YORUM | AHMET KURUCAN
Geçen hafta 5-6 yıllık Amerika hayatı olan bir dostun evindeydim. Konuştuk, konuştuk, konuştuk. Zaman zaman güldük, zaman zaman ağladık. Çocuklarımızdan başladık çocukluğumuzdan çıktık. Babalarımız dedik, annelerimiz dedik, Tavşanlı dedik, Ahmetli dedik, Aliağa dedik. Hiç bitmesin dediğimiz bir sohbet ortamında dertleştik. Bir ara “Ne olacak bu memleketin hali?” bile dedik.
Bu güzel ortamda “yine mi siyaset?” diyenleriniz olabilir. Hem hayır hem evet. Hayır, çünkü güzelim ülkemizin pürmelâl halini konuşuyoruz. Binlerce kilometre uzakta yaşasak da gönül bağımız devam ediyor. Evet, çünkü karşımdaki muhatabım AKP’nin büyük illerimizden birinde kurucularından biri. Genel merkezde de gençlik yapılanmasında rol almış. 2013 öncesi önüne çıkan milletvekili olma tekliflerini de geri çevirmiş. Kendisinin önünü açtığı bazı kişiler hala daha hem genel merkez hem de ismini söylemediğim kurucusu olduğu vilayetin parti teşkilatında üst düzey görevlerde.
Böyle olunca sordum kendisine; “Telefon irtibatı ile bile olsa ilişkiniz var mı o kişilerle?” Amacım iki şey öğrenmek. Bir; Türkiye’nin gidişatını nasıl görüyorlar. İki, Hizmet Hareketi’ne karşı yapılan zulümler konusunda ne düşünüyorlar. “6 yıl oldu” dedi ülkeden ayrılalı. Türkiye telefonumu hiç kapatmadım. Ararlar diye bekledim. O kadar emeğimin geçtiği, Erdoğan dahil nice üst düzey tanıdıklarımın olduğu parti yetkililerinden birisi arar diye düşündüm. Tam 3 yıl sonra birisi aradı. Bir de geçenlerde Amerika’ya başka bir iş için gelmiş birisi görüşebilir miyiz dedi. Hepsi bu. Sadece iki kişi. Vefa, İstanbul’da bir semtin adı, bozası da enfes dediğinizi duyar gibiyim. Öyledir nitekim!
“Konuştuğun kişi ne düşünüyor zulümler konusunda?” dedim. “Yapılan zulümlerin farkında ve müthiş bir vicdan azabı çekiyormuş” dedi önce. Özellikle hamile kadınlar, kermeste mantı ve gözleme satan anneler, hapishanelere atılan bebekler, annesiz ve babasız bırakılan çocuklar, ülkeden çıkmak zorunda kalan masum insanlar kendisini çok dağidâr ediyormuş. Şunu da söylemiş: “İki kızım var, onların yüzüne bakamıyorum ve geceleri uyuyamıyorum.”
Vicdanın kısmen de olsa diri olduğunun göstergelerine sahip olan bu kişi gidişatın değiştirilmesi adına parti içinde ne yapıyor, nasıl bir mücadele veriyormuş dedim. Aldığım cevap beni hiç şok etmedi; hiçbir şey. Neden? Cevabını da kendisi vermiş: “korku.” İnanırım. Korku dağları aşmış, bu insanların bacasını ve paçasını sarmış. Yıllar önce adı konulmuştu bunun. “Korku Cumhuriyeti” demişti Bülent Korucu, bu eksende Zaman gazetesinde yazdığı yazıları topladığı kitabının adına. “Polis devletine doğru gidiyoruz” demişti bazıları. AKP içinde birileri de bununla dalga geçmişti. “Polis, Yunancada şehir demektir” demişlerdi gülerek. “Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerinde olduğu gibi muhaberat devleti olacağız eğer şimdiden dur denilmezse” demişlerdi bazı siyaset yorumcuları. Neticede bunların hepsi oldu.
Daha ötesi de oldu ve bu gidişle Allah muhafaza daha da ötesi olacağa benzer. Neler oldu demeyin lütfen? Suç işleri bakanımız bile oldu, daha ne olsun? Birilerine terör devleti derken şimdilerde birilerinin terör devleti nitelendirmelerine maruz kaldık. Uyuşturucu dağıtımının bölgesel merkezi olduk kimi iddialara göre. Mafya kol gezmeye başladı devlet kurumlarının en üst düzey yetkilileri arasında. Ve daha neler neler. Her neyse, bu su çok hamur götürür. Hata değil, bilerek söyledim bunu. Bu hamur çok su götürür değil aksi geçerli şimdi. Öyle bir su var ki ülkemizin her yerinde. Yolsuzluk, hırsızlık, arsızlık, kokuşmuşluk almış başını gidiyor. Her yer vıcık vıcık su. Keşke su temiz olsaydı. Kirli hem de çok kirli bir su bu.
Geriye döneyim; vicdanı rahatsızmış, çocuklarının yüzüne bakamıyormuş, geceleri uyuyamıyormuş. Sevsinler diyesim geliyor. İnanmıyorum ve inanamıyorum samimiyetlerine. Samimi olsalardı her şeye rağmen sebebiyet verdikleri trajedi ile yüzleşirlerdi. Samimi olsalardı, korku dağlarını aşar, yeter derlerdi ve kötü gidişatın önüne sed örmek için gayret ederlerdi karınca kararınca.
Timsah gözyaşları deyimi aklıma geliyor bu türlü sözleri duyunca zalimlerin ağzından. Zalimlere amansızca destek verenlerden duyunca da öyle. Malum timsah avını yerken ağzını çok açtığı zaman gözünden yaş akarmış. Onun için üzülmediği halde bir şeye üzülüyormuş gibi yapan kişinin gözyaşlarına timsah gözyaşları derler. Bunlar da öyle. Avını yiyen timsah misali hak ve hukukları gözlerinin önünde yenen kişilere sadece üzüldüğünü söyleyenlerin o sözleri timsahın gözyaşlarından farksız.
Ceviz kurdu da diyebilirsiniz. Kurt büyük mücadeleler vererek kırdığı ceviz kabuğundan içeri girmiş karnını doyurmak için. Doyurmuş ama daha fazla yiyebilecek cevizi orada görünce onu da yemeye durmuş, şişmanlamış ve girdiği delikten çıkamamış. Sadece korku değil, ceviz kurdu misali iktidar nimetinden yararlanarak elde ettikleri menfaatlerini de kaybetmek istemiyor bu timsah gözyaşlarının sahipleri. Hepsi mi? Bilemem ama dışarıdan bakan bir insan olarak söyleyeyim, al birini vur ötekine. Belki istisnaları vardır arasında. Gerçekten de vardır. Vardır ama bir anlam ifade etmiyor, ne gidişatı ne de neticeyi değiştirecek hiçbir çabanın içinde değiller.
Yıllar önce Türkiye’de sahibi olduğu iş yerleri itibariyle paraya para demeyen ama şimdi hayata sıfırdan başlayan ve eşiyle beraber gece gündüz çalışan o dostumla muhabbetimiz daha uzun bir süre devam etti ve her şeyin bir sonu olduğu gibi o gecenin de sonu geldi. Allahaısmarladık dedik birbirimize ve ayrıldık. “Baş eğmeyiz edâniye dünya-yı dûn için. Allah’adır tevekkülümüz, itimadımız” diyen bu insanlardan ayrılıp arabaya bindiğimde derin düşünceler içine dalmıştım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***