyor musun?” dediler. “Göreyim, ağlıyor, benim içim sızlıyor” dedim. Bebeği gördüm, aman Allah’ım, bu ne… Etleri pişmiş. “Kim terörist, kim zalim bu bebeği gör, yeter” dedim. O çocuğu gördükten sonra kusmaya başladım. Üstümde bir tane tülbent vardı, ben gerçekten “Bu çocuk mu şimdi?” dedim. “Maalesef, çocuk burada doğdu” dediler. Annesinin vücudu hala siyahtı, gösterdiler bana. Allah bırakmaz. O kadar ben işkence yedim ama o çocuğun işkencesi kadar dünyada hiçbir kurşun vücudumu delip geçmedi. Çocuğun bacak altlarının hepsinin eti kalkmıştı. Süt vermiyorlardı, bez vermiyorlardı, krem vermiyorlardı, su vermiyorlardı yıkayalım. Hadi büyüklere işkence yapıyorsunuz, o bebek ne PKK’li doğdu ne FETÖ’cü doğdu. Bu, melek. O çocuk benim hala rüyalarıma geliyor, psikolojim bozuk hala tedavi görüyorum. Bir çocuğu gördüğümde ben o çocuğu görüyorum. Allah ahını yanlarına bırakmasın…
‘F.TÖ Koğuşu’ndaki kadınlarla ilişkisi nasıldı? Anlatıyor Kürt sanatçı: Meselâ, onlar Kur’an okuyordu, Kur’an okuma saatleri vardı. Bana bir saat film izleme izni verdiler. Küçücük bir televizyon vardı. “Ses geliyor, ama izle, senin psikolojin iyi olsun” dediler. Alışveriş yaparken hiç ayrım yapmadan benim payımı veriyorlardı. Ben onlardan hiç kötülük görmedim. “Beni öldüreceğinizi söylediler. Her şeye rağmen kâğıdı imzaladım, bütün suçu üzerime attılar. Gerçekte siz de çok iyi insanlarsınız” dedim.
Almanya basını Hozan Canê’nin dava sürecini yakından takip etti.
‘ALMAN KONSOLOSLUĞU BENİ BURADAN ÇIKARMAZSA İNTİHAR EDECEĞİM’ DEDİM
Avukat geldi, avukata, “Acil Alman konsolosluğunu arayın” dedim. Konsolosluk beni buradan çıkarsın ya da ben intihar edeceğim dedim. Su yok, yıkanma yok, yedi günde bir yarım saat su, günde yarım saat havalandırmaya çıkarıyorlar, ama havalandırmanın üstü yine kocaman şişlerle kapalı. Biz kendimiz için sevinmiyorduk, yarım saat o çocuk hava alsın diye. Daha sonra Almanlar devreye girdi ve ben 1 ay 4 gün, 5 gün orada kaldım Edirne’de. Almanlar dilekçe yazdılar bakanlığa, beni Bakırköy Cezaevi’ne götürdüler. 1 yıldan fazla da orada tutuldum. O çocuk ne oldu bilmiyorum, ama o çocuk hâlâ hayatımdan çıkmamış o çocuk hâlâ geceleri benim hayatımda. Bir gün görmesem ertesi gün kesin görüyorum. Belki büyüdü, belki öldü bilmiyorum, ama o çocuk benim hâlâ hayatımda. Ağır terapi görüyorum.”
‘ALLAH AHINI BIRAKMASIN O ÇOCUĞUN, ADI NEYDİ, HAYATTA MI BİLMİYORUM’
Adı henüz konulmayan çocuğun annesinin ismini de hatırlamıyor Hozan Canê: “Adı neydi bilmiyorum ki, 17 kişiydik. Bir Emine’nin adını biliyorum, bir de hocanın. Bildiğim Manisalı idi, eşi de müebbet almıştı. Eşi bir okulda şoförmüş. Herhalde para falan götürmüş, bankaya yatırmışlar. Kadın da zaten hiçbir şey bilmiyordu, okuma yazması da yoktu. Kur’an da bilmiyordu. O hoca ile başka kadın okuyordu. Kadın çok gençti, sanırım ikinci doğumuydu. Bir çocuğu da, 1 buçuk 2 yaşında dedi. O da, eşinin amcası varmış Manisa’da, ona vermişler. Bu da hamile gelmiş, doğum yapmış. Ben bunu nasıl unutacağım, bilmiyorum. Ben bir Kürt, onlar Türk‘tü. Tamam, bize yapıyorlar, biz Kürd’üz, bizi öldürmek istiyorlar. Ama bir insan kendi ırkındaki yeni doğan bir bebeğe de bunu yapıyorsa, bu insan çok tehlikelidir.”
‘TÜRKLER İÇİN KÜRTLER İÇİN TEK TEHLİKE AKP-MHP REJİMİDİR’
“Türkiye’nin en büyük tehlike saçan şu anki ucube rejim Erdoğan’ın kendisidir. Türkiye’yi hiçbir tehlike beklemiyor. Tehlike AKP’dir şu an. Orada 4 yıl cezaevi hayatını yaşadım, rehin kaldım ve içeride, dışarıda tahliller yaptım. En büyük tehlike sadece AKP- MHP ittifakıdır. Türk halkı için; Türkler için, Kürtler için, başka ırklar için, tek tehlike onlardır ve sonunda da ortaya çıkacak. Türkiye’yi mahveden, parçalayan o adamdır. Bir tane yeni doğan çocuğa bu işkenceyi yapan yani… artık söyleyecek tek kelime yok, sözün bittiği yerdeyiz. Artık Türk halkı kendi kaderini kendi çizecek. Ya daha çok öyle çocuklar o şekilde işkenceden ölecekler ya da kararını verip kendi ülkelerini özgürleştirecekler. Bütün diğer halklarla kucaklayıp dili.”
‘BİR O ÇOCUK, BİR DE HÜCRE HAYATIMI BİTİRDİLER’
Edirne’deki cezaevi tecrübesinden sonra ikinci travmayı götürüldüğü İstanbul’daki Bakırköy Kadın Cezaevi’nde geçirmiş Hozan Canê. Yaşadıklarını farklı dillerde kitaplaştırılacak olan sanatçı, “Orada 60 kişiydik, 25 metre karede kalıyorduk ama en azından birbirimize kenetlenmiştik, birbirimizin derdini dinliyorduk, orada su vardı. Ama son, dışarı çıkacağım bir, bir buçuk ay kala beni hücreye attılar. O hücrede çok kötü şeyler yaşadım. Bir o çocuk, bir o hücre… hayatımı bitirdiler” ifadelerini kullanıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***