YORUM | AHMET KURUCAN
Bu yazı ile yine “Gelecek Projeksiyonu” yazı serisine ara vereceğim. İşin doğrusu vermek zorunda kaldım. Yakın-uzak çevreden gerek eş-dosttan aldığım telefon ve mesajlar gerekse sosyal medya vesilesi ile tanımadığım onlarca insanın söylediği ve benim de önemli gördüğüm bir mesele olduğu için veriyorum bu arayı.
Konu 3 haftadır Türkiye gündemini boğucu siyasi atmosfere ve yoğun gündeme rağmen domine eden bir tarikat mensubunun 6 yaşındaki çocukla evlenmesi etrafında bazı din adamlarının kendi kaynaklarımıza yönelik yaptıkları eleştirel konuşmalar. İzledim bana gönderilen linklerdeki konuşmaları. Oralarda dile getirilen düşünce ve yorumları. Kimileri gerçekten kaale alınması gereken akademik içerikli eleştiriler kimileri de halk ağzıyla sövüp sayma diyebileceğim ve içinde zerre kadar bilgi kırıntısı olmayan atıp tutmalar.
Öncelikle “Din elden gitmiyor.” Herkes sakin olsun. 14 asırdır yaşayan İslam dini asıl esasları ile durduğu yerde duruyor. İman, ahlak ve ibadet diye üç ana kategoride ele aldığımız ve dini din yapan ana unsurlar yerli yerinde. Yapılan tartışmalar daha çok İslam dininin nüzul ortamındaki fiili yaşantıya yönelik dile getirilen emir, yasak, tavsiyeleri ile nüzul dönemini takip eden yıllarda ve asırlarda yapılan ulema içtihatları ile alakalı.
Benim herkes sakin olsun, din elden gitmiyor düşüncemin temelini yukarıdaki sınıflandırma içinde yerli yerine oturtabildiysek devam edeyim; özgüven, hem ferdi hem kültürel hem de medeniyet düzleminde önemli bir unsurdur. Özgüvene sahip olan şahıslar, kültürler, medeniyetler eleştiriden korkmaz. Hatta o eleştirileri başkalarının ellerine bırakmadan bizzat kendileri yaparlar. “Şurada hata yaptık” derler. “Şu hükmü değiştirmeliyiz zira üretildiği dönemin sosyokültürel zemininde doğruydu, bugün yanlış” derler. Ama Müslüman çoğunluklu dünya asırlardan beri bu özgüvenini kaybetti. Sömürgecilik, savaşlar, kendi içindeki parçalanmışlık, ekonomik yetersizlik, dünyevi alandaki gelişmelere ayak uyduramamak ve daha onlarca sebep bu özgüven kaybını beraberinde getirdi.
İşte tam burası kırılma noktası. Özgüvenini kaybeden Müslümanlar tarihten devraldıkları ilmi mirası aynen korumaya çalıştılar. Bu bağlamda yapılacak en küçük bir değişikliği, yenilemeyi hatta değişiklik ve yenileme önerisini dine yapılmış bir saldırı olarak gördü ve din elden gidiyor feryatları ile ortalığı birbirine kattılar. Tecdid, ıslah, ihya kelimelerine rağmen reform, yenileme, güncelleme kelimelerinin sabıkalı hale gelmesinin altında bu zihniyet vardır maalesef.
İki; sözünü ettiğim ama çarşaf çarşaf listesini vermeye gerek duymadığım o konuşmaları yapan kişileri ikiye ayırmıştım. Bir, akademik içerikli eleştiriler yapanlar, iki halk ağzıyla sövüp sayan, içinde zerre kadar bilgi kırıntısı barındırmayan bağırıp çağırmaları ile atıp tutanlar. İkinci grup sözde hocaları geçelim. Öfke ile nefes alan, nefret ile nefeslerini veren kişiler bunlar. Şu ana kadar kendilerine öğretilenlerin mutlak doğru olduğuna inanan kişiler. İmanın konusu bile olmayan şeylere iman ettik diye övünenler ve bununla dine nasıl darbe vurduğunun bile ayırdında olmayan, olamayan zavallılar. Bunları geçtik. Fakat akademik içerikli, tabir yerindeyse kitabı İslam’ı anlatan kişilere ne diyeceksiniz?
Evet bu kişilerin gerek hadislerin sıhhati gerek fıkhi içtihatların mahiyeti ve geçerliliği konusunda dile getirmiş olduğu yorumlar kaale alınmak zorunda. Ama… Ama’sı şu, bunların o ilim adamlığı vasfına rağmen ekran karşısında düşüncelerini ifade ederken kullanmış oldukları öfke ve nefret dili birincileri aratmayacak mahiyette. İkisi arasındaki temel fark, birinciler o öfkelerini dış dünyaya karşı kusuyorlar, ikinciler ise iç dünyaya karşı.
İnsan ister istemez burada şu soruyu soruyor: “Kardeşim! Sizin derdiniz bağcıyı dövmek mi üzümü yemek mi?” Bu öfke ve nefret dili senin maksadına hizmet edecek mi? Kapalı kapılar ardında değil halka açık yaptığınız bu konuşmalar göle atılan taş misali halk katmanları arasında nasıl yankı yapacak ve yapıyor? Bunu hiç düşündünüz mü? Daha dün bir arkadaşım mesaj gönderdi. Bu videoyu izleyen ve işin aslı içinde dinin özüne ait hakikatleri de barındıran o konuşmaları dinleyen birisi 40 yıldır kıldığı namazı terk etmiş. Sebep öfke ve nefret dili.
Bu satırları okuyanlar şunu mu, bunu mu kasdediyor diye akıllarından geçirebilir. Bunlar bir-iki kişi olsa muhatap almaktan katiyen çekinmem ve isimlerini söylerim. Ama youtube’da yaptığım kısa süreli bir araştırmada aynı öfke ve nefret dilini kullanan o kadar çok insan gördüm ki hangi birinin ismini vereyim. Onun için yazıyı değerlendirirken vasıflar üzerinden değerlendirin lütfen. Şahıslara takılmayın.
Hasılı, din elden gitmiyor, sakin olun. Yeter ki rasyonel teoloji kavramı ile izah edilebilecek bilgi yüklü özeleştirilerinizi maksada hizmet edecek daha sakin ve daha özgüvenli bir dil ve üslupla seslendirin.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***