RIHA– Riha’da düzenlenen “İfade özgürlüğü ve cezasızlık politikası” panelinde konuşan Ceza Hukukçusu Günal Kurşun, Türkiye’de ifade özgürlüğünün hiçbir zaman olmadığını belirtirken, DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu ise tutuklu gazeteciler üzerinden sansür yasasına vurgu yaptı.
İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Riha Barosu İnsan Hakları Haftası kapsamında baronun Tahir Elçi Konferans Salonu’nda “İfade özgürlüğü ve cezasızlık politikası” adlı panel düzenledi. Moderatörlüğünü ÖHD Riha Şube Eşbaşkanı İbrahim Halil Öyke’nin yaptığı panele Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, Ceza Hukukçusu Dr. Günal Kurşun, MED Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (MED TUHAD FED) Yöneticisi Avukat Yusuf Çakas konuşmacı olarak katıldı.
‘TÜRKİYE’DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HİÇ OLMADI’
Burada ilk olarak konuşan Kurşun, ifade özgürlüğünün hiçbir dönemde Türkiye’de uygulanmadığını söyledi. Türkiye’de ifade özgürlüğünün oluşamamasının altında bugün yaşanılan pek çok sorunda olduğu gibi, geçmişle yüzleşememenin yattığını ifade eden Kurşun,”1915 Ermeni soykırımını söylemek ya suç, yada Hrant Dink gibi sesli söylerseniz öldürülüyorsunuz” dedi. Kurşun, “1915 Ermeni Soykırımı ile yüzleşemediğinden, 1934 Trakya Pogromuyla da yüzleşilemiyor. 1934 yılında Avrupa ve İsrail’e giden çok sayıda Edirneli Yahudi aileler var. 1942’de varlık vergisi olayları var. 6-7 Eylül 1955 ile yüzleşmeyince Maraş Çorum, Sivas olaylarını anlamaya imkan yok. Alevilere yönelen olayların da sorumlusu geçmişle yüzleşememektir. O geçmişle yüzleşilseydi bu olaylar yaşanır mıydı?” diye sordu. Kurşun,” Bunlarla yüzleşmeyince bugün yaşananları da anlamak çok zor” diye konuştu.
‘İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ OLSUN İSTEMİYORLAR’
Geçtiğimiz hafta Çin Başkonsolosluğu önüne giden Doğu Türkistanlı bir grubun karşısına geçen polisin, “Sizi aşağı doğru sürükleyeceğiz. Sizi sınır dışı ederiz” dediğini hatırlatan Kurşun, “Devlet burada ‘ben istediğim sürece buna izin veririm, ben istemezsem konuşamazsın, bunun dışına çıkarsanız başınıza ne gelir bilmiyorum’ diyor. Böyle bir yapıda ifade özgürlüğünden bahsedilebilir mi? Geçmişle yüzleşmeden ve bu ana akım politikaların değişmemesiyle bu topraklarda ifade özgürlüğü kavramından bahsedemeyiz. Çünkü ifade özgürlüğü olsun istemiyorlar” diye belirtti.
‘İLAÇ GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDE’
Türkiye’nin Fredom House raporunda 180 ülke arasından 147’nci sırada olduğuna değinen Kurşun, bunun nedeninin devletin patolojik, hastalıklı bakış açısından kaynaklandığını ifade etti. Kurşun, bu hastalık iyileşmeden Türkiye’deki diğer halklar, inançlar ve farklılıkların iyileşemeyeceğini söyleyerek, “İlacı geçmişle yüzleşmekte, insan hakları düşüncesinde, temel insan hakları temelinde aranması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
‘GAZETECİNİN HAKKI ÖTELENİYOR’
DFG Eşbaşkanı Müftüoğlu ise basın ve ifade özgürlüğüne değindi. DFG raporlarında 87 gazetecinin tutuklu olduğunu ve bu sayının daha fazla olduğunu belirten Müftüoğlu, diğer hazırlanan raporlarda Kürt gazetecilerin listede yer almadığına işaret etti. Dernek olarak her ay basın ve ifade özgürlüğüne yönelik raporlama yaptıklarını belirten Müftüoğlu, haber esnasında polislerin ilk olarak kalkanları kaldırarak gazetecileri engellediğini, buna itiraz eden gazetecilerin darp edilip, gözaltına alındığını söyledi. Müftüoğlu, “Gazeteci biraz daha toplum ve devlet arasında kamu denetçisi rolündedir. Kamuoyuna duyurmakla mükelleftir. Bir nevi bu yasalar çerçevesinde de tanımlanmış, yasayı okuma hali bile olmadığı için bu hak öteleniyor” dedi.
‘SANSÜR VAR’
Erişim engeline de değinen Müftüoğlu, “Eskiden gazetelerde uygun bulunmayan haberin üzeri siyah filmle kapatılıp, ‘sansürlüdür’ yazardı. Yine TV’lere dair RTÜK yasası var. Verilen para cezaları ve yayın durdurma cezaları var. Herhangi tek bir ceza alması halinde kimi yayınların, yayın haklarının elinden alma durumu da var. Geçmiş dönemden hatırlıyorum birçok radyoda, başka şeyden benzer cezalar nedeniyle size önden yasaklı kelimeler listesi iletiyordu. Sunucu Kürt sorunu dediğinde konuk olan kişiyi bağlaması gerekirken yasa, ‘sen onu çıkardığın için bu ceza sana bağlı’ diyor. Öyle olunca da basın sansüre doğru gidiyor. TELE1’de Hakan Arslan’ın torba içinde verilen cenazesi soruşturması var. Böylesi bir insanlık onuruna yakışmayan şeye karşı bir yargılama yokken bunu yayınlayanlara tehdit, sansür var. Her bir gazetecinin, radyonun kendini sorguladığı durum var” diye konuştu.
‘GERÇEKLER ÖRTÜLÜYOR’
Gazetecilere Ekim ayında 21 yıl 8 ay 10 gün, Kasım ayında ise 30 yıl 8 ay 20 gün gibi cezalar verildiğini, internetin hızlanması sonucu yeni dezenformasyon yasası ile buna müdahale edildiğini belirten Müftüoğlu, gerekçe olarak ise kamu güvenliğinin gösterildiğini söyledi. Müftüoğlu, “En son Taksim’deki bombalı saldırı ardından internette bant daraltma durumunu yaşadık. Birçok uzman Türkiye kanunlarında böyle bir maddenin olmadığını belirtti. Ama bakıyorsunuz İçişleri Bakanlığı bunu Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırı gerekçesi yapıyor” dedi.
‘KORKU VERİLMEK İSTENİYOR’
Son 5 ayda 26 Kürt gazetecinin tutuklandığını hatırlatan Müftüoğlu, bu tutuklamaların basına servis edilen görüntülerine bakıldığında dahi iktidarın amacının yansıdığını söyledi. Yine 8 Haziran’da prodüksiyon şirketlerine yapılan baskınlarda teknik malzemelerin basına servis edilerek suç olarak gösterildiğini belirten Müftüoğlu,” Yargı ise bir gazeteciye programında neyi işlemesi, neyi işlememesine de müdahale ediyor. Sokakta röportaj veren bir kişi de gözaltına alınıyor. O şekilde gerçeği ortaya çıkaran ve söyleyenlere korku verilmek isteniyor” ifadelerini kullandı.
‘BİRLİKTE TEPKİ VERİLMELİ’
Ankara merkezli 25 Ekim’de gazetecilere dönük yapılan operasyonun “Kimyasal silah kullanımına” denk geldiğini hatırlatan Müftüoğlu, bununla gündemi saptırmak ve benzer haberlerin yapılmamasına dönük gazetecilere gözdağı verildiğini söyledi. Benzer süreci Wan’da “Helikopterden atılma” davasında da gördüklerini belirten Müftüoğlu, yine Diyarbakır Newroz’unda katledilen Kemal Kurkut’un fotoğrafını çeken Abdurrah Gök’e verilen cezaya değindi. Müftüoğlu, “Bunlara karşı birlikte ses çıkarmalıyız. Bir gazeteci tutuklandığında ona dönük tepki sadece gazetecilerle sınırlı kalmamalı. Toplumun tamamının haber alma hakkını savunmak için itiraz etmeleri gerekiyor. Aksi halde bizim söz söyleme hakkımız kalmayacak” diye konuştu.
‘TECRİTİ HABERLEŞTİREN GAZETECİLER TUTUKLANDI’
Avukat Yusuf Çakas ise, cezaevleri ve ceza hukukuna ilişkin konuştu. 15 Şubat 1999’dan bu yana tek kişilik hücrede tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ilk 10 yıl tek başına kaldığını, 7 Ağustos 2019 son avukat görüşüne çıktığını, 1999’dan bu yana sadece 2 defa telefon hakkını kullandığını hatırlatan Çakas, bunun adının ” tecrit” olduğunu söyledi. Bunları haberleştiren gazetecilerin tutuklandığını belirten Çakas, bununda ifade özgürlüğünün ihlali olduğunu aktardı.
İfade özgürlüğü, açıklama ya da eylem etkinliklere katıldığı gerekçesiyle yurttaşların gözaltına alındığını söyleyen Çakas, tutuklama esnasında ilk olarak “Çıplak aramaya” maruz bırakıldığını, bu maruz bırakılmanın bir yüksek güvenlikli cezaevinden başka bir yüksek güvenlikli cezaevine sevk edilirken dahi yeni bir aramayla sürdürüldüğünü söyledi. Gözaltına alınan bireyin tutuklandıktan sonra başka cezaevlerine sürgün edildiğini söyleyen Çakas, “Sizi tecrit altına alması yetmiyor, aile de sizinle beraber tecrit altına alınıyor” dedi.
HASTA TUTUKLULAR
Cezaevlerinin tutukluları hasta ettiğini fakat tedavi etmediğini söyleyen Çakas, “Hastaneye giden tutuklulara kelepçeli muayene, ağız içi arama gibi onur kırıcı işlemler yapıldığından muayeneyi tutuklular kabul etmiyor” diye konuştu. Hasta tutukluların durumuna da değinen Çakas, ATK’nin burada yetkili tek kurum olduğunu söyledi. ATK’nin “Tahliye” kararı vermesine rağmen bu defa kolluğun engel çıkardığını söyleyen Çakas, birçok hasta tutuklunun yaşadığı örnekleri verdi.
Keyfi disiplin cezaları ve infaz kurumunun kararlarına da değinen Çakas, “Pişmanlık” dayatmasına örnekler verdi. İnfazı yakılan tutukluların durumuna karşı 4 kentte annelerin nöbet başlattığını hatırlatan Çakas, buna rağmen kimsenin açıklama yapmadığını ifade etti. İstanbul’da bu infazların yakılması ve hasta tutukluların tahliyesi için yapılan açıklamalarda annelerin sürekli gözaltına alındığını hatırlatan Çakas, “Buna rağmen anneler eyleminden vazgeçmedi” dedi.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***