YORUM | Cihangir Asyalı
“Günlerdir insan yüzü görmedim, kendi sesimden başka çıplak insan sesi duymadım sokaktan ve binadan gelenleri saymazsam. Şu an kimi bulsam saatlerce konuşabilirim onunla. Dinleyebilirim de. Öylesine açım insana, bir insanın yakınlığına…”
Bu satırları, yalnızlığı iliklerine kadar yaşayan birinden okumak sarsıyor insanı. Çünkü ortada, bütün ülkeyi, hatta devletler arası ilişkiler çerçevesinde bütün dünyayı saran aşağılık bir istibdat, insafsız bir tecrit var. Bu tecrit, kimini hapisle, kimini gaybubetle, kimini elektronik kelepçeyle bulunduğu yere mahkum etmiş durumda. Sahip olduğu imkân ve sevinçleri elinden zorla alınmış on binlerce insan var. Bu durum karşısında insanlık ne yapıyor peki? Ne yapsın, yığınlardan kanaat önderlerine ve hatta insan hakları kuruluşlarından demokratik devletlere kadar herkes susuyor. Aslında bir dram var ortada fakat kaderin de bir planı var diye teselli buluyor mağdurlar.
İşte, edebiyat böylesi zamanlar için vardır. Eli kalem tutan, yüreği, olup bitenlere kayıtsız kalmayan şair ve yazarlar, çok şükür ki bu yaşananlara satır satır, mısra mısra ses oluyor, soluk oluyorlar. Kıymetli dostum Yusuf Ünal da öyle. O, sürece duyarlı nitelikli kalemlerden biri olarak, mağduriyetleri edebiyat dünyamıza nakşedip duruyor. Bunu yaparken de dilin imkânlarından olabildiğince faydalanıyor.
Tıpkı “Hengame”de olduğu gibi, “Kaçış Rampası”yla da, kalbimizi, insan yanımızı hemen tesiri altına alıveriyor. Nasıl almasın ki, bir eserde hisler ve düşünceler ne kadar gerçek ve yoğunsa, okurdaki tesiri de o ölçüde yoğun olur. Bu, belki de, yazılanların hâlen yaşanıyor olmasıyla ve de gerçeği, insan psikolojisi üzerinden edebiyatın altın suyuna bandırmasıyla ilgilidir. Bu noktada, eserin kurgu veya gerçek olması çok da mühim değildir açıkçası.
Bazı edebi türler ya da şöyle söyleyeyim, günlük, mektup, hatıra gibi kurgusal olmayan edebi eserler, hem tarihin hem de edebiyatın alanına girerken, roman ve hikâye gibi kurgu eserler, konusu tarih, siyaset, her ne olursa olsun yalnızca edebiyata dahildir denilebilir. Hemen belirtmeliyim ki “Kaçış Rampası,” her ne kadar günlük formatında bir roman olarak kaleme alınmış ve okura öyle sunulmuşsa da, basbayağı gerçek bir günlük olarak da okunabilir. Ve dolayısıyla, edebiyatla birlikte tarihin alanına da dahil edilebilir. Aliya İzzetbegoviç’in “Özgürlüğe Kaçışım,” Antonio Gramsci’nin “Hapishane Günlükleri” ya da Annelies Marie (Anne) Frank’ın “Hatıra Defteri” de öyledir ve tarihin ilgi alanına giren edebî eserlere örnek verilebilir.
Bu durum, kahraman anlatıcının okur ve eleştirmenler tarafından, peşin bir önyargıyla, yazarın bizzat kendisi olarak görülmesiyle ilgili değildir. Çünkü gerçekten yaşananlar da bizzat yazarı tarafından kurgusal alana çekilerek emniyet alanına dahil edilmiş olabilir. Bu yılın Nobel edebiyat ödülünü kazanan Annie Ernaux’nun da yine günlük formatında romanlarıyla benzer bir yol seçtiğini hatırlatmalıyım.
Bu eser, bir parçası olduğumuz sürecin hapishane, gaybubet, hicret ve harici mağduriyet basamaklarından gaybubet odaklıdır daha çok. Eserin kahramanı Osman öğretmen özelinde, cümleler içinde akıp giderken, yazarın hisleri, beğenileri ve eleştirileri de dobra dobra akıp gider. Konuşma ihtiyacını herhangi bir insanla giderememenin dezavantajı avantaja dönüşmüştür. Çünkü bu bir sağaltımdır onun için. “Kendime okuya yaza bir dünya inşa etmeye çalışıyorum,” diyerek, o dünyayı inşa eder de nihayet. Bunu edebiyatın diliyle gerçekleştirdiği için, süreci yaşayan ve seslerini duyuramayan her bir kimsenin, özellikle gaybubet yapanların da dili olur böylece.
Peki, insan, böylesi bir tecrit halindeyken ne yapar, nasıl bir psikolojiye bürünür; kendini nasıl teselli eder? Şayet, böyle bir soru soracak olursak, cevap olarak pek çok cümle düşer dile. Bir yalnız, düşünür; evet, en çok da düşünür. Televizyon seyreder sonra. Her ne kadar kişiye ve bakış açısına göre değişse de okur, yemek yapar, özler, ağlar, ibadet eder, ümit eder, sorgular, eleştirir ve çekinir. Çünkü bir saklanma ve örtüye bürünme halindedir.
Öte yandan, hastalanmaktan son derece korkar; doktora gitmek büyük risktir. İçten dışa uzanan sorular ve cevaplar arasında bulur kendini sonra… Eşe, çocuklara, akrabaya, arkadaşa ve kendine dair cümleler kurar. Her evde az çok görülen insani didişme ve çatışmalardan ulvi meselelere değin pek çok konuda çözümlemeler yapar. Hele de okuyan biriyse, kültür, sanat ve edebiyata tutkun biriyse, alıntılar ve göndermelerle zenginleştirir düşüncelerini, satırlarını.
Yılların verdiği bir okuma birikimi vardır içinde. Kitabın bir yerinde şu cümleleri kurar: “… bir set çektim içimin önüne, bir baraj kurdum anımsamalarımdan. Yalnızlık denilen o konuşkan kuşum ha bire gevezeleşti. Baraj yükseldikçe yükseldi. Kendi kendime konferanslar vermeye başladım evin kapalı perdelerine, kör duvarlarına, yerde sürünen halılarına. Ama sonunda o setin önünü açacak, bundan sonraki duygu ve düşüncelerimi kayda geçirecek bir yol belledim. Günlük tutuyorum artık.” Evet, günlük tutuyordur. Şiirlerle, türkülerle, kitaplarla; doğanın renk, desen ve ahengiyle; yemekle, filmle, belgeselle iç içe bir yalnızlık şarkısı söylüyordur. Bu sese kendi iç sesini ve dış sesini katarak bir ritim tutturuyordur. Peki, kimin için? Kalbin adımlarını bu ritme uydurabilenler için elbette.
Şartlar gün gün içinden çıkılmaz hâle gelmiş, çember daraldıkça daralmıştır. Ashabı Kehf’in zamanını hatırlatan zulüm, ya yoldan döndürecek ya da taşlayarak öldürecek konumdadır. Bu durumda ne yapılacaktır peki? Ya tahammül ya sefer… Bin bir türlü yaşanmışlık ve hatıralarla bezeli, az da olsa sevdiklerle dolu vatandan hicret edilecektir. Ama nasıl? Düşman kavi mi kavi, şartlar da düşmandan beter iken, nasıl? Her mazlum için biçilmiş çileye ve fedakârlıklara katlanılacaktır. Artık çıkar yol yoktur kaçmaktan başka. Gerekli tedbirler alınacak, giden de kalan da Allah’a emanet edilerek yola çıkılacaktır.
Çıkılacaktır lakin elde avuçta bir şey kalmamıştır. İnsanoğlu çiğ süt emmiş, dindar coğrafyanın müslüman fertleri, dini “-mış” gibi yaşamayı hayat haline getirmiştir. Bereket ki iyiliği şiar edinmiş, adanmışlığı karakter haline dönüştürmüş yiğitler vardır hâlâ. Her dara düştükçe onların Hızır solukları yetişecek, zorluklar kolayca aşılır olacaktır. Fakat ayrılık öyle kolay bir şey değilken, bir de böylesi, bir insanın boğazından kara çalı sökülüyor gibi yaşanan bu veda, ölüm kadar ve belki ondan daha zor olacaktır. Kader hükmünü vermeyegörsün, önünde durulmaz ki…
Zaman akadursun, kader de sevkini yapar nihayet. Cebri hicretin kapısı ardına kadar açılmış, yeryüzü insanlarının kıvamını bulmuşları dünyanın dört bir yanına saçılmış ve saçılıyordur inciler gibi. Evet: inci. Çünkü o, göz alıcı bir güzelliktir ama ıstıraplı bir doğum sancısının da meyvesidir aynı zamanda. Bu sebeple, hapse, gaybubete, bin bir güçlükle kuşatılmış vedalara, gurbetlere katlanılacaktır, zor da olsa.
Şükür ki her zorda bir kolaylık ve çıkış noktası olur, kaçış rampası gibi. Kaçış rampası nedir peki? O, her ne kadar bir emniyet uygulaması olsa da, kitabı okurken çağrışımı çoğalıyor zihinde. Şöyle ki, dört duvar kapalılık esnasında kitaba ve kaleme sığınmak bir kaçış rampasıdır. Daralıp bunaldıkça duaya sığınmak ve seccadeye kaçmak da öyle. Öte yandan, zalimin zulmünden ve bu zulmün bir parçası haline gelen insafsız gözlerden saklı bir eve, bir daireye kaçmak. Ve nihayet, onca hatırayla dolu ama artık yaşanmaz hâle gelen vatandan, bin bir türlü karmaşa içinde, büyük bir kaçışa, özgürlüğe sığınmaktır. Bir başka yönden bakılırsa, kararında ve kıvamında tamamlanan bir ömrün sonunda cennete yükseliş rampasıdır Allahualem.
Evet, “Kaçış Rampası,” günün onca hayhuyu içinde edebiyatın çiçekli bahçesine kaçma fırsatıdır okur için de. Sevgili Yusuf Ünal, “Gül Dikenler”den başlayarak “Hengame” ve bu kitaba kadar gelen yolculuğunda edebi tadını ve üslubunu bir eşiğe getirmiş bulunuyor artık. Artık bununla birlikte, yazdığı ve yazacağı bütün kitaplar, edebiyatımıza bağdaş kurup oturacaktır.
Son söz olarak, zor zamanlar meyvedardır, derim. Kalemi bereketli olsun “Yusuf’un.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***