Refik TEKİN
DİYARBAKIR-Gazeteci Nedim Türfent, 12 Mayıs 2016’da gözaltına alınmış bir gün sonra da “örgüt üyesi” olmak iddiasıyla tutuklanmıştı. 2017’de görülen dava duruşmasında 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılan Türfent, 29 Kasım’da Cezaevi’nden tahliye oldu. Yedi yıllık tutukluluk sürecinin ardından özgürlüğüne kavuşan Türfent, 2015 yılından bu yana gazetecilere yönelik baskının pratikte uygulandığı isimlerden biri. Gazeteci Türfent, cezaevi sürecini, gazetecilere yönelik baskıları, Kürt gazetecilerin yaşadıkları ve uygulanan baskılar ile ilgili Artı Gerçek’in sorularını yanıtladı.
Yaklaşık 7 yıl tutuklu kaldıktan sonra dışarıya çıktınız. Cezaevinden çıktığınızda ilk ne hissettiniz?
Yuvarlarsak 7 yıla dayanan bu esaretin gerçekten de bittiğine, ya da biteceğine tahliye günü bile inanmak güçtü. Bu 7 yılda tahliye edilenlerden kimilerinin cezaevi bahçesinde tekrar tutuklandığını az görmedik, az bilmedik, az duymadık. Bu kafanızın bir köşesinde soru işaretleri yaratıyordu. Hal ve ahval bu iken “özgürlük” heyecanını yarım yamalak yaşadık. Ta ki duvarların kasvetinden azade olana dek. Sonra bir an gökyüzüne baktım, engin topraklara, ağaçlara ve yeşile. Bittiğine inanmak güçtü açıkçası. Bir de geride bıraktıkların var, bunun burukluğu cabası. Özgürlüğün bu eksik gedik hali bile tarif edilemeyecek kadar değerli.
‘DÜŞÜNMEK VE YAZMAK BU TOPRAKLARDA ‘GÜNAH’ ADDEDİLİYOR’
Gazetecilik faaliyeti icra ederken tutuklandınız ve uzun bir aradan sonra ailenize kavuştunuz. Yakınlarınız, aileniz sizi karşıladığında, sizi ziyarete geldiğinde size ilk söylemleri ne oldu?
Doğal olarak en çok geçmiş olsun diyorlar. Gelgelelim özellikle eski kuşak “Bila kefareta gunehan be” (Günahların kefareti olsun) diyorlar. Çıktığımdan beri gelen herkes bunu söylemiştir.
“Günahların kefareti olsun” ifadesi Kürtlerde geleneksel olarak zora düşen, sıkıntı yaşayan kişileri teskin etmek için kullanılan bir ifade. Bu ifadeyi sizin için kullanmalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii ki bir günah işlediğimi düşünmüyorlar ki akabinde gelişen muhabbet bunu kanıtlıyor. Genel olarak zindandan çıkanlara böyle denilir buralarda. Ağız alışkanlığı. Velakin işin bir başka boyutu var ki ifade, düşünce ve basın özgürlüğü konusundaki kara tablo da bunu teyit eder nitelikte. Ülke tarihinde eli kalem tutanın mahpushaneden kurtulduğu görülmemiştir. Kalemini hakkıyla tutandan söz ediyoruz burada. İsimleri saymaya çalışsak işin içinden kurtulamayız. Yani bir bakıma düşünmek ve yazmak bu topraklarda “günah” addediliyor. Biz bu “günahı” işleyenler de kefaretini ödemek durumunda kalıyoruz. Gazetecilik günah, kefaretini ödüyoruz.
Uzun bir aradan sonra bu kadar çok kişi ile bir araya geliyorsunuz. Ziyarete gelenler en çok neyi merak ediyor? Yaşadıklarına ilişkin sorularla karşılaşıyor musunuz?
İlkin cezaevi koşulları ve yaşamı üzerine birtakım sorular soruluyor. Sonrasında ülkede yaşanan adaletsizliğin vardığı boyut, hukuk garabetleri, seçimler, barışa olan özlem ve güvenlik endeksli politikalarla bir yerlere varılamayacağı kanaati söylemleri öne çıkıyor. Elbette bir de ekonomik sorunlar, yoksulluk ve yoksunluk. Onları dinlerken ülkemizin temel sorunlarının fotoğrafını çekiyorum.
‘RAHATSIZ EDİCİ HABERLER YAPMAYI ÖZLEDİM’
Şu anda özgüsünüz. Uzun süren tutukluluğun ardından gazetecilik alanında yapmayı en çok özlediğiniz şey nedir?
Bu yıllarda o kadar çok hak ihlali yaşandı ki gözüme ilk çarpan bu olur her halde. Yani hak ihlallerini haberleştirmek isterim. Hani o nevi şahsına münhasır mahkemenin deyimiyle “rahatsız edici haberler yapmayı” özledim.
Bütün dünyanın duyacağı bir kelime haykırsan bu kelime ne olurdu?
Adalet.
Neden bu kelime?
Yurdum insanın en temel gereksinimi adalet de ondan. Sözcüğün en sahici manasıyla adil bir yönetim erki olsaydı, bugün ülkede içten içe yaşanan, yaşandıkça derinleşen, gitgide kronikleşen ve kangren halini alan tüm bu sorun ve dertlerin çözüme kavuşması o kadar da uzak olmayacaktı. Dertlerimizin dermanı adalet ama adaleti de hak getire.
‘EN BÜYÜK BEDELLERİ HEP KÜRT GAZETECİLER VERDİ VE VERİYOR’
Mesleğini yaparken elinde bir fotoğraf makinesi vardı. O fotoğraf makinesini eline aldın mı?
Ne yazık ki elime alamadım. Hem zaten o vakitler kullandığım fotoğraf makinesi bana ait değildi. Ajansımıza aitti, ortaklaşa kullanırdık. Biz Kürt gazetecilerin bir başka gerçeği de bu esasında. İnanılmaz imkânsızlıklar içinde çalışmak zorunda kalıyoruz. Buna rağmen gazeteciliğin onurunu koruma adına en büyük bedelleri hep Kürt gazeteciler verdi ve veriyor. Fotoğraf makinesine gelince eminim ki başka bir arkadaş benden daha etkili bir şekilde kullanmıştır. Onca yıl sonra elime alsaydım mutlaka duygulanırdım.
‘ODAK NOKTAM HAK ODAKLI HABERCİLİK’
Gazetecilik mesleğine devam etmeyi düşünüyor musunuz? İlk yapmak isteyeceğin haber ne olurdu?
Bu saatten sonra kalemi bıraksam kendimi sakat hissederim. Takdir edersiniz ki birazcık da olsa dinlenmeyi hak ediyorum. Zindanın kirini pasını üzerimden atabilmem ve adapte olabilmem için biraz zamana ihtiyacım var. Ondan sonra kalemimi her iki elimle tutarım. İlk habere gelince, ezbere konuşmamak lazım, zira bu biraz da o gün yaşanacak gelişmelere bağlı olurdu. Ne var ki odak noktam hak odaklı habercilik olduğu için bu çerçevede bir haber olabilirdi.
‘ACI REÇETENİN EN BÜYÜK MAĞDURLARI HEP KÜRT GAZETECİLER OLAGELDİ’
Birazda gözaltı süreci ve yaşadıklarınız hakkında da sormak isterim. Gözaltına alınırken işkenceye maruz kaldığını, öldürülme riski yaşadığınızı ifade etmiştiniz. Bunları yaşamanızın nedeni nedir? Kürt gazetecilere karşı öfkenin tezahürü mü yoksa gerçeklerin açığa çıkmasını engelleme çabası mı?
Özgür ve muhalif basına yönelik baskılar ne bizimle başladı ne de bizden sonra bitecek gibi bir görüntü veriyor. Ne acı ki ülkemizde iktidarlar değişse de gazeteciliğe yönelik baskı baki kaldı, kalıyor. Zaman zaman görece özgür bir atmosfer ortaya çıksa da gerçek anlamda bir özgürlüğü hiç kimse tatmadı. Tabii ki bu acı reçetenin en büyük mağdurları hep Kürt gazeteciler olageldi. Bana yönelik gelişen tehdit, taciz ve nihayetinde ağır tutukluluk da bundan bağımsız olarak okunamaz. Bir bakıma bizim şahsımızda özgür basına güçlü ve etkili bir mesaj vermek amaçlandı. İbreti âlem olsun diye belki de. Velakin dışarıda bizden çok daha iyi bir şekilde mesleğin onurunu koruyan nice nice meslektaşlar oldu. Onların ve bu uğurda bedeller ödeyen arkadaşların yüzü suyu hürmetine bugün gazetecilik mesleği her şeye rağmen soluk alabiliyor.
CEZAEVİNDE HABER YAPMAK VE O HABERİ DIŞARIYA YOLLAMAK ÇOK GÜÇ
Cezaevi koşularında yaptığınız haberleri kağıda yazılı bir şekilde yapıyordunuz. Bu haberleri hazırlama serüveninizden söz eder misiniz?
Dört duvar içerisinde haber yapmanın ayrı bir zorluğu var. Duvarların üzerinden pusula ata ata haber kaynaklarına ulaşmak apayrı bir dertti. Ama en zorlu ve zahmetli olanı kuşkusuz haberi dışarıya ulaştırmak idi. Mesela mektupla gönderilen bir habere ‘sakıncalı’ kararı verilmesin diye her kelimeyi ayrı bir itina ile seçmek zorunda kalıyordunuz. Bu konuda ancak bunu belirtebilirim. İmkânsızlıklar içerisinde hak odaklı haberciliği sürdürmek elbette ki insanı mutlu ediyordu. Gazetecilikte ısrar insanın inancını diri tutuyordu.
Cezaevinde sınırlı sayıda haber kanalı izliyordunuz. Havuz medyasında izlediğiniz haberleri nasıl yorumluyordunuz?
Cezaevinde merkezi sistemde 30-34 kanal veriliyordu. Bunlardan sadece Fox TV muhalif mecrada yer alıyordu. Gazete olarak da BirGün gazetesine abonelik yapılıyordu. Havuz medyasında yer alan haberlerin satır aralarından bir şeyler idrak etme gayreti vardı her birimizde. Ama şahsen genel çerçevede havuz medyasını takip etmek yerine kitap okumayı ya da bir şeyler karalamayı yeğliyordum.
‘DAYANIŞMANIN DOZAJI İSTANBUL’DA BİR GAZETECİ TUTUKLANINCA ARTTIRILIYOR’
Onlarca gazeteci şu anda hala cezaevinde. Tutuklu olan gazeteciler için dışardaki dayanışmayı yeterli görüyor musunuz?
İçerideki gazeteciler için verilen bir mücadele var bunu hiçbirimiz yadsıyamayız. Ama inanın kâfi derecede bir destek ve dayanışma gösterilse bugün onca gazeteci tutuklu olmazdı. Birilerinin bu kadar kolay bir şekilde gazetecilere saldırmasının bir nedeni de destek ve dayanışmada yaşanan eksiklik ve yetmezliklerdir. Eğri oturup doğru konuşalım, dayanışmanın dozajı İstanbul’da bir gazeteci tutuklanınca arttırılıyor. Bunun dışında ziyadesiyle cılız kalmaktadır.
Basın ve ifade örgütlüğünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dikta rejimlerinin en baskıcı ve faşizan uygulamalarla sürdürüldüğü ülkelere bile baktığımızda, o ülkenin yasa ve anayasasında basına ve ifade özgürlüğüne özellikle dikkat edilmiştir. Fakat uygulama ve pratiğe gelince, kalemlere kelepçe takmak için bir birleriyle olan savaşımlarında neredeyse at başı ilerliyorlar. Ülkemizin karnesi de bu konuda kırıklarla dolu. Hani çok da beğenmediğimiz mevcut kanunlar uygulansa, haberleri yüzünden tutuklu olan onca gazeteci hemen özgürlüğüne kavuşur.
Her türlü düşünce ve fikrin özgürce ve hiçbir baskı ve sansüre maruz kalmadan dile ve söze getirilmesi manasını taşıyan basın ve ifade özgürlüğü hep kâğıt üzerinde kalıyor. Bu da ülkenin demokrasi açısından aksak ve sakat kalmasına neden olmaktadır. Bugün ekonomiden hukuka kadar ülkede yaşanan onca ağır sorunları hakkınca yansıtan ve denetleme misyonunu ifa eden bir basın olsaydı, olası çözümlere ulaşmak bu denli zor olmazdı. Bu aç açıkta kalan varsa, adaletsizlikler başını alıp gidiyorsa biz gazetecilerin de payı vardır kanımca. Her şeyin başı basın ve ifade özgürlüğü diyelim.
Tutuklu olan gazetecilere mesajınız var mı?
Mesleki faaliyetler yüzünden tutuklu kalmak gerçekten hiç anlaşılır ve kabul edilebilir değil. Hatta bazen tolere edilmesi çok zor olabiliyor. Bunu sizin gibi yaşayarak öğrendim. Bu hakikat sizi güçlü kılsın. Kalemlerinize direnç aşılasın. Biz size yönelik geliştirilen bu adaletsizliği asla kabul etmeyeceğiz, bunu hiçbir suretle kanıksamayacağız. Özgür çalışma koşullarına ulaşmanız için mücadele eden nice dostlarınız var. Kalpleri kalemlerinizle atan nice gazeteci var ve bunların sayısı her geçen gün artmaktadır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***