Başlığın devamını da “git tıpış tıpış oyunu ver lan şimdi, hasta etme adamı!” diye getirmek olası belki: “Özgür ve adil” seçimlerde tabii. Tekme, tokat, hakaret, uygun adım marş. Ve hep aklımızın bir köşesinde şu olsun. Murat Sevinç’in yazdığı gibi: “Ekonomi kötülemese oyları pek düşmezdi” varsayımı, halimizi anlatmıyor mu? Rakı masalarında, kahvehane sohbetlerinde dile getirilen “parlamenter sistem kalsa, ölene dek başbakandı” savı da var.
Aşağıdaki çizelgenin kaynağı ülkemizin de üyesi olduğu OECD. Hukukun üstünlüğü endeksinde 1980 darbesinin ardından düştüğümüz çukurdan bir türlü çıkamadığımızı gösteriyor. Ayrıca komşumuz İran’la başa baş gittiğimizi de. Demek ki bu durumu pek dert edinmiyoruz açıkçası. Yahut dert edinen ya vatan haini ya bölücü veya bozguncu. Siyaset tiyatrosu bu sahnede oynanıyor.
Bazı “şeyler” büyük harfle DEVLET politikası. Bolu, malum İstanbul-Ankara arasında güzide bir ilimiz. Oranın devletini seven CHP’li belediye başkanı Tanju Özcan beğenmiş (bkz. görsel) polisin attığı tokadı. Aile fertleri Roboski’de devlet kazasıyla katledilen HDP istanbul İl Başkanı Encü’nün polis memurunu itmesini de eleştirmiş. İşte THK hakemi modeli sureti haktan görünerek maçı ince kıyım doğramaya güzel bir örnek. Fransa’da da muhalif lider Mélenchon’un evinde polis arama yaptığında adıgeçenin tepkisi de eleştirilmişti. Eleştirilir, çünkü çizelgeye bakarsanız Fransa o üstteki mavi çizginin içinde. Ya biz?
Encü hakkında kullandığı dil dimağının ve dağarcığının kısırlığını, hışırlığını yansıtan Özcan da İmamoğlu gibi CHP listesinden seçilen bir belediye başkanı. Bolu’nun nüfusuysa İstanbul’un bir ilçesi kadar belki, bilemediniz 300.000 kişi civarında. Ancak Özcan’ın siyaseten hizaya çekilmesi, İmamoğlu üzerindeki genel merkez baskısıyla kıyaslandığında neredeyse yok gibi.
Yeri gelmişken kısa bir dünya turu atalım: GAC’de Cumhurbaşkanı Ramaphosa’nın evinde milyon dolara varan nakit para bulundu ama partisi ANC onun mecliste devrilmesine izin vermediği gibi, genel kurulda onu yeniden ANC lideri seçmek yönünde irade gösterdi.
Peru’da Cumhurbaşkanı Castillo meclis tarafından görevden alındı ki bu Peru’da artık olağanlaşmış bir durum. Fransa’da Başbakan Borne, meclis onayının etrafından dolanmaya cevaz veren anayasa maddesini defalarca kullandı. Trump hakkında Temsilciler Meclisi ilgili komitesinin yargılanma talebi açıklandı. İngiltere’de başbakan Sunak’ı halk değil Muhafazakâr Parti seçti. Putin’e hem kendi halkından hem eskinin III.Dünya ülkelerinden destek sürüyor.
Yani diyeceğim bir kokuşmuşluk var sanki bizim köyün de ötesinde. Ama biz zemin arıyoruz henüz, hukuk devleti zeminini. İçine başımızı sokabildiğimiz yapı gecekonduya dönüşmüş. Yapıyı yıkıp yeniden yapmak en doğrusu ama en zoru da. Dolayısıyla restorasyondan söz ediliyor, hem de karakışın ortasında. Tarihi yapıların restorasyonunun mimarlıkta uzman uygulama alanı olduğunu biliriz. Hangi yaklaşım daha çözüme yönelik?
Gelin bir başka çizelgeye de bakalım. Paylaşan Prof. Dr. Ali İhsan Göker “Dünyada nüfus olarak 17. sıradayız. Polis sayısı olarak 8. sıradayız. (Şu an 6. veya 7. bile olabiliriz.) 1.4 milyar nüfuslu Çin ve Hindistan’ın 4’te 1’i kadar polis var. Neden bu böyle acaba? Buna rağmen ana caddelerde bile görünür bir devriye yok hemen hiçbir yerde. Cezaevi kapasitesi olarak AB’de açık ara 1. sıradayız. Nüfusu Türkiye ile aynı Almanya’da cezaevinde sadece 60 bin kişi var. TR’de ise 325 bin kişi.” yorumunu eklemiş.
Üstelik bu polis teşkilatının başında İçişleri Bakanı sıfatıyla en berceste siyasetçilerimizden Süleyman Soylu var. Bekçiler de cabası. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmeyi filan bir yana bırakalım eğer seçimin ardından bir şeyler değişecekse İçişleri Bakanı atamak bile kendiliğinden bir sıçrama yaratmalı.
Anayasasızlık, keyfilik, ceberrutluk özcesi “saldım çayıra, mevlam kayıra” ortamında muhalefet de siyasetsizlikle malûl. Evren Balta “Altılı Masa’nın iktidarın stratejilerine yönelik bütünlüklü bir set çekme planı yok. Sorunları aday tartışmasında olduğu gibi meseleyi ertelemenin çözmek olduğunu sanmaları. Kritik anlarda seçim kazanma konusunda vazgeçilmez olan toplumsal muhalefetin desteğinin üzerine çimento dökerek ilerlemeleri. Kendilerine demokrasi için destek veren çoğunluğu, siyasete değil siyasetsizliğe davet etmeleri.” diyor.
Benzer biçimde Çiğdem Toker de “Sürekli beklemek, olup bitenlere sanki bir marifetmiş gibi şaşırmamak yerine, muhalefetin en az iktidar kadar -ama olumlu yönde- bir siyasal eylemliliğe girişmesinin elzem olduğu bir döneme girdik.” değerlendirmesini yapmış. Altılı Masa yöneticileri, o partilere mensup milletvekilleri okuyor mu, dinliyor mu, bakıyor mu, ilgileniyor mu bilemem. Bilemem zira ses verdiklerine tanık olmadım.
Nitekim bu yazının yazıldığı Salı günü CHP grup toplantısında Sayın Kılıçdaroğlu “Herkes Bay Kemal’i beklesin” dedi. Beklemeye, ama her durumda sürekli beklemeye davet ederek muhalefet? “Stratejik sabır” kavramına yaslandığı varsayılabilir. Ama kurmaylıkta bir de “pousser l’avantage” vardır benim bildiğim firenkçe: Yani, muharebede üstünlüğü ele geçirdiyseniz, ivmeyi korumak, bozulduysa düşmanı izlemek gerekir. Beklemek, yargıya ve kolluğa güvenmek ve TBMM’de erken seçim kararına destek verip, anayasaya aykırı olsa da cumhurbaşkanına üçüncü seçime girme olanağı tanımak “ivmeyi korumak” kapsamına girer mi, takdir sizlerin.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***