YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Sosyal medya kullanıcıları başlıktaki ifadeye aşinadır.
Yaklaşık 5 yıl önce, İstanbul Esenyurt’ta yapılan bir sokak röportajından alınan bu ifade aslında Türk siyasi tarihinin de bir özeti gibi.
En azından ben öyle görür, zaman zaman döner izlerim.
Aksanından Adanalı olduğu intibaı uyandıran, işinde gücünde sıradan bir vatandaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine ekstra yetkiler toplayarak ‘Başkan’ olma hırsına dair kısa ama veciz bir değerlendirme yapıyor.
Hem de öyle bir analiz ki üzerine laf söylemenin pek bir gereği kalmıyor.
Hala izlemeyen varsa linkini şuraya bırakıyorum:
Röportajın tamamında ne dedi bilmiyorum ama meşhur olan kısmında ifade ettiği “Allah olmak istiyorsa toplanıp Allah diyek” cümlesi üzerine günlerce haftalarca siyasi analiz yapılır.
Erdoğanın bitmek tükenmek bilmeyen güç ve zenginleşme hırsı ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Peki ben yazıya neden böyle bir video hatırlatması ile başladım?
Gerek buradaki yazılarım gerekse de Youtube yayınlarımı takip edenler biliyordur. Yıllardır cezaevlerindeki hasta, yaşlı ve bebeklerin durumunu gündeme getiriyorum.
Bugüne kadar onlarca masum insan cezaevlerindeki kötü muamele, yetersiz sağlık ve beslenme koşulları gibi nedenlerle hayatını kaybetti.
Malesef iktidar ve çevresi bugüne kadar yaşanan trajedilere kulak tıkadı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ yüzü hiç kızarmadan “Cezaevlerinde kötü muamele olmadığı” yalanını rahatlıkla söyledi.
HDP’li Ömer Faruk Gergelioğlu ya da CHP’li Sezgin Tanrıkulu olmasa konu TBMM gündemine bile giremiyordu.
Sorun bugünlerde yeniden gündem çünkü 28 Şubat hükümlüsü, 84 yaşındaki emekli korgeneral Vural Avar cezaevinde hayatını kaybetti.
Avar’ın hasta olmasına rağmen tahliye edilmemesi ve cenazeye Genelkurmay’ın kurumsal olarak sahip çıkmaması -en azından toplumun bir kesiminde-öfkeye neden oldu.
Bazı Ergenekoncu ve Ulusalcı kesimlerin bu trajediden bile Fethullah Gülen Cemaati’ne saldırmak için bahane çıkarmasını bir kenara koyuyorum çünkü onlar artık umutsuz vakıa.
Bu tipler için tedavi aşaması da çoktan geçilmiş halde. Kinlerinde boğulup gidecekler.
Ancak olayın siyasete ve Türkiye gerçeklerine dair söylediği çok önemli şeyler var.
Herşeyden önce cezaevlerinde yaşanan dramdan yani Kürtler ve Gülen Cemaati mensuplarının uğradığı soykırım uygulamalarından toplumun başka kesimleri de haberdar oldu.
84 yaşında cezaevinde hayatını kaybeden hayırsever Nusret Muğla ya da kanser hastası olmasına rağmen kelepçeli vaziyette tedavi görüyorken hayatını kaybeden eski Tuggeneral Kemal Mutlum için üç maymunu oynayanlar Avar için ayağa kalktı.
Keşke Avar için duyarlılık gösterenler başka mahallelerden mağdurları da görseydi.
Fakat asıl gelmek istediğim yer başka. Girişti hatırlattığım “istiyorsa toplanıp Allah diyek” videosunu refere etmem de ondan.
AF DİLE KURTUL
Eğer Gülen Cemaati mensubuysanız ya da bu kesimin yaşadığı mağduriyetlerden biraz haberiniz varsa zaten duymuşsunuzdur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan keyfi olarak tutuklattığı masum insanları tahliye etmek için adeta kendisine yalvarılmasını istiyor.
Gerçi bu aşamaya geçmeden önce ‘tahliye’ için yüklü miktarda para da alıyorlar ama konumuz ‘fetö borsası’ olmadığı için bu bahse girmeyeceğim. Zira girersek çıkmak mümkün değil.
Ülkenin her bir köşesinden inanılmaz yağma ve vurgun hikayeleri birikti çünkü.
Konumuz ‘af dile’ baskısı.
Lafı eğip bükmeden, kitabın ortasından anlatayım. İsimlerini kamuoyunun yakından tanıdığı bildiği gazeteciler, siyasiler, akademisyenler veya sıradan insanlara sırasıyla şunlar yapıldı;
Önce ‘teslim olması’ istendi.
Yani Erdoğan rejimine biat etmesi ve kayıtsız şartsız Saray’a tabi olması istendi. Biat edenler ödüllendirildi, etmeyenler ‘terörist’ damgası yiyip Silivri ya da Sincan’a dolduruldu.
Daha sorgu aşamasında iken ‘itirafçı ol’ baskısı yapıldı, eğer ‘itirafçı olur, kendisine verilen isimlerle ilgili istenilen ifadeleri verirse’ serbest kalacağı rüşveti önerildi.
Hala ilkeli durabilenler kendini Silivrinin soğuk duvarları arasında buldu. Yıllarca gün yüzü görmediler.
Bu esnada güya Saray’dan habersiz kişiler bu rehinelere haber gönderip “Reis’e bir özür ve af mektubu yaz. Hata yaptığını, özür dilediğini belirt ve af dile” tekliflerini yaptılar.
Prensip olarak bu dönemde cezaevine düşmüş kimseyi eleştirmedim. Ben olsam yapmazdım ama bu teklife evet deyip Erdoğan’a mektup yazan, af dileyenler oldu.
Tahliye oldular, dosyaları Yargıtay’da ‘değişti’.
Saray’a teslim olmayan, af dilemeyen, kendilerinden istenen söylemleri ifade etmeyenler rehin tutuldu. Öyle ki şartlı tahliye zamanı gelenler tahliye edilmediler.
Cezaevi yönetimleri açıkça “süreniz doldu ama af mektubu yazmadınız, pişmanlık ifadesi vermediniz” diyerek tahliyeleri engelledi.
Bu cinnet hali hala sürüyor.
Kısacası Kürtler ve Gülen Cemaati mensupları bu uygulamalara uzun zamandır aşinalar. Seküler-laik Türkler ise Korg. Avar örneği ile tanıştılar.
28 Şubat davası avukatlarından Aykanat Kaçmaz’ın anlattığına göre 28 Şubat hükümlüsü generallere “özür dileriz, hata ettik, bizi affedin” şeklinde dilekçe vermeleri istenmiş. Saray’ın ‘af dileyin, serbest kalın’ teklifini kabul eden çıktı mı bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey daha var.
Erdoğan ve rejim aparatları af için yalvartmakla yetinmiyor. Onur kırıcı bir şekilde edindikleri ifadeleri Havuz medyasına ve Aktrollere dağıtıyorlar.
Havuz medyası ve Aktrollerin ne kadar çirkefleştiklerini anlatmaya gerek yok sanıyorum. Böylece mağdur ettikleri insanları bir kez daha rencide ediyorlar.
Özetlemek gerekirse; Erdoğan’ın bitmek tükenmek bilmeyen iktidar ve para hırsını, masum insanlara ettiği eziyeti anlatmak için oturup uzun uzun siyasi analizler, yapmaya gerek yok. Hukuku, evrensel değerleri veya ahlaki normları hatırlatmanın da bir faydası yok.
O videodaki dayı gibi biz de “çok istiyorsan toplanıp Allah diyek” diyelim.
Belki affeder!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***