Masa, diyalektik materyalizm eğitim çalışması gibiydi, sınıfları anlatan, resimli, 32 kısım tekmili birden. Her sınıftan insan vardı masada. Gecekondu çocukları, kolları bol dövmeli, bu dövmelere faça yapmış bıçak izleri, yaralı bereli, lümpen ve proleter, Marx’ın kulakları çınlasın…
Masada sağa sola ilişmiş, irili ufaklı burjuvalar, marka bir kravat takmıştı biri ve sahte değildi sahiden, karşı sandalyede bir kadın, buraya gelmek için kuaföre uğramış belli, yanında bir başkası, ellerine saç boyası bulaşmış, yıkanmış çıkmamış, tırnak aralarında boya izleri, muhtemel kuaför asistanı ama aynı dükkân değil, besbelli, daha düşük kalitesi tırnak arası boyaları, sanki boyası gelmiş boya, en çok işaret parmağında ve göğüsleri estetikti, galiba, ucuz, merdiven altı klinik izleri, sanırım küçük, çok küçük bir burjuva…
Belki de Bonapartist, sınıflar arası, yüz karası…
Ortada eski bir polis memuru ya da belediye zabıtası, mutlaka iktidara bulaşmış bir zamanlar, bir tarafı, kim ne derse kafa sallıyor ve mutsuz kesin, sırtından sıyırılıp alınmış üniforması, rütbesiz minare gölgesi, kabuksuz ıstakoz…
Masanın sol tarafında, üç öğrenci kılıklı devrimci, ikisi kadın, bıraksalar kışlık sarayı nasıl ele geçirdiğimizi anlatacaklar, yüzlerinde Potemkin zırhlısı coşkusu, biliyorum, birlikte geldik çünkü ve aynı yerde kalıyoruz, biz ve boş şarap şişeleri.
Masanın başında, ev sahibi adam, halk lideri deriz ya birbirimizi dürtüp, o anlamadan, üstünde eşofman, hani eşofman adamlardan, her yerde eşofman giyerler, trende, uçakta, okulda filan ve yatarken de, herhalde…
Masa da masaydı ha, evden daha büyük gibiydi. Bacaklarında kalın oymalar vardı, ağaç tornasında çekilmiş, dışarı taşmış ağaç tutkalı, beyaz beyaz ve altında evin çocuklarından ikisi maç yapıyorlardı rahatça, kız olanı daha güzel oynuyor, ikide bir gol diye kollarını yukarı kaldırıyor, masaya çarpıyor küçük elleri, birimizin sandalye bacakları kale ya da ikimizin…
Ev sahibi kadın kahveyi ortaya koydu, tombul tombul kolları, gülümsemesinde eşofman izleri mutlu, mesut bahtiyar, bardaklara biz koyduk, bol şekerliydi kahve, şeker kamışı bol nasılsa, içini bayıltacak kadar tatlı, kahve utangaç kalmış bardakta.
Bu saydıklarımın hepsi ve sayamadıklarımın, bu koca masadakiler, dışardakiler, Porto Alegri’de ki bütün bu mahalledekilerin, evleri yıkıldı. Koca bir şehirdi aslında, birbirine sırtını dayamış gecekondular, 15-20 katlı apartmanlar ve ah keşke şöyle bir evim olsa bahçe içinde müstakil dediklerimizden, her çeşidinden, içinde masalar ve insanların olduğu evlerden.
Futbol Dünya kupası için stat yaptılar üstlerine ve masanın yerine de her gün su isteyen çim, futbola çok elverişli bir zemin…
Bakmayın iyi direndik aslında, eski polis memurunun mesai arkadaşları geldiler sonra, copları, göz yaşartıcı gazları ve tazyikli sularıyla. Bir masaya oturduk diye bütün sınıflar, daha çok para aldılar en azından ve eşofman giymediğimize pişman olduk, çabuk kuruyordu.
Dün Dünya kupasında, Brezilya maçını seyrederken aklıma geldi. Hepsi bu maçı seyredip, Brezilya’yı tutuyorlardı, bir başka masada, mutlaka…
Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah… CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200’e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye’de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10’dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***