“Karşımda nadasa bırakılmış koskoca bir arazi duruyor…
İsraf gibi geliyor bana.
İsrafa gücüm yetmediği için de kötü bir his veriyor.
Hayatını nadasa bırakmak iyi bir his mi?”
John Steinbeck, Cennetin Doğusu
Yoruldun, çok yoruldun, herkes çok yoruldu, diyor içimden bir ses. Önümdeki kâğıda geçmek üzere olan yılın “muhasebesini” yaparken.
Memleketimizde olanlar, memleketimizde olup ama bitmeyenler yordu bizi.
Memleketimizden uzak kalmak yordu bizi, memleketimizde daha da öteki olmak yordu.
Hayatımızın şekillendiği sokakları, vapurları, parkları özlemek çok yordu bizi. Yoruyor. Bitmiyor. Daha da yoracak gibi…
Ülkedeki siyaset yoruyor bizi, hayat yoruyor, iş yoruyor.
Biz yoruyoruz bizi. “Onlar” yoruyor bizi.
Olanlar yoruyor, olmayanlar yoruyor.
Olmuşlar yoruyor, tekrar olmak isteyenler yoruyor, olmayacaklar yoruyor, olamayacaklar yoruyor.
Suyun üzerinde kalmaya çalışmak yoruyor.
Bu kadar zor olmamalıydı – diye düşünmek yoruyor. Kimse kolay olacağını söylemedi sana – diye gelen cevap yoruyor.
Tahammül azalıyor. Dinleyemiyoruz, duyamıyoruz, anlayamıyoruz bazen hatta sık sık.
Ve fakat vazgeçemiyoruz kulaç atmaktan…
“Nadas” diyor içimdeki ses! “Nadasa mı bıraksak hayatı?”
Hatırlıyorum ben bu nadas işini okuldan!
“Araziye yıllık düşen yağışın, düzenli ürün almaya yetmeyecek kadar az olduğu yerlerde toprağın bir yıl boş bırakma işlemi.”
Tarla yüzeyi işlenir, temizlenir, sonra da bir yıl tarım yapılmaz. Böylece toprağın nemini ve organik madde miktarını artırmak hedeflenir. Doğru ya toprak iyi olacak ki verim alınsın!
Nadas öncesi, arazideki yabancı otları da yok etmek gerekir.
Bu mudur yani?
Biz de mi böyle yapmalıyız tıkandığımızda? Yağış yetersiz diye, bir sene dükkân mı kapanır? Paraya kıyıp sulasak misal, astarı yüzünden pahalıya mı patlar?
Bünyeyi dinlendirince, filizlenecek mi atılacak yeni tohumlar? Nereden bulacağız yeni tohumları? Yeşerecek mi yeniden kuruyanlar? Kesit zaten onları, kökünden attık, nasıl yeşerecek?
Nadasa bırakırsak hayatı, verimli ürünler alacağımızın garantisi ne?
İşte öğretiler ya bize okulda, toprakla ilgisi yok bu işin, yağışla var. Toprağı bozan, yağışın olmaması… Niye bekleyelim o zaman yağışı? Her sene verim alabileceğimiz toprağı, yağışın yetersizliği için neden cezalandıralım?
Niye temizleyelim araziyi tüm otlardan, iyi kötü hepsi bizim toprağımızda bitmemiş mi?
Kaldı ki insan arazi değil; ayakları, kolları, gözleri var… Aramaya, bulmaya, talep etmeye hakkı var! Toprak susuz kalıyorsa, yeni yağmurlar bulmalı insan kendine! Aşılacak yeni denizler, hayran kalınacak yeni ufuklar, tırmanacak yeni dağlar, suyunu içeceği yeni dereler aramalı!
Ömür sınırlı ve zaman hızla akıyor. Çoğumuz hala dün gibi hatırlıyoruz, “Ne olur bir an önce 18 olayım” dediğimiz günleri…
İçimdeki ses yanıltıyor beni, insan ne hayatı ne kendini ne de kalbini nadasa bırakmamalı! Sevmedim içimdeki sesin önerisini!
Gereğinden fazla durup dinlenmemeli, hayallerini unutmamalı, planlarını asla ertelememeli insan!
Zaman kaybından başka bir şey değil bu kendine nadasa çekmek! Herkes yorulur, herkes tükenir gibi olur, ama hayat – Altan’ın Hayat Hanım’ının da dediği gibi “Yaşamaktan başka bir şeye yaramaz!”
Son yıllar ne kadar zor geçse de iç sesimiz nadas demesin bize! Dinlemeyelim biz onu!
Her nefesini mücadele ile, didinerek geçirmeli insan! Geçen zamana bir gün yanmamak için her günü son günmüş gibi yaşamalı!
ALİN OZİNİAN
11 Aralık 2022 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***