YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Bir süredir kamuoyunu meşgul eden çocuk yaştaki evlilik tartışmalarında İttihat ve Terakki Hükümeti’nin 1917 yılında kabul ettiği Hukuk-ı Aile Kararnamesi gündeme getirilmektedir.
Bu kararnamenin çıkarılmasında devrin şartları etkili olmuş ve Hanefi mezhebi dışındaki diğer mezheplerden de yararlanılmıştı.
Fakat kararnamenin yürürlük süresi çok kısa olacak, Mustafa Sabri Efendi’nin sadrazamlığa vekâlet ettiği sırada yürürlükten kaldırılacaktır.
AİLE HUKUKU SÜRECİ
Hukuk-ı Aile Kararnamesi, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı siyasi hayatındaki son icraatlarından birisi olup özellikle İslam Hukuku’nun aile hukuku alanında kanunlaştırılması yönüyle büyük bir öneme sahiptir.
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Devri’nden itibaren kanunlaştırma faaliyetleri başlamış, Ceza Kanunu (1840, 1851) ve Arazi Kanunu (1858) yapılmıştı. Elbette en önemli adımlardan birisi de Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyonun hazırladığı Mecelle olmuştu.
Mecelle’de aile hukukuna dair bir bölüm yer almamaktaydı. Ancak Tanzimat döneminden itibaren evlilikle ilgili çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin Abdülmecit devrinde baliğ kız ve dul kadınların bir evlilik sözleşmesi yapabileceklerine dair ferman çıkarılmış, kadınların akıl sağlığı problemi olan eşlerinden boşanmalarına imkân verilmişti.
II. Mahmut döneminde kararlaştırılan İran uyruklularla evlenme yasağı da hem Abdülmecid hem de Abdülaziz dönemlerinde tekrarlanmıştı.
Şüphesiz en önemli düzenlemelerden birisi de Sicill-i Nüfus Nizamnamesi ile bütün nikahların ve sonrasında çıkarılan bir nizamname ile de bütün boşanmaların sekiz gün içinde nüfus sicillerine bildirilmesinin istenmesidir.
Daha sonra da bunları bildirmeyen Müslümanlar için imam, diğer din mensupları için de ruhani liderlerin ceza ödemesi kararlaştırılmıştı. Bu şekilde evlilik ve boşanmaları kayıt altına alma gayreti olsa da uzun yıllar boyunca bu konuda başarılı olunduğu söylenemez.
1916 yılında ise iki önemli düzenleme daha gerçekleşmiş, şeyhülislamlık tarafından verilen bir cevaba binaen çıkarılan irade-i seniyye ile kocası tarafından nafakasız terk edilen bir kadına boşanma hakkı tanınmıştı.
Diğer irade-i seniyye ile de kocanın “delilik, cüzzam…” gibi ağır hasta olması durumunda kadınların boşanabileceği belirtilmişti. Bu düzenlemeler, Osmanlı Devleti’nin resmi mezhebi olan Hanefi mezhebine değil de diğer mezheplere dayanılarak yapılmış olması nedeniyle büyük bir önem taşımaktaydı.
NEDEN ÇIKARILDI?
Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin çıkarılma nedenleri olarak hukuki, siyasi, iktisadi ve kültürel sebeplerle fikir adamlarının tartışmaları gösterilmektedir.
Hukuki nedenlerin başında Mecelle’de aile hukukuna yer verilmemesi gelmektedir. Bu durum dönemin hukukçularının aile hukuku alanında da bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç olduğunu gündeme getirmelerine neden olmuştur.
Diğer hukuki neden ise Osmanlı Devleti’nde hukuk birliği olmamasıydı. İslam hukukunun bir uygulaması olarak azınlıklara kendi hukuklarını uygulama hakkı tanındığı gibi kapitülasyonlar sonucunda da Osmanlı ülkesinde yaşayan yabancıların davaları konsolosluk mahkemelerinde görülmekteydi.
İttihatçılar ülkede hukuk birliğini sağlamayı amaçlamakta ve bu nedenle de azınlık cemaatlerinin ve konsolosluk mahkemelerine son vermek istemekteydiler. İttihat ve Terakki bunun için Birinci Dünya Savaşı’na girişte kapitülasyonları kaldırarak konsolosluk mahkemelerini kapatmıştı.
İktisadi ve sosyal nedenler olarak da toplum hayatında meydana gelen değişiklikler gösterilebilir. XIX. Yüzyılda klasik aile tipi değişmeye başlamış, konakların yerine çekirdek aileye doğru gidiş süreci ortaya çıkmış, İstanbul, İzmir ve Selanik gibi şehirlerde yeni bir hayat tarzı meydana gelmiş, ekonomik şartların kötüleşmesi ve özellikle yıllardır devam eden savaşlar kadınların da memur, işçi ve girişimci olarak iş hayatına katılmasına neden olmuştur.
Kültürel olarak da açılan kız rüştiyeleri, kız muallim mektepleri ve İnas Darülfünun’u ile kadınların eğitim seviyesinin arttığı, kadınların ebe, hemşire, öğretmen ve doktor olma imkânlarını elde ettikleri, kadın-erkek ilişkilerinde önemli değişiklikler meydana geldiği görülmektedir. Ayrıca Avrupa’nın etkisiyle “taife-i nisvan” meselesi yani kadın hakları kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştı.
Bu dönemde İslamcı, Türkçü ve Batıcı aydınların kadın hakları, taaddüd-ü zevcad gibi konularda yoğun bir tartışmaya girdikleri görülmektedir. Batıcılar çok kadınla evliliğe karşı çıkmakta ve boşanmanın erkeğin tek taraflı iradesi yerine mahkeme kararıyla olmasını istemekteydiler. Hatta Celal Nuri, aile hukukunun tamamen Avrupa’dan alınmasını teklif etmekteydi.
Türkçüler nikahın devlet gözetiminde irade beyanıyla kıyılmasını ve küçük yaşta evliliklere mani olmak için evlilik yaşının belirlenmesini savunmaktaydılar.
İslamcılar ise özellikle Sebilürreşad’daki yazılarında çok eşli evliliğin mecburiyet değil ruhsat olduğunu belirterek yasaklanmasına karşı çıkmışlardır. İslamcılardan Mansurizade Said ise çok eşli evliliğin bir emir olmadığından “zamanın değişmesiyle hükümler de değişebileceğinden” devlet tarafından kaldırılabileceğini ileri sürmüştür.
Osmanlı Devleti şimdiye kadarki düzenlemelerde Hanefi mezhebini esas alırken Aile Hukuku düzenlemesinde devrin ihtiyaçları çerçevesinde Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinden hükümlere de yer verilmiştir. Ayrıca Hristiyan ve Museviler için de düzenlemeler yapıldığından kanunda üç dine ait hükümler de yer almıştır.
NELER GETİRDİ?
Hukuk-ı Aile Kararnamesi, Isparta mebusu Mahmud Esad Efendi (1856-1918) başkanlığında fetvahane mümeyyizi Hafız Şevket Efendi, Menteşe mebusu Mansurizade Said Bey, Şura-i Devlet üyesi Ali Baş Hampa ve Evkaf Mahkemesi kadısı Mustafa Fevzi Efendi’den oluşan bir komisyon tarafından hazırlandı.
Komisyon Başkanı Mahmud Esad Efendi
Sonra da Mecelle’nin yayınlanmasındaki usul uyarınca sadrazam ve parlamentonun onayına sunulmaksızın şeyhülislamın padişah Mehmet Reşad’a arz etmesiyle 8 Ekim 1917’de yürürlüğe girdi. Kararname bu yönüyle kanun olarak sayılmasa da uygulanması ve riayet edilmesi mecburi olduğundan tam bir kanun olarak değerlendirilmiştir.
Kararname ile aile hukukuna dair sadece evlenme ve boşanma konuları düzenlenmiş olup nesep, nafaka, çocukların durumu gibi konularda komisyon çalışmaları devam etmekteydi. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi, Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve kararnameyi çıkaran İttihat ve Terakki’nin iktidarı kaybetmesiyle diğer düzenlemeler uygulamaya konulamadı.
İki bölümden oluşan kanunda evlenme ve boşanma alanlarında düzenlemeler yapılmıştı. İlk bölümde yüz bir maddede evlenmeye dair hükümler, ikinci bölümde de elli altı maddede boşanma hükümleri yer almıştı.
Hükümler din esasına göre bütün Osmanlı tebaasına yönelikti. On üç madde Musevilere, yedi madde Hıristiyanlara ve beşi de bu din mensupları için müştereken hazırlanmıştı.
Kararname, Hristiyan ve Musevileri de kapsayacak şekilde yapıldığından bu dinlerin yetkili kişileri de alt komisyonlarda görev almıştı. Kararname, hukuk birliğini sağlaması yönüyle çok önemli bir adım olarak kabul edilmektedir.
Doğrudan İslam aile hukukuna dair de yüz on iki madde bulunmaktaydı. Kefaet (denklik, küfüv olma), mehir, taaddüd-i ezvac ve tâlâk kanunda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Nişanlanma müessesesi de İslam aile hukukunda ilk defa bu kararnamede yer almıştır.
Kararnameyle ilk defa evlenme yaşı belirlenmiştir. Buna göre erkekler on sekiz yaşı, kadınlar ise on yedi yaşını doldurmadan evlenemeyeceklerdir. Ancak erkekler on iki, kızlar da dokuz yaşında baliğ olduklarını belirterek evlenmek için başvuru yapabilecekler ve onay verildiğinde evlenebileceklerdi. Bu düzenlemelerle devlet, evlenmede doğrudan taraf olmuş, evlilik ve boşanma tamamen kayıt altına alınmaya çalışılmıştır.
Kanunun getirdiği bir yenilik de erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini zorlaştırmak olmuştur. Bu çerçevede ikinci bir kadınla evlilik ilk eşin onayına bağlı hale getirilmiştir. Bunun için de kadına evlenirken, eşine evlilik boyunca ikinci eşle evlenemeyeceği şartı getirme imkânı tanınmıştır.
Kanun, “tâlâk” yani boşanma ile ilgili olarak erkeğin inisiyatifini sınırlamış, kadına da bazı durumlarda boşanma hakkı tanınmıştır. Kararname ile kadınlar eşlerinden hastalık, fizyolojik kusur, eşin gaipliği (kaybolması) durumunda boşanma hakkını elde etmişlerdir.
Kanunun getirdiği önemli bir yenilik de boşanma öncesinde “Aile Meclisi’nin” devreye girmesidir. Böylece İslam hukukunda mevcut olan “aile meclisi” sistemi işleyişe dahil edilmiştir.
NASIL KALDIRILDI?
Hukuk-ı Aile Kararnamesi 19 Haziran 1919’a kadar yani bir yıl dokuz ay on bir gün yürürlükte kalabildi. Bu tarihte çıkarılan “yevm-i neşrinin ferdasından itibaren mer’iyyül icra olan Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin lağvı hakkında” kararname ile yürürlükten kaldırıldı.
Kararnameyi kaldıran kişi ise Damat Ferit Paşa’nın Avrupa’da bulunması nedeniyle sadrazamlığa vekalet eden “İslamcı kişiliği ve İttihat ve Terakki’ye muhalefetiyle bilinen” Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’dir.
Kararnamenin yürürlükten kaldırılmasının ilk nedeni azınlıkların ve yabancıların daha önceki imtiyazlarını devam ettirmek için ve bazı konularda İslami hükümlere uymak zorunda kaldıklarından kararnameye karşı çıkmalarıydı. Onların isteğiyle, Mondros Ateşkesi sonrasında İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliği Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne kararnamenin kaldırılması için baskı yapmıştı.
Kararnamenin kaldırılmasının ikinci nedeni, İslamcı kesimden bazılarının düzenlemeye karşı çıkmalarıydı. İzmirli İsmail Hakkı, Sadreddin Efendi, Babanzade Ahmet Naim gibi bazı İslamcılar; kanunun İslam hukuku çerçevesindeymiş gibi gösterilerek yozlaşmaya yol açtığını, şer’i mahkemelerin meşihattan alınarak Adliye Vekâleti’ne bağlanmasının doğru olmadığını, bazı maddelerinin şeriata aykırı olduğunu, diğer mezheplerden yararlanılırken usule riayet edilmediğini ileri sürmüşlerdir.
Bir görüşe göre Aile Kararnamesi, Ankara Hükümeti’nin İstanbul’un işgalinden sonraki değişiklikleri kabul etmemesi nedeniyle 1926’ya kadar yürürlükte kalmıştır. Ancak kararnamenin, İstanbul’un işgal tarihi olan 16 Mart 1920’den önce kaldırıldığı dikkate alındığından bu görüşün doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
Buna karşılık kararname, Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nden ayrılan yerlerde uygulanmaya devam etmiş; Hatay’da 1939, Suriye’de 1953, Ürdün’de 1951 yılına kadar yürürlükte kalmış, Filistin’de de İngiliz işgali döneminde uygulanmıştır. Ne yazık ki bu yerlerde kararnamenin nasıl uygulandığı ve ne gibi sonuçları olduğuna dair çalışmalar yapılmamıştır.
Kaynaklar: M. Ünal, “Medeni Kanun’un Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna Dair Düzenlemeler Özellikle Hukuk-ı Aile Kararnamesi”, AÜHFD, C. XXXIV, S. 1-4; B. Konan, “Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nde Kadının Hukuki Durumuyla İlgili Düzenlemeler”, Türk Hukuk Tarihi Kongresi, İstanbul, 2016; M. A. Aydın, “Hukuk-ı Aile Kararnamesi”, DİA, C. 18.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***