YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet sitesinde “Geleneksel Türk Halk Müziğinde Ağızlar” başlıklı bir not var. Bahse konu notta, “geleneksel Türk halk müziğini diğer ulusların halk müziklerinden ayıran önemli unsurlardan birisinin dil olduğu, dilin şivedeki söyleyiş değişiklikleriyle oluşmuş küçük kollarına ağız dendiği… ağız kavramıyla şivenin eşdeğer görüldüğü” şeklinde bilgiler yer alıyordu. Aynı notta uzun havadan kırık hava türlerine birçok ağız örneği sıralanıyor, farklı bölgelerden ağız çeşitleri örnekleriyle anlatılıyordu.
Ağız konusundan bahsetmemin nedeni Saray’ın sözcüsü (Saray’ın türkücüsü de denilebilir) İbrahim Kalın’ın İsveç SVT kanalına verdiği/yarıda kestiği röportajla ilgili medyaya yansıyan haberdi. Bahse konu röportaj esnasında Kalın, “önceden kendisine verilmeyen, prompterda cevapları yazmayan ya da kendilerince hazırlanmayan sorular” karşısında muhatap gazeteciye sinirlenerek röportajı yarıda kesmişti. Hatta Kalın “bunlar Fetö (!) ağzıdır, bunlar PKK ağzıdır… Biz bu iddiaları defalarca duyduk… Bunların bizi korkutacağını sanmayın” gibi alengirli retoriğinden sonra yayının kesilmesini istemişti.
Türkiye’deki mevcut rejimi tanıyanlar bu türden üst perde diskuruyla ne kastedildiğini gayet net anlıyorlar. Eğer birisi sesini yükseltip ‘biz bunlardan korkmayız, bunlar saçma sapan sorular’ ifadelerini kullanmaya başladıysa ve kendisine sorulan soruları cevaplamak yerine karşısındakini ya da kendileri dışındaki kişi ve grupları suçlamaya başladıysa biliyoruz ki ortada üstü örtülmeye çalışılan bir suç, bir kusur, bir haksızlık, hukuksuzluk ya da bir suçüstü hali var demektir.
NATO üyeliği için Saray’ın keyfini bekleyen İsveç yönetimi ve kamuoyu da “Bülent Keneş’in deportuna” bağlı onay süresi boyunca iç kamuoyuna yönelik bu türden manipülatif ergen tavırlarla, böyle “Saray ağzıyla’’ daha çok karşılaşacak.
Saray türkücüsünü sinirlendiren şeyin ne olduğunu merak edenler için sorulan soruyu tekrar edeyim, zira “ağız” konusuyla nedensellik bağı bu şekilde daha net anlaşılacaktır: “Türkiye, kokain ticareti için bir merkez haline geldi mi ve yabancı suçlular Türkiye’de rahat hissediyorlar mı?” diye soruyor gazeteci. Bu türden bir soruya Süleyman Soylu’nun daha yirmi gün önce yaptığı ancak doğruluğu konusunda şüpheler uyandıran “haftada ortalama beş bin uyuşturucu satıcısını veya imalat yapanı gözaltına alıyoruz” açıklamasını referans alarak “evet” ya da “hayır” şeklinde bir cevap verip gerekçelerini de açıklamak, sorunun devamını da sessiz kalarak geçirmek mümkünken Kalın, “Bu dürüst gazetecilik değil… Bunlar saçma sapan sorular… Bu iddiaları defalarca duyduk… Bunların bizi korkutacağını sanmayın…” diyerek hem karşısındaki muhatabı hem de kendi dışındaki kişileri suçlayarak röportajı terk ediyor.
Kalın’ın ifadelerinin ve tavrının muhatap gazetecinin sorusunun cevabı olmadığını, dolayısıyla soru ve cevap arasında bir nedensellik bağının kurulamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Kalın’ın bu tavrının ve aynı şekilde hareket eden iktidar mensubu ve yandaşlarının tavrının ve söyleminin gerekçesini rejimin “Fetö(!) Nefret Söylemi”nde aramak doğru olacaktır.
AKP’nin yıllardır bilinçli olarak yaydığı bu nefret söylemi, muhalefetin de bilinçli/bilinçsiz desteği ile Türkiye siyasetini maalesef esir almış durumda.
İktidar mensupları yanlış politikalarının yüklediği sorumluluğu soyut “fetö” kavramına yansıtarak sorumluluktan kurtulmaya çalışırken, topluma hesap verme konumunda olan kişiler, gruplar da çözümü nefret söylemini kullanmakta buldular.
Aslında yıllardır adı konulmamış bir rutin, siyasi iktidarın icraatlarının ve muhalefetin eleştirilerinin temelini oluşturmuş durumda. İktidar, siyasi olarak karşılaştığı her sorunda çözümü nefret söylemine başvurmakta bulurken muhalefet de aynı mantıkla hareket etmekten geri durmuyor. AKP bir hukuksuzluk yaptığı veya yandaş bir isim hukukla insanlıkla bağdaşmayan bir açıklamada bulunduğunda muhalefet konuyu “nasıl fetö nefret söylemine bağlarım” arayışına giriyor. Bulunamazsa bile gerçek dışı bir beyan ile konu mutlaka “fetö nefret söylemiyle” ilişkilendiriliyor ve tüm propaganda bunun üzerinde ilerliyor.
Kalın’ın bu tavrı ve ortaya konulan söylem de “17-25 Yolsuzluk Operasyonları”ndan sonra belirginleşen ve “15 Temmuz Kumpası”ndan sonra toplumun kılcallarına yayılmak istenen “Nefret Söylemi” nedeniyledir.
İktidarın özellikle tercih ettiği ve kendine özgü olarak oluşturduğu ve tam anlamıyla nefret söylemi temelli konuşma dilinin adı Saray ağzıdır. Suçlamayı, inkarı, nefreti, düşmanlığı, kışkırtmayı, tahriki, ayrıştırmayı, fitneyi, hakareti esas alan bu Saray ağzından sadece mağdurlar değil tüm insanlığın kurtulması gerekir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***