2019’dan bakıldığında, Lula da Silva’nın üç yıl sonra devlet başkanı seçilebilmesi hukuki engeller nedeniyle zor görünüyordu.
Temmuz 2017’de Araba Yıkama Operasyonu kapsamında yargıç Sergio Moro tarafından dokuz buçuk yıl hapis cezasına çarptırılan Lula, Nisan 2018’de temyiz süreci devam ederken hapse girmişti. Eylül 2018’de de Yüksek Seçim Mahkemesi, anayasaya aykırı bir kararla Lula’nın Ekim ayındaki genel seçimlerde aday olma talebini reddetmişti.
Kasım 2019’da tahliye edilerek özgürlüğüne kavuşan Lula, siyasi haklarını hala kullanamıyordu. Hikâyenin bu kısmında yargıçlar, Lula’ya siyasi komplo kuran ve Bolsonaro’yu dolaylı yoldan iktidara taşıyan aktörlerden biri olarak görünüyor. Ama Lula’yı hapisten çıkaracak ve devlet başkanlığına giden yolu açacak olan da yine yargıçlar.
8 Mart 2021’de, Federal Yüksek Mahkeme Yargıcı Edson Fachin, Lula’nın aleyhine açılan üç ceza davasını da bozarak eski yargıç Moro’nun (Nisan 2020’ye kadar Bolsonaro’nun Adalet ve Kamu Güvenliği Bakanlığı’nı yaptı) Lula’yla ilgili hukuki işlem yapmaya yetkisi olmadığına hükmetti.
Geçen haftalarda kutladığımız Lula’nın devlet başkanlığının önünü açan karar, yargıç Fachin’in bu kararıdır. Dahası, Federal Yüksek Mahkeme 23 Mart 2021’de Moro’nun Lula’yı yargılarken taraflı davrandığına ve görevini kötüye kullandığına karar verdi.
Yargıçların değişmesiyle adaletsizlikler silinebiliyor olsaydı ne kolay olurdu! “Gitti iktidar yandaşı kötü yargıç Moro, geldi hukukun üstünlüğüne inanan tarafsız, iyi yargıç Fachin” ve işte Lula için adalet nihayet yerini buldu.
Ancak Brezilya için “partizan yargıç” yorumunun gölgesine sığınmak hiç de kolay değil. İlki, Lula’yı salt bir şüpheye dayanarak hapseden ve seçimleri Bolsonaro’ya teslim eden tek bir yargıç değildi. Ocak 2018’de Lula’nın cezasını 12 yıla çıkaran Federal Bölge Mahkemesi ve 2019’da 17 yıla çıkaran Dördüncü Bölge Federal Mahkemesi’ni de düşünecek olursak İşçi Partisi’ne karşı yargının çoğunluğunun o dönem ortak hareket ettiğini görmek mümkün. İkincisi, “iyi yargıcı” “kötü yargıçtan” ayırmak; hele ki “İşçi Partisi’ni destekleyen yargıç” bulmak pek zor. Mesela Fachin, 8 Mart’da Moro’nun verdiği kararları bozarken, 23 Mart’ta Moro’nun taraflı olduğunu reddetmiştir.
23 Mart’taki oylamada Moro’nun görevini kötüye kullandığına hükmeden yargıçlar Carmen Lúcia ve Gilmar Mendes ise, aynı iddia kritik öneme sahip 2018 sonbaharında Lula’nın avukatları tarafından dile getirildiğinde ve habeas corpus ilkesi doğrultusunda Lula’nın serbest bırakılması (ve dolayısıyla seçimde aday olabilmesi) istendiğinde bu talebi reddetmişlerdi.
Brezilya’da yargının, yürütmenin kontrolünde olmadığı ve hükümetlerden bağımsızlığını koruduğu; genel olarak yürütmenin devlet üzerinde tahakkümü olmadığı ve her şeye muktedir bir devlet başkanından bahsedilemeyeceği sıklıkla dile getiriliyor. Dahası yüksek yargının Bolsonaro’yla ilişkisi de güllük gülistanlık değildi. Federal Yüksek Mahkeme, Bolsonaro’nun eşcinsellik karşıtı ve akademisyenlere karşı saldırgan politikaları aleyhine kararlara imza attı. Hatta Federal Yüksek Mahkeme’yle başa çıkamayan Bolsonaro Nisan 2020 tarihinde mahkemeyi askeri müdahaleyle tehdit ve ordunun darbe yapmasını teşvik etti.
Eylül 2021’de de benzer şekilde artık mahkemenin kararlarına uymayacağını açıkladı. Peki, Bolsonaro’nun bu aşırılığı ve demokrasiye açık meydan okumasına yargı nasıl tepki gösterdi? Karşısındaki İşçi Partili Lula olunca bir şüphenin peşine düşen; dahası yine İşçi Partili devlet başkanı Dilma Rouseff’i Mali Sorumluluk Yasası’nı ihlal ettiği ve halka yanlış beyanda bulunduğu gerekçesiyle, bugün “sivil darbe” olarak yorumlanan hamleyle Ağustos 2016’da görevden alan mahkemeler, Bolsonaro’nun devlet başkanlığını tehdit edebilecek hiçbir cezai süreç başlatmadılar.
Bizim ülkemizde en çok tartışılan konulardan olan yargının yürütmeden bağımsızlığı, Brezilya’da yargının tarafsızlığını sağlamıyor. Yargı erki muhafazakâr ve siyasete de muhafazakâr müdahalelerde bulunuyor.
Brezilya’da mahkemelerin seçiciliği ve tarafgirliğiyle ilgili en dikkat çeken husus, askeri darbe ve askeri yönetim geçmişinden gelen birçok ülkeyle benzeşiyor. O da, Brezilya’da yargı ve asker arasında hala devam eden bir bağ ve siyasetin sınırları, devletin ne olduğu ve nasıl yönetilmesi gerektiğine dair hala canlı bir ortaklaşma olduğu.
Yukarıda bahsettiğim 2018 yılında Lula’nın mahkûmiyetine itiraz edildiğinde silahlı kuvvetler Lula’nın “cezasızlığını reddettiğini” açıklamış ve mahkeme de silahlı kuvvetlerin izinden gitmişti. Eski bir subay olan Bolsonaro da ordunun desteğiyle iktidara geldi ve yine ordunun desteğiyle görevde kaldı. Görevde kaldığı müddetçe de anayasanın orduya arabulucu güç olarak hareket etme yetkisi verdiğini savundu ve büyük siyasi krizlerde orduyu bu yetkisini kullanmaya davet etti.
Gelelim halk desteğine, adalet duygusuyla nasıl oynanabileceği ve bu duygunun nasıl siyasi bir manivela etkisi yaratabileceğine.
Zaman ve mekânda sabit tek bir halk ve tek bir halk desteği olmadığının tespiti için medya ve sağ partilerin öncülüğünde Araba Yıkama Operasyonu’nun Brezilya tarihinin en büyük yolsuzlukla mücadale operasyonu olarak görüldüğünü ve kamuoyu tarafından önemli ölçüde desteklendiğini hatırlamak faydalı olur.
Operasyonun popüler olduğu 2016’da Moro, çıkarcı siyasetçilere karşı hukuku işleten güçlü yargıç imajına sahipti. Öyle ki Uluslararası Şeffaflık Örgütü Lula’nın mahkûmiyeti için, “Brezilya’da hukukun üstünlüğünün işlediğinin ve güçlüler için bile cezasızlık olmadığının önemli bir işaretidir” diyordu.1 Gelir eşitsizliğinin büyük olduğu ve halkın çoğunluğunun giderek daha da yoksullaştığı bir ortamda, yolsuzluk operasyonunda telaffuz edilen milyar dolarlık para miktarı, “kendi kesesini dolduran” hükümete karşı halkın öfkesini perçinlemişti.
Bugün sadece Brezilya’da değil, Mısır, Türkiye ve ABD gibi çok sayıda ülkede demokratik yönetimin kalbinde yer alan seçimlere katılım ve adaylık gibi konular hukuki bir meseleye dönüştürülerek, çözüm adliyeye bırakılıyor. Bu vakalarda adliyenin ne karar vereceği ise yargıcın kim olduğundan ziyade yargıcı da içine alan ve çevreleyen sosyopolitik bağlama bağlı. Lula da Silva’nın yargıçlarına 2017’den 2021’e gelinceye kadar fikir değiştirten de bu bağlama dair gelişmeler olsa gerek.
Dr. Ayşegül K. Kaynar:
1980 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünden doktora derecesini aldı. 2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödül ve 2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New School for Social Research ve Hamburg Üniversitesi’nde araştırma yaptıktan sonra halen Berlin’de bulunan Humboldt Üniversitesi’nde çalışmalarına devam etmektedir. Çağdaş Türkiye siyaseti, hukuk devleti ve asker-sivil ilişkileri üzerine yayınları bulunmaktadır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***