İtaatte ‘itaat hazzı’ diye adlandırdığım bir fenomeni gözlemleriz bazen: Otoriteye bağımlı hale gelmek, otoriteye itaat ederek otoriteden gelecek korkuyu savuşturmak… Korkuyu savuşturduğu için korkudan kurtulan insanların kurtulma anında yaşadıkları sevince benzer bir sevinci yaşar itaat eden kişi. İtaat etmenin onur kırıcı bir izi yoktur o an. Bir de itaat edenin itaat etmesinden ötürü otoritenin takdirini kazandığı için yaşadığı bir haz vardır. İşte bu tür durumlarda gözlemlediğimiz olguya itaat hazzı diyorum.
İtaat hazzının bir özelliği de, itaat etmeyenin bu anı gözlemlemesi anında yaşanan, Almanca Fremdschämen diye adlandırılan utanma duygusudur: Bir insanın utanılacak bir davranışını gözlemleyen birinin, olayın dışında olmasına rağmen kendi ve utanmayan kişi adına yaşadığı utanma duygusu. İtaat eden utanmadığı ya da utanmayı savuşturduğu için yaşanan alçalmanın getirdiği utanma duygusu…
Bazen gösterilerde bir diktatörü izlemeye gelen kitlenin ona karşı hayranlığını coşkuyla haykırdığını görünce şaşırıyorum. Bir insanın, kendisini insan yapan özelliklerden vazgeçmesi ve bu vazgeçişi bir zafere dönüştürüp kutlamasının çeşitli anlamları var. Freud, insanın haz aldığı şeyleri yapmaya, kendisine haz vermeyen şeylerden de uzak durmaya çalıştığına vurgu yapar. Eğer insanlar diktatörlere kendi iradelerini ve vicdanlarını teslim ediyorlarsa bundan haz da alıyor olmaları gerekir.
İtaatin en belirgin olduğu kurumlar ordu, dinsel kurumlar ve cemaatlerdir. Oralarda çok belirgin bir hiyerarşi vardır ve bu hiyerarşi kimin alt, kimin üst olduğunu belirler. Kolektif erkek egemen toplumun kültüründe aile de itaat üzerinden örgütlenir. Bu tür örgütlenmelerde bireysel olanlar törpülenir ve kolektifin varlığını sürdürmesi sağlanır. Bu kontekstte itaat çok olumlu algılanır ve bir övünç kaynağıdır.
Efendilik ve hanımefendilik dediğimiz konseptlerde de itaat vardır. Kastedilen uyumluluk, topluma uygun davranmaktır; bireysel arzu ve isteklerin öne çıkarılmaması söz konusudur. Birey olmanın ve bireyselliğin geliştiği toplumlarda hanımefendilik ve efendilik birer hapishaneye dönüşür ve insanlar yarattıkları bu imajlara mahkum olurlar. Bu çoğu kez bir öfke de yaratır ve bu öfke dışa vurulmaz. Çünkü efendilik öğrenilmiş ve ustalaşılmış itaatten ötürü dışa vurulmaz. İnsan ilişkileri efendilik üzerinden organize edilir ve bunun en belirgin özelliği gösterilen, teşhir edilen saygıdır. Bu saygı orduda daha da belirgindir ve şekilciliğe de dönüşerek sergilenir; selam vermek, hazırolda durmak gibi. Yürüyüşünüz ve duruşunuz bir başkası tarafından belirlenir; nasıl konuşacağınız ve nasıl hissedeceğiniz bile!
İtaat üzerinden ilişkilerini organize eden insanlar itaat ettikleri obje yok olduğunda gene itaat edecekleri, boyun eğecekleri yeni bir obje ararlar. Çünkü bu insanlar boyun eğmeden yaşayamazlar, çünkü otonom ve bağımsız olmayı tanımamaktadırlar! Bu nedenle diktatörlükler yıkıldıktan kısa bir süre sonra bu kitle diktatörlüğü yücelterek yeni diktatörü alkışlar. Yıkılan diktatörlükler bu insanlar için bir özgürleşme anlamına gelmez. Hitler öldükten sonra bazı Almanlar yeni otoriter strüktürler aradılar. Mısır’da Hüsnü Mübarek gittiğinde yerine benzer insanlar geldi. Türkiye’de de Erdoğan sonrası için güçlü bir lider aranması bundan…
Orduda bir asker, komutanının kendisine verdiği emri hiç düşünmeden ve sorgulamadan yerine getirir ve bundan gurur duyar. Kendisine ölmeyi emreden komutana saygı duyar ve itaat ettiği için de vazifesini kusursuz yapmanın takdir edilmesini bile bekleyebilir. Bu askerlerin bu emir-itaat ve vazife ilişkilerini anlatırken bu durumdan gurur duyduklarına ve haz alarak bunları anlattıklarına tanık oluruz. İtaat, iradenin ortadan kalkması hali olduğundan dolayı benim için utanç verici bir hal iken, itaat eden için haz kaynağıdır. Freud’a göre insanlar haz aldıkları şeye yönelir ve böylece hazzı çoğaltmaya çalışırlar…
Ergenlik döneminde sevdikleri sanatçının konserine gidenlerin histerik çığlıklar atmaları, kendilerinden geçmeleri, olağanüstü sevinmeleri tanıdık bir fenomen. Kocaman, yaşını başını almış insanların Erdoğan mitinglerinde kendilerinden geçmeleri, söylenen her şeyi düşünmeden çılgınca alkışlamaları ise şaşırtıcı… Bu insanlar yücelttikleri objeyle kendileri arasındaki sen ve ben farkını, iki farklı insan olmalarından ötürü oluşan farklı sen ve ben olma hallerini ortadan kaldırarak yücelttikleri objeyle birleşip ‘biz’ olarak var olabiliyorlar. Ben olmanın ve ben’in sınırlarını kaldırmayı o anda bir başarı sandıklarından, sanki bir zafer kazanmışçasına bunu kutluyorlar. Dışarıdan bakılınca ayıp ve utanılacak olan bir şey, bu insanlar için eğlence ve haz kaynağı. Yüceltilen objeyle bütünleşme anının sevinci, kendi olmaktan vazgeçmenin hazzı…
Bu insanlar diktatörlerini izlerken ergenlik dönemini yaşayan insanlar gibi kendilerinden geçerek, gözleri yaşararak ve coşarak izlerler yüceltilen objeyi. İşte bu duygu yoğunluğu, aynı zamanda bu insanların kendilerine “biz hala insanız”ın kanıtıdır da.
İtaat etmek insanın kendi iradesini, duygularını, vicdanını başka birine teslim etmesidir. İnsanlar bu duygusal yoğunlukla kendilerine insan olduklarını kanıtlarlar. Bu sahneler dışarıdaki biri için bir bulmaca ve itici bir haldir. Yüceltilen obje önce yüceltilmek için kitlenin gönlünü okşayacak şeyler söyler ve kitleyi, onları çok sevdiğine inandırır. Konserde kendinden geçen genç de sahnedeki şarkıcının kendisini çok sevdiğini sanmaktadır. Halbuki sahnedeki, kitlenin kendisini çok seviyor olmasını seviyordur, kitleyi değil. İşte bu sevme ve sevilme gibi görünen film üzerinden yüceltilme başlar. Sevilen obje sevilmeyi sürdürmeyi sonraları da talep eder ve bu sevgi gibi görünen şeye gönderme yapar. Erdoğan “Bu kardeşinize oy verin, sorunlarınızı çözeceğim!” derken işte bu yüceltilen obje olduğuna gönderme yapıyor, bunu anımsatıyordu. Ayrıca ‘kardeşliğe’ vurgu yaparak kitleyle yakınlık kuruyor, onlardan biri olduğunu göstermeye çalışıyor. Saraylarda oturan ama gene de kardeş olan biri…
Erdoğan’ı ölümüne savunduğunu sandığımız insanlar aslında kendilerini savunmaktadırlar. İradesini öldürmüş ve boyun eğmenin aşağılanmasını yaşayan birinin bu duruma olduğu gibi sahip çıkması, onun çok olgun bir ruhsal yapıya sahip olmadığı anlamına gelir. Zaten güçlü bir ruhsal yapısı olsa itaat etmez. Bir insan korkudan, toplumsal baskıdan ötürü “mimikri” yapabilir (canlıların var olabilmek için yaşadıkları koşullara uyuyormuş gibi halleri), ama bunu coşkuyla, inanarak ve “kraldan çok kralcı” olarak yapmalarıdır itici olan. Yani yürüyüşe gidebilir, Saddam’ı izleyebilirsiniz, söylenen marşlara katılıp alkışlayabilirsiniz. Konu varoluşa dair bir şey değil, buradaki coşkudur.
Çocuk annesinden aferin alıp övülmek için bir şey yapıyor ve böylece annesinin takdirini kazanıyor. Narsistik gereksiniminden ötürü, aslında inanmadığı bir davranış göstererek takdir kazanıyor. Çocuğa burada asıl haz veren şey anneyi aldatmış olmak, bir çocuk olarak yetişkinden daha akıllı olduğunu kendine kanıtlamaktır. Aynı zamanda, toplumun beklediği, yani topluma uygun bir davranış (Gesellschaftskonform) gösterdiği için de takdir edilmek. Sevinç burada katlanmış olur. İtaat hazzı bazen bu narsistik gereksinim ve ötekini aldatıyor olmak biçiminde de olabiliyor.
Başka bir itaat hazzı ise trollük. Bu çoğu kez sahte. Bu insanlar hazzı kışkırtıcı ve itici olmakla ölçtüklerinden, ne kadar itici oluyorlarsa o kadar haz alıyorlar. Burada itaatten daha çok taraftarlık hazzı söz konusu. Kandırma ve inat hazzı. Televizyonlarda bazı insanların çok inandırıcı olmayan Reis savunmalarındaki grotesk hal bununla ilgili. Çünkü bu savunmalar insan zekasına hakaret adeta! Bazı “dönek” olarak adlandırılanların ve trollerin her gün döne döne Reis’i savunma çabaları da bu hazdan bağımsız değil.
İTAAT VE DÜŞ KIRIKLIĞI
Her insanın ilgi görme, takdir edilme, onaylanmaya gereksinimi var. ‘Ben’, ‘sen’ ve ‘siz’ tarafından onaylanarak ‘ben’ olduğundan emin olabiliyor. İşte bu onaylanmanın bir yolu da itaat ve boyun eğmedir. İtaat üzerinden takdir toplayan çocuklar büyüdüklerinde de itaat üzerinden var olabiliyorlar; kolektif kültürde itaati yücelten bir eğilim vardır… İşte itaat üzerinden ilişkilenen kişiler bağımlılığa yatkınlaşıyor ve bir süre sonra otonom olmakta zorlanıyorlar. İtaat edenle itaate zorlayan otorite arasındaki asimetrik ve eşitsiz ilişki çoğu kez küçümsemeyi de içeriyor. İtaat eden bilinç ötesinde kendini de küçümsüyor. Daha sonra bu küçümseme başkalarını küçümseme yoluyla dışa atılmaya çalışılıyor. Böylece de kendisini küçümseyen otoriteyle benzeşiyor ve küçümsediği insan üzerinden saldırganla özdeşleşme gerçekleşiyor.
İtaat sonunda bir kadere dönüşüyor; Tanrı’nın öngördüğü, insana layık gördüğü bir şey… “Şükür” konseptiyle tanrısal bir güvence altına alınıyor: “Nasıl yaşarsanız yaşayın bu yaşadığınızdan ötürü Tanrı’ya şükredin; sorgulamayın, günahkar olmayın!” Her şeyi bilen, gören ve her şeyden sorumlu olan Tanrı’nın gözetiminde olduğu için yaşadıklarımızı sorgulamak isyan anlamına geliyor. İtaat edin ve bu duruma şükredin! Şükretmemek memnuniyetsizlik demek. Kul Tanrı’dan daha iyi bilemeyeceğinden, yaşadığı olumsuzluktaki derin anlamı kavramıyordur; Tanrı mutlak bilgiye sahiptir. Şükür konsepti itaati değiştirilemez kılıyor; Tanrı’yla ilişkili ve onunla ilişkilendirilen konular sorgulanamaz çünkü!
İtaatin temelinde aslında bir düş kırıklığı vardır: Sevdiklerimizin bizim beklentilerimize yanıt ver(e)miyor olması. Bunun yarattığı da bir öfke vardır ve bu öfke savunma mekanizmaları işletilerek savuşturulmaya çalışılır. Burada önemli bir nokta, öfkenin kontrolden çıkmamasına özen gösterirken, bunun için yine uzaktaki, ilişkinin dışındaki olayları ve nesneleri adres olarak seçmektir. Bize bazen yapay görünen abartılı öfke dışavurum biçimleri böyledir. Şehit cenazesindeki ırkçıları izleyenler bu duruma tanık olurlar. Burada ayrıca duygular da kontrollü bir şekilde dışa vurulur.
Berkin Elvan’a “terörist” diyenlerin Filistin’de zulüm gören çocuklara üzülmeleri… Kuşkusuz bu çocuklara üzülmek çok insani; ama aynı insanların biraz ileride katledilen Kürt çocuklarına duyarsızlıkları durumu patolojik yapıyor. İsrail’i Filistin konusunda zalim bulmak, kendi zalimliğinin de projeksiyonunu içerir. Aslında İsrail’e duyulan öfke ve nefret bir bakıma kendinden nefret ve öfke demektir. Kendi ülkesinde “Vatan, Millet, Sakarya” adına kurşun sıkanlar, benzer söylemlerle Filistinlilere zulüm yapan İsraillilere öfke kusarken, patolojik ve ilkel savunma mekanizmaları sayesinde yaptıklarıyla kendilerini ilişkilendirmemektedir.
İnsandışılık, ‘terör’ söylemiyle bir anlamda insani bir maske takıyor: “İsrailliler çocuk katili.” Kürtlerin ülkede öldürülmesinin de gerekçesi teröristlerin “bebek katili” olmasıdır. Katliamlar bebek katillerinden kurtulmak amaçlıdır! Berkin Elvan ama “terörist”tir! FETÖ davasında hapishanelerde bebekler ve çocuklar da var. Neyin cezasını hapiste çekiyor bu çocuklar? Suçları nedir?
PSİKANALİZ
Psikanaliz bir insanda bir sorun görürse, o insanın doğduğu ve büyüdüğü zamana dönerek o insanın ‘ilişkilenerek’ kişiliğinin nasıl şekillendiğine bakar. Bunun bir diğer anlamı da en az bir kuşak geriye gidip o insanın annesi ve babasıyla ilişkisine, nasıl yetiştirildiğine bakmaktır. Bu bakış aynı zamanda anne ve babanın nasıl kişiler ve kişilikler olduğunu anlama, analiz etme anlamı taşır. Yani bir kuşağın gelecek kuşağa bıraktığı psikolojik mirası anlamaya çalışmak gerekir. Kuşaklar arası aktarımların, yüklerin ve sevinçlerin incelenmesidir bu. Kişiliğin oluştuğu koşullara, kültüre de göz atmak gerekir. Bu anlamda psikanaliz, kültür analizi de demektir; kültürün insanın şekillenmesine etkileriyle ilgilenir. Kültürdeki kolektif bilinç ötesinin araştırılmasıdır… İtaat, itaat edende başlayan ve biten bir şey değil. İtaat kültürün, tarihin ve bireyin araştırılmasıdır aynı zamanda…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***