YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Brezilya’da seçimleri kaybeden popülist sağcı başkan Bolsonaro, iktidarı seçimin galibi solcu Lula de Silva’ya devretmek durumunda kaldıktan sonra ülkeden ayrıldığında herkes derin bir nefes almış ve dünyanın yüzölçümü olarak en büyük beşinci, nüfus olarak en büyük yedinci ülkesinde demokratik teamüllerin işliyor olmasını memnuniyetle karşılamıştı. Oysa bugün (8 Ocak Pazar) akşam saatlerinde Brezilya’nın karıştığını öğrendik. Eski başkan Bolsonaro taraftarları parlamentoyu, anayasa mahkemesini ve başkanlık sarayını basarak, bazı güvenlik güçlerinin de kendilerine göz yumduğu bir ortamda başkan Lula de Silva’yı devirme girişiminde bulundu. Ben bu yazıyı yazarken olaylar halen devam ediyor ve Brezilya’da durumun ne yönde gelişeceği belli değil.
Başkan Lula de Silva olayları henüz kontrol altına alabildi mi, bilemiyoruz. Seçildiğinde, Brezilya devlet bürokrasisinde ciddi bir Bolsonaro etkisi olduğu biliniyordu. İktidar devrinden sonra Bolsonaro’nun iktidarı devretmeme olasılığı üzerine spekülasyonlar yapılıyordu. Bolsonaro Brezilya’dan ayrılma kararı verdikten sonra ABD’ye gitti ve birçok analist ve uzman bunu Brezilya demokrasisinin kurumsallığı ve anayasal devlet mimarisinin oturmuşluğu adına çok olumlu karşıladı. Hatırlayacaksınız, 14 Aralık 2020’de başkan Biden’ın seçimleri kazandığı ilan edildikten hemen sonra Trump seçimlere hile karıştığını iddia etmiş ve iktidarı teslim etmeme eğilimine girmişti. 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’nde başkan Biden’ın seçimleri kazandığı onaylanmadan hemen önce geniş kitleler halinde Kongre binasına saldırıda bulunulmuş, sivil bir darbeyle ABD demokratik seçimlerine müdahale edilmek istenmişti. Darbeci saldırganlar “ülkelerini geri almak” iddiasıyla bu sivil kalkışmayı yapmışlar ve dünyanın en köklü ve kurumsal demokrasilerinden birini uçurumun kenarına getirmişlerdi. Trump’ın başkan yardımcısı Pence demokratik sonuçların gereğini yapmış ve Biden’ın galibiyetini tanımıştı, böylelikle sivil darbe teşebbüsünün başarısızlığa uğramasında kilit rol oynamıştı. Sürecin sonunda ABD demokrasisi yara alsa da bu saldırıyı atlattı ve devir teslim sonrası işler normale döndü. Aralarında bir polis memurunun da bulunduğu 5 kişi hayatını kaybetti.
Brezilya’da olan bitenler ABD’de olanların adeta bir kopyası. Trumpizm olarak özetlenen popülist liderlerin demokrasiyi delme girişimleri dünyada yaygınlaşırken, Brezilya’da bu kalkışmanın sonuçları tüm dünya hukuk devletlerini yakından ilgilendiriyor. Bu salt görece yeni ve tam olgunlaşmamış hukuk devletleri için değil, en gelişmiş demokratik devletler için de geçerli.
Türkiye, 2023’te yüz yıllık cumhuriyetinin en kritik virajına girerken, dünya konjonktüründen etkilenmemesi olanaksız. Evet, Türkiye de bir zamanlar kısmen işlevsel bir yarı-hukuk devletiydi. En azından 2013 sivil darbesi sonrası yürütme organı yargıyı ele geçirmeden önce, ara dönemler haricinde demokratik seçimlerin sonucu tanınacak mı tanınmayacak mı diye bir soru işareti olmazdı. 15 Temmuz 2016 tartışmalı darbe girişimi sonrasında devlet mimarisi zaten çökmüş bulunan Türkiye’de tam bir otoriterleşme süreci başladı. Türk tipi başkanlık sistemine resmen geçildikten sonra da, Erdoğan’da cisimleşen otoriter rejim, tüm denge ve fren mekanizmalarını ortadan kaldırdı. Erdoğan rejiminin güç paydaşı olan MHP ve derin devlet, tüm devlet bürokrasisini yeniden biçimlendirdi ve ciddi anlamda – anayasa dışı yollarla – kadrolaştı. Türkiye şu an itibarıyla, Brezilya’dan çok daha gerilere düşmüş, yarı otoriter bir ülkedir. Eğer Brezilya’da bugün yaşananlardan ders çıkarılacaksa, öncelikle bu durumun nesnelce saptanması ve itiraf edilmesi çok büyük önem taşıyor. Erdoğan, gücünü konsolide etme ve rejimi kontrol edebilme kapasitesi bakımından Bolsonaro’nun çok daha ilerisindedir. Brezilya kurumsallaşma ve devlet mimarisinin işlerliği bakımından Türkiye’nin 2013 öncesi durumu gibi. Fakat bu Brezilya, seçimlerdeki net sonuca ve iktidarın devir teslim işleminin yapılmış olmasına karşın, bugün bir net sivil kalkışmayla karşı karşıyadır. Aynı durum, Brezilya’dan çok daha ileri seviyede olan, dünyanın en kurumsallaşmış demokratik devletlerinin başında gelen ABD’de de geçerlidir. Trump’ın seçim sonuçlarını tanımaması, ardından gerçekleşen kalkışma ve sonrasında ABD Cumhuriyetçi Parti’sinde halen süren deprem, tehlikenin tam geçmediğinin emareleri. Dediğim gibi, bugünkü Erdoğan Türkiyesi’nde masa başı seçim müdahaleleri ve diğer “doğrudan manipülasyon araçları” bakımından çok daha geniş imkânlar mevcut.
Bu noktaya kadar Brezilya ve ABD olaylarından bahsederek Türkiye özelinde genellemelere varmaya ve bazı ihtimal hesaplarına girmeye çalıştım. Fakat daha da açmak gerekirse, şunları belirlemek ve tarihe daha da net bir not düşmek öyle sanıyorum ki oldukça gereklidir:
Bugün Türkiye’de rejim – ABD ve Brezilya’nın çok daha ilerisinde – ciddi güç olanaklarına sahiptir. Bu rejimde Erdoğan’ı ve onu iktidarda tutan güç paydaşlarını dengeleyebilecek hiçbir güç yoktur. Ne Anayasa Mahkemesi, ne diğer yüksek yargı organları, ne Yüksek Seçim Kurulu, ne TBMM, ne ordu, ne istihbarat, ne akademi, ne sivil toplum, ne de medya–rejim bu saydıklarımın tümünü etkisiz hale getirmiş durumda.
Şimdi bu ortamda Türkiye tarihinin en önemli seçimlerine giriyor ve hala bu seçimlerin adil ve özgür seçimler olmayacağının üzerinde yeterince duran bir muhalefet ve aydın sınıf yok. Ben bunu çok ciddi bir problem olarak görüyorum.
Erdoğan sizce iktidarını sürdürme hususunda Trump’tan veya Bolsonaro’dan daha az mı isteklidir? Veya sizce Erdoğan şeytana uyup demokratik seçimleri tanımama veya manipüle etme yolunu seçerse, onu frenleyecek mekanizmalar ABD’dekiyle veya Brezilya’dakiyle aynı oranda mevcut diyebilen çıkabilir mi? İtirazları duyar gibi oluyorum: “Hocam ne yapalım, havlu mu atalım?” Havlu atmayalım! Ama mesela hızla giden trenin üzerine oturduğu raylarda bir teknik sorun varsa ve bir mühendis bunu tren o noktadan geçmeden tespit ederse, o mühendise “ne yapalım, treni mi durduralım? diye soran olursa, bunu normal karşılar mısınız? Ben siyasi bir analizciyim ve gördüğümü söylemekle yükümlüyüm. Moral-motivasyon koçu değilim! Bu gidişatın demokratik bir iktidar devir-teslimi ile sonuçlanma ihtimali oldukça düşüktür. Eğer bugün bilmediğimiz iç güç denklemleri ortaya çıkmazsa, çok büyük olasılıkla seçim sonuçlarına müdahale edilecek ve bu rejimin sert kolluk-istihbarat kontrolü ile korunacak. İş bu noktaya gelince, birkaç dünya liderinin ve etkisi sıfırlanmış AB’nin falan Twitter’dan yapacağı üç-beş dayanışma paylaşımı dışında ne olacak? Bir fikri ya da bir planı olan var mı?
Emin olun, Erdoğan kendisinin ve diğer güç paydaşlarının siyaseten, finansal olarak, hukuken ve daha birçok başka bakımlardan (Yüce Divan da dâhil!) sonunu getirecek bir demokratik seçim sonucuna fit olmayacaktır. Onu buna zorlayıcı herhangi bir mekanizma veya onun gücünü dengeleyici başka bir güç kaldı mı Türkiye’de? Onu geçtik, seçim sonuçlarını bile net öğrenme olanağınız olmayacak. Ne Anadolu Ajansı, ne de YSK size güvenilir sonuç verecektir. Eğer Erdoğan ve rejim taraftarları da bu duruma itiraz eden muhaliflere ABD’deki ve Brezilya’daki kalkışmacıların yaptığı gibi karşılık verirlerse, rejimin kolluk güçleri ve istihbarat birimleri de Erdoğan’ın ve kitlesinin arkasında dururlarsa ne olur? Bu ihtimalin marjinal olduğunu düşünen bir siyaset yorumcusu veya uzman var mı?
Brezilya olaylarından çıkarılacak birçok ders var.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***