Şiir eğitimi gerekli midir? Roman Jakobson “şiir sanatı aynı zamanda ‘L’art poetique’tir. Yani şiir kuramıdır. İkisi birliktedir, yan yanadır” (Roman “Jakobson’a Sorular”, Jean Pierre Faye, çeviren Yavuz Çekirge, YAZKO Çeviri Eylül-Ekim 1982) diyor. O halde sorunun eşiğini oluşturan konuya dönerek şunu söyleyebiliriz. Şiiri öğrenmek, şiir hakkında bilgi edinebilmek için şiir eğitimi önemlidir. Şiir eğitiminin yazmak için olduğu kadar şiir okumak için de ihtiyaç olduğunu kaydedelim. Acaba şiir okumaktan kaçmanın ya da kaçınmanın, eğitimden kaçmakla ilgisi olabilir mi? Elbete eğitimden kaçmak her zaman, her koşulda, her durumda tercih edilecek, onaylanacak bir tutum olmayabilir. Zorunlu eğitimden kaçmak alkışlanabilir. Ama zaten zora dayalı bir şiir eğitiminin olması de mümkün değil. Zor, dayatma ve benzeri uygulamaların şiirle yan yana gelebileceğini düşünmek bile abes olur…
Soruları eğer külfet değil de yolu açmak ve yol almak için gerekli, mesela bir basamak, bir araç olarak kabul ediyorsanız, yenilerinin oluşmasında bir sakınca görmezsiniz. Bu düşünce doğrultusunda acaba şunu sorabilir miyiz? Dünyayı, hayatı sorularla irdelemekle, şiirlerle didiklemek arasında bir bağlantı kurulabilir mi?
Şiirin üretiminde soruların rolünün son derece önemli olduğunu söyleyebiliriz. Buna, şiirin üretiminde soruların, yanıtlardan daha çok etkili olduğunu da ekleyebiliriz. Ayrıca şiir açısından hayata, dünyaya ilişkin yanıtların çoğu, soruların aksine, “takımdan ayrı düz koşu” yapan durumunda olduğu da savunulabilir.
Şairler ya da şairlerin önemli bir bölümünün şiirin okunması için yoğun çaba gösterdikleri gerçeğinden hareket ederek şu soru yöneltilebilir: Neden, niye, niçin şairler yazdıkları şiirin okurla buluşması, okurda karşılık araması, okurun düşüncelerinde, duygularında, duyarlılığında, farkındalığında yolculuğa çıkması için uğraş verirler? Bütün şairler bunu yapmaz, yapmıyor elbette. Ama şairlerin geçmişte de, günümüzde de çok önemli bir bölümünün yazdıklarının okurla buluşması için ayrıca çaba sarf ettiği biliniyor.
Şiirle okur arasındaki mesafe, diğer sanat ve edebiyat türlerine göre ilk bakışta daha kısaymış gibi görünür. Ama gerçek göründüğü gibi değildir. Hele de sanat yapıtı ticari metaya dönüştükten ve kültür, endüstriyelleştikten sonra. Şair tabii ki bunun farkında ve bilincindedir.
ŞİİRİN DOĞASI
Şiir doğası gereği yıkıcıdır. Rutini bozar; kalıpları, klişeleri zorlar, kırar; kural, yasa tanımaz; ötekine, diğerine, başkasına bakılmasını ve oradan gelen sesin duyulmasını talep eder. Taklit ve yineleme şiirlerde bile, bu talep büsbütün yok olmaz.
Şiirin içkin talebinin gerçekleşmesi için uygun ortam ve koşullarda okurla buluşması önemlidir. Ancak bu durumda şiirin beklentisi karşılığını bulabilir. Öyleyse şiirin okurla buluşması için şairlerin gösterdiği çabanın arka planında, gerekli ortamın ve koşulların düzenlenmesi, sağlanması amacının yer aldığı söylenebilir.
Ana konumuza, karşılığını aradığımız soruya dönelim. Bu bölümde sorumuzu yetmişli yıllarda başladığı şiir yolculuğunu, çeşitli aşamalardan, uğraklardan geçirerek günümüzde de sürdüren Veysel Çolak’a yönelttik.
ON DOKUZ YAŞINDA İLK ŞİİR
Veysel Çolak 1954 yılında Rize’nin ilçesi Cevizli köyünde doğdu. İlk şiiri 1973 yılında Demokrat İzmir gazetesinde yayımlandı. 1977 yılından sonra Malatya, Manisa ve İzmir’de öğretmenlik yaptı. Çolak, “Dize” şiir dergisini İzmir’de çıkardı. Birçok yarışmaya katıldı ve Türkiye çapında birçok ödül aldı. Şiirleri Milliyet Sanat, YAZKO, Türkiye Yazıları, Varlık, Edebiyat ve Eleştiri, Adam Sanat ve Dize gibi birçok dergide yayımlandı. Çolak, ayrıca denemeler, yıllıklar (2002-2008 yılları arasında “Şair Yıllıkları”) ve şiir üzerine analizler yayımladı.
Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN Yazarlar Kulübü üyesi olan Veysel Çolak’ın ilk kitabı “Terin Yaktığı Bir Yaradan” 1978’de okurla buluştu. Çolak’ın yayımlanan diğer şiir kitapları şunlar: “Günlerin Yağmurunda” (1980), “Aşk olsun” (1982), “Fotoğraf Arkalıkları” (1985), “Ötesi Yar” (1985), “Ölüler Diyaloğu” (1988-1989), “Umut Aşktadır” (1993), “Buz ve Ateş” (1994), “Aşkın La Sesi” (1995), “Giz ve Yara / Toplu Şiirler 1” (1996), “Kalbim Hoşça Kal / Toplu Şiirler II” (1996), “Güzel Suç” (2000), “İkizim Sevgilimdi” (2000), “Mürekkep Zamanlar” (2005)”, “Birkaç Kuş Birkaç Anı” (2008), “Amacımız Aşk” (2010)”, “Hayata Resimaltı”, (2011), “O Zaman Bitti”, (2013), “İki Karanlık Arasında” (2014), “Dünyaya Bir Karşılık” (2016), “Kan Kırmızı Hayat” (2018), “Kalbim Taraf Tutuyor” (2019), “Şimdi İsyan! Şimdi Ateş!” (2020), “İnsan Denen Cehennem” (2021), “Hatırla Ne Güzeldin” (2022), “Ölümcül Aşklar Tarihi” (2022). Çolak’ın şiir kitaplarının yanı sıra yayımlanmış birçok inceleme eleştiri araştırma kitabı da var. “Edip Cansever’de Şairin Kanı” 1997’de okurla buluştu. Onu “Mürekkebin İçtiği Ses” (1999) takip etti. Şairin yıllar içinde söz konusu türlerde yayımlanan diğer kitapları şunlar: “Yabancılaşma ve Öteki Şiir” (1999), “Şiir Çıplak” (2004), “Dikkat! Şiir…” (2009), “Yansımanın Gerçeği” (2009), “Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır? / Yaratıcı Yazma Dersleri” (2011), “Şiirden Önce / Şiirden Sonra” (2011), “Nâzım Hikmet’in Şiirlerinde İnsan Manzaraları” (2011), “Bir Şiire Nereden Girilir? / Şiir Sanatı Üzerine” ( 2016), “Türk Şiirinin Arabı” (1999-2010), (2018), “Yasaklanmış Şiirler” (2018), “Şiir Diyalektik Değilse” (2019), “Türk Şiirinde Marksist Eğilim / 1970’li Yıllar” (2019) “Som Şiiri Aramak (Şiir Sanatı Üzerine)” (2020), “Yazdığını Yaşamak” (2020), “Şiirin Gizlisi Çok” (2021), “Sosyoloji Politika Şiir” (2021), “Yaradokslar / Elveda İnsan” (2022), “Kanımla Derime Yazdım” (2022). Veysel Çolak’ın bunlardan başka yayımlanmış bir çocuk kitabı (“Sen Balık mısın?”, 1979) bir de (“Cinselliğin Kahkahası”, 1995) romanı bulunuyor. Çolak’ın ilki 1979’da 2. Almanya Uluslararası Çocuk Kitapları Fuarı’nda (Sen Balık mısın) aldığı ikincilik ödülü olmak üzere birçok ödülü de bulunuyor. Şair son olarak 2020 İzmir Tüyap Kitap Fuarı Onur Ödülü’nü aldı ve fuarın “Onur Konuğu” oldu.
Veysel Çolak’ın yönelttiğimiz soruya “Şair, Şiir, Paradoks” başlığıyla verdiği yanıta geçmeden önce, onun daha önce yayımlanmamış bir şiirini paylaşacağız. İlk kez yayımlanan şiirinin başlığı “Sonsuz Keder”:
Umutsuzluk kötü bir şey değil
deşer seni
allahına kadar isyan edersin
birçok kere yaşarsın geçmişini
o günlerden kalan akşamın içindesin
gözlerini unutmazsın liseli kızın.
Gece gündüz diye bir şey yok
kesintisiz akan bir zaman içindesin
bir meydanda vururlar kalbini
o günden sonradır, yaşamaya başlarsın.
Düşersin özgürlüğün peşine
uzanır biri dünyanın bir ucundan
elini tutar, aşk olur sana.
Dolaşıp durursun, ezberlersin çiçeklerin adını
uğradığın her kente bir manolya bırakırsın.
Öyle bir gündü, kayboldum
sen buldun beni ve göğsüne yatırdın.
Kötü şeyler de oldu
işçiler öldürüldü, çocukları astılar
bir anne tutuştu oğlunu aramaktan.
Bunları konuşurken unuttuk birbirimizi
sen iki kişiydin karşımda, “ikiniz de şiirdi.”
seni öyle sevmiştim
gidip dipsiz bir kuyuya düşmek istedin
benim karanlığım yetmedi sana.
Kavga arkadaşımsın sırtımı yasladığım
seni çok seviyorum, unutamazsın
yoksa ne kalır bu ömürden?
Dünya sonsuz acı 2022
Şairliğiniz biliniyor. Şiir üzerine düşündüğünüz, yazdığınız, değişik türde ve başlıklar altında (deneme, eleştiri, inceleme, araştırma, anı, konuşma, söyleşi vb.) şiiri konu edinen çalışmalar yapıyor, bunları kitap olarak yayımlıyorsunuz. Şiire odaklanan yayınlarınızın modern Türkçe şiir için önemli ve kaynak niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada seksenli yıllarda bir de manifesto (Yeni Bütün) yayımladığınızı hatırlatalım.
Uzunca bir süredir şiirin okurla buluşması için değişik bir uğraşı içindesiniz. “Şiir eğitimcisi(!)” olarak emek ve zaman harcıyorsunuz. “Şiir eğitimcisi” diyoruz. Bu bizim bulduğumuz tanımlama. Yürüttüğünüz etkinlikteki rolünüzle ilgili daha uygun bir tanımlama da bulunabilir elbette. Size şair olmanın yanı sıra “şiir eğitimcisi” olarak da soracağız… Neden ya da niçin şiir okumalıyız… Neler söyleyeceksiniz…
Belki “Şiir Eğitimcisi” denilebilir, ama ben kendimi daha çok bir şiir arkeologu olarak görürüm. Çünkü ömrümü şiirin en eski kaynaklarına kadar gidip, ilk şiirden bu yana yazılagelen şiirlerin içerdiği şiir bilgilerini bulup çıkarmaya, onların öğrettiği poetikaları işlerlikte tutmaya ve geliştirmeye adanmış biriyim. Elbette bununla yetinmeyip ele geçirdiğim şiir bilgilerini kendime saklamayıp başka şiir ilgilileriyle bölüşmek için şiir sanatı üzerine birçok yazı yazdım, birçok konferans verdim. Daha ileri giderek biriktirdiğim şiir bilgilerini de içerecek biçimde, yazdığım onca kitaptan sonra, bir de “Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır” adlı, öğretici yanı ağır basan bir kitap yazdım. Yazılarıma ve bu kitabıma bir şiir arkeologunun aranışı olarak bakılabilir. Bakılsın isterim.
SÖZCÜKLERLE ORDULAR KURMAK
Peki neydi amacım? Eğer kendinizi bir şiir arkeologu olarak görüyorsanız; bunun, tek başınıza yapacağınız ve çok verimli sonuçlar alabileceğiniz bir iş olmadığını daha baştan düşünmelisiniz. Böyle bir aranışa girmek için sizin gibi şiir tutkusu yoğun insanlara gereksinme duyarsınız. Diğer şairler, eleştirmenler, şiir kuramcıları, özellikle okur bu çalışmanın etkin özneleri olmalıdırlar. Yoksa şiire çalışmak hep cılız bir uğraşı olarak kalacaktır. Böyle düşünüp umutsuzluğa gömüldüğüm çok oldu.
Yazdıkça insanların değişmesini, anlam üreten bireyler olmalarını bekleriz. Yıllar geçer, ömür biter, bekleriz. Hiçbir işe yaramamıştır sözcüklerden ordular kurmanız. Yazdığınız şiirler, yazılar hep bozguna uğratılmıştır. Çoğunluk görmemiştir yazdıklarınızı, duymamıştır söylediklerinizi.
İnsanlarla buluşup bir kişiyi bile değiştiremeyen şiirler yazmanın hiçbir önemi olmaz ki. Bunu düşündüğümde yazmaktan vazgeçmiştim.
Sonra yazınca değiştiğimi fark ettim. Bu, heyecanlandırdı beni. Önerdiğim, özlediğim bireye dönüşmek önemli olsa gerek. Böyle düşünüp yazmaya devam ettim. Bu süreçte canımın nasıl yandığını anlatamam. Ama yazdım ve değiştim, bundan sonra da değişeceğim. Son değişim ölüme kadar.
Eğer okur kültürel sorumluluğunun farkına varmazsa sahipsiz sözler kalacak şairlerden. Şairler gidince daha da yalnızlaşacak hepsi. Düşünün güzel şiirler yazmış, mezarı bile bilinmeyen şairleri. Yunus Emre’ye sevinirken onlara üzülürüm. Söz uçar, yazı kalır mı sanıyorsunuz. Kalmaz, zamanla yazılanlar da küle dönüşür. Kötü bir yerde, kötü bir çağda, kötü bir insandayız. Ütopyalar öldü. Distopyalar korkunç. Sınıfına ihanet edenler dursun. Yaz’ı bitirin, sonbaharı bekletin, karanfiller, yaseminler, kırmızı zambaklar, manolyalar bir daha hiç açmasın. Sevdiğiniz insanın bir kâbusa dönüştüğünü düşünün. Ona yazın durmadan. Ben öyle yaptım. Kanımdan mürekkebim de azaldı iyice. Belki birkaç yazı daha yazabilirim; ama benden acıdan başka hiçbir bir şey kalmaz kimseye.
BÜYÜK ANLAMSAL ÇAĞRIŞIMLARI OLAN İMGELER
“Neden şiir okumalıyız?” sorusunun yanıtı bu sözlerde var bana kalırsa. Bu bağlamda şunları da söyleyeyim: Şair büyük anlamsal çağrışımları olan imgeler verir okura. Okurdan, o imgeler yoluyla hayatı anlayıp değiştirmesini bekler. Mademki böyle, bu yüzden şiir okumalı insanlar. Şiirin değiştirici gücünden yararlanamayan insanların gelişmesi, etkili toplumsal bir özne olmaları olanaksızdır. Böyle düşünüyorum, yoksa şiirin değiştirici, geliştirici gücünden söz edilemez. Ne yazık ki bu bile anlaşılmış değil. Tabii ki bir şiiri yazma sürecinde önce şair değişmeli. Sözcüklerle özgün bir bağdaştırmalar yaptığında, şairin az da olsa değiştiği düşünülebilir. Böyle böyle özgün dizeler gelir, özgün bir şiire varılır. Özgün bir şiir de şairi bir yerden alıp yepyeni bir yere götürür. Bu işleyiş okur için de geçerlidir. Elbette ki popülizmin, oportünizmin, Makyavelizmin tuzağına da düşülmemelidir.
ŞİİR DE ŞİİR OLMALI
Öte yanda şiir de şiir olmalıdır. Şairin görevi de bunu gerçekleştirmektir. Bir şiir kendi bütünlüğü içerisinde bir önemi yoksa başkaları için de önemli olamaz. Böyle düşünerek yazılmalı şiirler. Okur da bunun bilincinde olarak her şiirle yüzleşmelidir. Bu da şiir okumakla olanaklıdır. Eğer okur kendisiyle buluşup, nasıl bir birey olduğunu fark etmek istiyorsa bir şiiri okuduğunda ağzı burnu kırılmış gibi hissetmeli. Buna açık olmalıdır okur, bunu göze alarak şiir okumalıdır. Şiirdeki insani derinlik, özgünlük, sözcüklerin jilet gibi kullanılması okuru yepyeni bir insan yapacaktır.
Şiirlerdeki sözler bazılarının beynine çivi gibi çakılabilir / çakılmalı. Zaten öyle olabileceğini umarak durmadan konuşur; yazılar ve şiirler yazar şairler. (Sözüm ona şairler değil.) Ben şairle okurun savaşımının aynı olduğunu düşünürüm. Şiir yazmak ve bir şiir okumak; cephede savaşmak, yıldızlara gitmek, bir direnişe katılmak, dünyayı dolaşmak, hapiste yatmak, ölümü göze almak, ihanete uğramak, bir kavgada militan olmak, sevmek… gibi bir deneyimdir. Eğer bir şiir bu genişlikte yazılmıyor ve okunmuyorsa o şiir yazılmamış, okunmamış demektir.
ŞİİR OKUMAK, O ŞİİRİ YENİDEN YAZMAKTIR
Böyle baktığım için şair, şiir, okur arasında bir paradoksun olmadığını düşünürüm. Şair de okurlar gibi verili bir hayatı yaşar. Verili olanı kırmak, bireyi özgürleştirmek için şiirle yazar. Şiirde yepyeni bir insan önerir. Zincirlerini kırılmış, özgür, kendi hayatını belirleme hakkına ve gücüne sahip, eşitlikçi ve bunun kavgasını veren birey olmanın koşullarından biri, bana kalırsa, şiir okumaktan, iyi bir şiir okuru olmaktan geçer. Şiir okumak, o şiiri yeniden yazmaktır. Bu da geliştirici bir eylemdir. Sınıflı toplamlarda herkes, daha doğrusu işçiler, kır yoksulları, küçük burjuvazi imkânlarını yitirmiş toplumsal katmanlardır. İster şair olsun, ister okur olsun; şiir imkânsızların biricik imkânıdır. Bu yüzden şiir yazmak ve okumak bir zorunluluktur. Bireysel ve toplamsal bir zorunluluk.
Kendimi nitelerken bir şiir arkeologu olduğumu söyledim. Ama şiire ilişkin arkeolojik çalışmalar yapabilmek ve şiir sanatına ilişkin bir şeyler bulabilmek için bir tutkulu ekibe ihtiyaç vardır. O ekip, konu , okurlardır. Bir şiiri okurken yeniden yazan okurlardır.
Kültürel besinlerin en güçlü olanı, bana karsa şiirdir. Bu besinden payını alamayanların gelişemeyeceğini düşünürüm. Bu nedenle şiir okumak, militanca bir görev olmalıdır.
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***