Tayyip-Devlet diktasının İsveç’teki boy hedeflerinden kadim dostum Ragıp Zarakolu, üç gün önce Artı Gerçek’teki yazısında soruyordu: “Ulusal kurtuluş hareketleri ile dayanışma siyaseti yürüten Olof Palme’nin İsveç’i, Sosyal Demokrat Partisi ne oldu sana?”
Türkiyeli siyasal sürgünlere yönelik baskı ve tehditler konusunda hükümeti şiddetle eleştiren İsveçli Sosyal Demokrat siyasetçi Nalin Pekgül ile Başbakan Ulf Hjalmar Ed Kristersson arasındaki yazışmalara yer veren Zarakolu, “Sosyal Demokratlar da Olof Palme’nin çizgisini terk edip, NATO yanlısı yola sapmakla, kendi ayaklarına kurşun sıktılar” diyor.
Son derece haklı… Siyasal sürgünümüzün 70’li yıllarında, üstelik sahte pasaportla, 12 Mart Cuntası’na karşı Demokratik Direniş hareketini örgütlemek için sık sık gidip geldiğim Olof Palme’nin İsveç’i, gerçekten de, sadece özgürlüklerin ve insan haklarını ödünsüz savunmanın değil, aynı zamanda hâlâ sömürge statüsünde ya da Türkiye gibi faşist diktatörlük zulmü altında bulunan ülkelerin direnişçileriyle dayanışmanın da onurunu taşıyan sayılı ülkelerin en başında gelmekteydi.
Bakanlık ve başbakanlık yaptığı dönemlerde Güney Afrika’daki apartheid rejimine, ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşa, Avrupa’ya Pershing füzeleri yerleştirmesine ve NATO’nun tehditlerine hep karşı çıkmıştı… Öyle ki, Vietnam konusundaki protesto gösterilerine bizzat katıldığı için ABD yönetimi, İsveç’le diplomatik ilişkileri kesmeye kalkışmıştı.
Dahası, Olof Palme’nin hümanist tutumu sayesindedir ki, İsveç Avrupa ülkeleri arasında siyasal sürgünlere mücadelelerini özgürce sürdürme olanağı tanıyan örnek bir ülke olmuştu.
Kaderin cilvesi, üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçtikten sonra o İsveç, ABD’nin emperyalist projelerine hizmet verebilmek için NATO’ya katılmaya kalkışıyor, ancak bu kez ülkede bulunan Türkiye çıkışlı siyasal sürgünleri sınır dışı etmediği takdirde TBMM’nin bu üyelik talebini onaylamayacağı şantajıyla karşı karşıya kalıyor.
Bu şantaj karşısında Tayyip’in onayını alabilmek için Başbakan Ulf Hjalmar Ed Kristersson Ankara’ya koşturup aman diliyor, teslimiyetin ilk nişanesi olarak da Kürt sürgünlerden Mahmut Tat Türkiye’ye iade ediliyor.
Bu iadelerin arkası gelecek mi, İsveç’in NATO üyeliğine Ankara’dan onay çıkacak mı, Stockholm gibi, NATO’nun genel merkezinin bulunduğu Brüksel de beklemede…
Beklene dursun, Belçika’nın yeni Dışişleri Bakanı Hadja Lahbib geçtiğimiz hafta Ankara’ya yaptığı tantanalı ziyarette Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Belçika’daki Kürt sürgünlerin de mevcudiyetine son verilerek Türk polisine teslim edilmesi dayatmasıyla karşı karşıya kaldı.
Hemen hatırlatalım… Hadja Lahbib, selefleri gibi hariciye ya da siyasal partiler aleminden yetişmiş bir dışişleri bakanı değil. Cezayir’in Berber halkından bir göçmen ailenin çocuğu…
Babası Belçika kömür madenlerinde çalışırken 21 Haziran 1970’de bu ülkenin Bossu kentinde doğmuş olan Hadja Lahbib, Brüksel Hür Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra yıllarca RTBF Televizyonu’ndan sunuculuk yapmış, Arte Televizyonu’nda da sosyo-kültürel programlar gerçekleştirmişti.
Tayyip diplomasisi bir süreden beri Türkiye’ye resmi görüşmeler için gelen başbakanlar ya da bakanları, Türk Devleti’nin gücünü gösterip önceden etkilemek için, Atatürk’ün kabrine çelenk koymadan önce bir merasim kıtası eşliğinde Anıt Kabir’de metrelerce uygun adım yürütmeyi kural haline getirmişti… Lahbib de bakan olarak bu uygun adım yürüyüşlü törenin gereklerini büyük bir başarıyla yerine getirdi.
ÇAVUŞOĞLU’NUN LAHBİB’E DAYATMALARI
Belçika medyasının da geniş yer verdiği haberlere göre, Türk diplomasisinin başı Mevlüt Çavuşoğlu, yaklaşık iki buçuk saat süren görüşme sırasında PKK, DHKP-C ve FETÖ bağlantılı oluşumların Belçika’da bulunduğunu belirterek Lahbib’e şöyle kafa tutmuş:
“Daha dün bizim büyükelçiliğimizin önünde terörist başı Öcalan’ın ve PKK’nın paçavralarının da kullanıldığı gösteriler oldu. Benim büyükelçiliğimin önünde oldu. DEAŞ Belçika’da nasıl kendi terörist başını ya da kendi paçavralarını kullanamıyorsa, PKK’ya da izin vermemeniz lazım. Kanunlar ona böyle, buna böyle ya da yoruma göre olmaz. Sizden şu anda Belçika’da çok aktif olan ve Avrupa çapında terör faaliyetleri yürüten PKK örgütüne karşı önlem almanızı ve mücadele etmenizi bekliyoruz. Terörizme karşı mücadelede birlikte durmalıyız. Terör örgütlerinin Belçika’yı karargâh olarak kullanmaları engellenmelidir.”
Çavuşoğlu, Türkiye ile Belçika arasındaki ilişkilerin uzun bir tarihi olduğunu, gelecek yıl iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 185. yıldönümünü kutlayacaklarını, Türkiye ile Belçika arasındaki ikili ticaret hacminin yüzde 43 artarak 10,5 milyar dolara ulaştığını, Belçikalı iş insanlarının son 20 yılda Türkiye’de yaklaşık 9 milyar dolarlık yatırım yaptığını, Belçika’da yaşayan Türk vatandaşlarının ise bu ülkede yaklaşık 5 bin şirketi bulunduğunu, bu yılın 10 ayında Belçika’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında salgın öncesi 2019 rakamlarının yakalandığını da belirterek bu ilişkilerin devamı için Türkiye çıkışlı siyasal sürgünlere karşı baskıların artırılmasının şart olduğunu da vurgulamış bulunuyor.
Ankara’daki görüşmeleri sırasında Çavuşoğlu’nun dayatmalarına karşı Belçika Dışişleri Bakanı Hadja Lahbib’in tavrı ne oldu?
Belçika medyasının verdiği haberlere göre, eleştirilere şöyle yanıt vermiş: “Belçika’da PKK sempatizanlarının varlığından haberdarız, bu konuda soruşturmalar yürütüldü, ancak ifade özgürlüğü ve gösteri özgürlüğü çerçevesine girmeyecek herhangi bir şey ortaya çıkmadı. Elbette Türk güvenlik birimlerinden gelecek her türlü bilgiye açığız. Türkiye bize kanıtları versin, biz de harekete geçelim. Türkiye, sempatizanların Belçika’da bayraklarla gösteri yapabilmesini istemiyor, ancak nefret ve şiddet çağrısı yapılmadığı sürece buna müsamaha göstereceğiz.”
Türk ordusunun Suriye’ye saldırıları konusunda da sözünü esirgememiş:
“Belçika, Türkiye’nin ulusal güvenliğine ilişkin kaygılarını anlıyor ancak Türkiye’nin Irak ve Suriye’de olası yeni bir kara harekâtından derin endişe duyuyoruz. Bu, tırmanma riskini temsil etmektedir. Ortak önceliğimiz IŞİD’e karşı mücadele olmalıdır.”
Çavuşoğlu’nun “Belçika’daki İslamofobi ve ırkçılık”tan endişe duyulduğunu söylemesi üzerine Lahbib’in nasıl yanıt verdiğini Belçika gazetecileri şöyle naklediyor:
“Evet, Belçika’da ırkçılık var… Ancak Türkiye’de ırkçılık da var. Her yerde ırkçılık var. Türk bakana burada buna karşı mücadele ettiğimizi ve bununla ilgilenen kurumlarımız olduğunu söyledim. Ama aynı zamanda her türlü ayrımcılıkla mücadele edilmesi gerektiğini de söyledim: kadınlara yönelik ayrımcılık, cinsel yönelime yönelik ayrımcılık. Tüm bunları bir paket anlaşma olarak gördüğümüzü açıkça ifade ettim.”
İkili görüşmede ertesi gün hapse ve siyaset yasağına mahkum edilen İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu da ziyaret edeceğini belirten Lahbib, Çavuşoğlu’na Türkiye’deki siyasal durum üzerine de şunları söylemiş:
“Yargının bağımsızlığı bizim için önemli bir değerdir. Bu, hukukun üstünlüğünün temelidir. Avrupa Komisyonu’nun yakın tarihli bir raporu, Türkiye’de yargının bağımsız olmadığının altını çizmiştir. Bu konuda Türkiye’den beklentilerimizin yüksek olduğunu biliyorsunuz… 2023 yılına Türkiye’nin yüzüncü yılı ve seçimler damgasını vuracak. Bunlar halkın iradesini ve Türklerin inançlarını yansıtmalıdır.”
İMAMOĞLU’NA ZİYARETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Hadja Lahbib cuma günü de sözünde durarak İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ile bir araya geldi, görüşmeden sonra Belçika medyasına şu açıklamada bulundu:
“Uzun zamandır planlanan bu karşılaşma, İmamoğlu’nun çarşamba günü bir hakime hakaret ettiği gerekçesiyle iki yıl yedi ay hapis cezasına çarptırılması ve siyasi haklarının elinden alınmasının ardından yepyeni bir anlam kazandı. Endişelerimi perşembe günü Ankara’da ve bugün de İstanbul’da bizzat belediye başkanına ifade ettim.”
Hadja Lahbib’in Türkiye’de sadece dışişleri bakanını değil, aynı zamanda muhalefet cephesindeki Ekrem İmamoğlu’nu, üstelik hapse ve siyaset yasağına mahkum edildikten sonra ziyaret etmiş olması, Tayyip-Devlet diktasının NATO adayı İsveç ve Finlandiya’ya uyguladığı şantajın, NATO’nun başkentini barındıran Belçika için pek geçerli olamayacağını gösterdi.
Ancak, tam da Ankara’da iki bakanın görüşmeleri devam ederken Türk medyası, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın, PKK konusunda aldığı bir kararı büyük bir zafer olarak duyuruyordu.
Avrupa Birliği Konseyi’nin, PKK’yi terör örgütleri listesinde tutmaya devam etmesine karşı açılan davada, merkezi Lüksemburg’da bulunan AB Adalet Divanına bağlı AB Genel Mahkemesi, PKK’nin eylemlerinin “Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı” kapsamında sayılamayacağını ve bu hakkın genel olarak kullanılması için silahlı kuvvete başvurmanın meşru görülemeyeceğini belirterek PKK’nin “terörist kabul edilen kişi, kuruluş ve örgütlerin finansal varlıklarının dondurulması ve bunlara mali kaynak sağlanmasının yasaklanması gibi yaptırımları öngören liste”de yer almasına itirazı reddetmişti.
Öyle görünüyor ki, Türkiye’de bir siyasal iktidar değişimi olmadıkça, Avrupa Birliği, PKK’yi altı ayda bir yenilenen terör örgütleri listesinde tutmaya devam edecek.
Buna ek olarak, son haftanın gelişmelerini izlerken beni rahatsız eden bir noktayı da vurgulamadan geçemeyeceğim.
Evet, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun mahkumiyeti karşısında sadece Belçika Dışişleri Bakanı Lahbib’in değil, Türkiye’deki tüm muhalefet partilerinin, demokrasi ve insan hakları savunucusu tüm medyanın ve kuruluşların ortak tavır koyması son derece sevindirici ve umut verici…
Ama unutulmasın… Türkiye’de HDP’nin seçimle kazandığı Kürt belediyelerine iki dönemdir Türkiye İçişleri Bakanlığı’nca kayyum atanıyor.
Mart 2019 seçimlerinde HDP 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi olmak üzere toplamda 65 belediyenin başkanlığını kazanmıştı. Şu anda ise HDP’nin sadece 6 belediyesi kaldı.
31 Mart 2019 tarihinden bugüne kadar HDP’li 84 Belediye Eşbaşkanı da farklı tarihlerde gözaltına alındı.
21’i kadın olmak üzere 39 Belediye Eş Başkanı tutuklanarak cezaevine hapsedildi. 19 belediye başkanına “örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandası” suçlarından toplam 140 yılı aşan hapis cezaları verildi.
Dahası… HDP’nin milletvekili seçilmiş eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ tam 6 yıldır Tayyip’in zindanlarında…
Tüm bunlar olurken kıllarını kıpırdatmayan CHP ve 6’lı Masa’nın diğer partileri Saraçhane Meydanı’nda Türk bayraklarını dalgalandırarak protesto ve iktidar sloganları atarken, altı yıldır sürüp gelen kayyum ve zindan terörünü bir nebze düşünmüşler midir?
Hele Kılıçdaroğlu… Hele Akşener… Hele Temel Karamollaoğlu, Ahmet Davautoğlu, Ali Babacan, Gültekin Uysal… Hele sadece onlardan demokrasi ve adalet bekleyenler?
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı kitapları bulunuyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***