Boyacıköy’de bir kilise, Surp Yerits Mangants. Kilisenin sokağında bir çeşme.
II. Mahmud’un sarrafı ve vergi toplayıcısı Misak Amira Misakyan’ın 1843 yılında babası Bedros anısına yaptırdığı çeşmedir bu.
Bugün size İstanbul sokaklarında akan tek Ermeni çeşmesinin hikayesini anlatacağım.
Bu kilisenin içinde olan bir çeşme değil. Ya da ayazma değil. Bu halka hizmet veren, Yeniköy’de kilisenin arka sokağında akan bir çeşme…
2000 yılında kilise yönetimine gelen Nazaret Özsahakyan’ın gözü gibi baktığı ve 14 yıl mücadelesini verdikten sonra tapusunu alabildiği bir çeşme…
İstanbul’da benim de üyesi olduğum, Sayat Nova Korosu’nun bağlı olduğu kiliseye çocukluk hayatımız boyunca hem bahçesi büyük olduğundan hem de baba yadigarı anıları sebebiyle ben ve dönemdaşlarımın çok uğramışlığı vardır. Ünlü duduk sanatçısı Civan Gasparyan, Ara Dinkdjian da dahil olmak üzere, birçok Ermeni sanatçıyı bu kilisenin avlusunda tanıdık.
Açık fikirliliği ile birçok projeye imza atan ve kiliseyi cemaati ile birlikte ayağa kaldıran Nazaret abiyi de orada tanıdık.
Her ziyaretimizde de arka sokakta Ermenice yazılı çeşme dikkatimizi çekmiştir.
90’lardan 2000’lere kadar her gittiğimizde biraz daha kirlenirdi. Bazen üstüne küfürler yazılmış bulurduk. Bazen mahalleli çöp atardı su havzasına.
Temizlemeye çalışsanız da mermeri, öyle çamaşır suyuyla çıkacak gibi olmazdı.
O çeşme benim için kamuya açık alanda bir Ermeni’nin başına gelebileceklerin temsilcisi olmuştur yıllar yılı. Sessiz kaldıkça kirlenen, üstüne çöp dökülen, mücadele etmez isen ezilip büzülen ve yıpranan…
Bugün bu çeşme restore edilmiş haliyle İstanbullulara, özellikle de Yeniköylülere hizmet veriyor. 14 yıl mücadelenin sonucunda alınan tapusu sayesinde kilisenin bulunduğu arsa dışında olmasına karşın kilise vakfına ait olan bu çeşme İstanbul’da ve hatta Türkiye’de bir ilk.
Başka da umuma açık Ermeni çeşmesi bulamazsınız…
Tapusu, 1949 yılındaki kadastro çalışmasıyla Sarıyer Belediyesi’ne geçen Boyacıköydeki Yerits Mangants Ermeni Kilisesi’nin arkasında bulunan çeşmenin bakımsızlık nedeniyle harap hale gelmesi üzerine kilise vakfı çeşmeyi onarıp korumak için arayış içine girdi 2000’lerde.
Azınlık vakıflarına ait taşınmazların iadesine yönelik düzenlemenin hayata geçmesiyle Ermeni Kilisesi Vakfı umutlandı ama bürokrasi galip gelecekti ilk aşamada.
Sarıyer Belediye Meclisi, çeşmenin tarihi olduğunu bu yüzden de iade edilemeyeceğini söylemişti ilk aşamada.
Ama restore etmek gibi bir niyetleri de yoktu.
Nazaret Özsahakyan çeşmenin vakfa ‘satışını’ istedi. Ama o da nafile oldu, bu kez de Sarıyer Belediye Meclisi ve Başkanlığı “Satacağımıza biz restore edelim” demişti. Sonuç olarak borç batağına giren belediye ne çeşmeyi onarabildi ne de satabildi…
Özsahakyan bıkmadan bürokrasi içerisinde debelenmeye devam etti.
Anıtlar Kurulu’ndan, Kültür Varlıklarına, belediyelerden, bakanlıklara ve hatta siyasi parti temsilcilerine kadar bu çeşme için herkesle görüşmeye gitti.
Vakıflar Genel Müdürlüğü nihayetinde 5737 sayılı yasanın geçici 11. maddesine bu çeşmenin kilise vakfının kullanımına verilmesini ekledi. Ama bunu da şarta bağladı. ‘1936 beyannamesinde var olması’.
Nazaret Özsahakyan o dönem yaptığı açıklamada:
“Affedersiniz 1936 senesinde yöneticilerimiz bu çeşmenin suyunu mu satıyordu ki akar olarak beyannamesine yazsın?” demişti…
Haklı da.
Ayrıca 1936’da ne olacağından bile habersiz vakıf yöneticileri, çeşmenin başına bir şey geleceğini düşünmemiştir ki onu eklesin listeye. Hatta çok iyi bildiğimiz bir konudur 1936 beyannamesi listesinde olan neredeyse tüm mülklere el konulmuştur. O yüzden de kaydedilmeyen çok mülk vardır.
Bu mülk iadelerinin başladığı 2000’lerin sonunda süreç yeniden başlar. Ki hatırlarsınız tam da bu dönemde Mardin ve çevresinde ‘yabancı’lara (Süryaniler kastedilerek belki de) mülk satışının yasaklandığını yazmıştım geçen hafta.
Süreç başladığı sırada yeni belediye göreve gelmişti. CHP’li. Yeni yönetim, çeşmenin iadesine hiç sıcak bakmadı. Anıtlar Kurulu’nda türlü zorluklarla karşılaştıktan sonra Özsahakyan’a belediye kanalıyla müdürlüğe satışa ilişkin dilekçe gönderilmesi durumunda bürokratik işlemlerin devam ettirileceği sözü verilir. Uzun uğraşlardan sonra, CHP İstanbul İl Teşkilatı’nın o zamanki başkanı Gürsel Tekin sayesinde düğüm çözülür. Bu sayede Anıtlar Kurulu’na altıncı kez müracaat edilir ve karar çıkar: “Söz konusu mülk kamu malı olduğundan satışın reddine, vakıf onarmak istiyorsa müsaadesine…”
Yine hüsran. İade yok. ‘Bizim paramız yok siz onarın’ deniyor açıkçası…
Dönemin Vakıflar Genel Meclisi Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas tapunun alınabileceğini müjdeler bu tarihlerde… Ama gene hüsran… Bu kez de, Sarıyer Belediyesi’nin SGK borçları nedeniyle hacizli olduğu için tapu alınamaz. Sonrasında, SGK, Belediye, AKP İl Başkanlığı, İlçe Başkanlığı, Valilik, orası, burası derken, 30 Ocak 2013’te nihayet tapu kilise vakfına verilir…
Ne macera değil mi?
Bu macera içerisinde küçük ama önemli hikayeler birikir Özsahakyan’ın belleğinde.
Türkiye’de bürokrasinin ve bürokrasiye yerleşmiş çeşitli siyasi ve milli grupların ne denli demokrasinin işleyişine engel çıkarabileceklerini açıklayan bir anektod aktaralım bunlardan. Daha önce özel yazışmalar dışında bir yerde anlatılmamış olanlardan…
Ankara’da Anıtlar Kurulu’na gidilir. Orada bu çeşmenin iadesine karşı çıkan raportör ile görüşme vardır. Nazaret Özsahakyan’a sürekli “Ne yapacaksınız bunun tapusunu alıp?” diye pek de hoş olmayan sorgulamalar yapılır. Sonuçta babasının malı değildir ama bir yadigardır. Bakımsızlıktan yok olmasından ise restore edilip herkese yarar sağlaması daha uygundur.
Özsahakyan, raportörü bir türlü ikna edemez. Edemeyeceğini de anladığında “Ben müdürünüzle görüşmek istiyorum” der.
Nihayet müdürle görüşmesini şöyle aktarıyor Özsahakyan: “Müdür nur yüzlü, badem bıyıklı birisi. Adama kanım kaynıyor, girerken ‘Selamın aleyküm’ diyorum, o da başlıyor dosyayı incelemeye. Ancak hiç beklemediğim bir şekilde raportöre ‘şöyle yapsak olur sanki’ gibisinden çözümler sunuyor. Ama hanımefendi gene ‘yok’ diyor. Beni Müslüman zannetti o yüzden işimi yapacak sanıyorum. Müdür raportöre dönüyor ve ‘Tamam siz gidebilirsiniz’ diyor…”
Özsahakyan’ı kapının kapanmasıyla bir korku kaplıyor. İş olmayacak diye korkuyor. Bir taraftan da kendisine neden girerken ‘günaydın’ demedi diye kızıyor. Karşıt kulüplerden birine ait olduğu sanılacak da vakfın işleri ters gidecek diye…
Kapı kapandıktan sonra müdür hikayesini anlatmaya başlıyor. Annesi Girit’ten Ankara’ya 13 yaşında kimsesiz olarak geldiğinde Krikor ve Meryem Ispir’in, annesine sahip çıktıklarını onu hizmetçi gibi değil kızları gibi yetiştirdiklerini, evlilik yaşı gelince de ‘ya kızımız uzağa giderse ne yaparız’ diyerek aynı sokakta bir ev aldıklarını anlatıyor. Sonrasında annesinin 3 çocuğuna da (biri müdürün kendisi oluyor) kendi torunları gibi sahip çıktıklarını, annesi babası bir yere gittiklerinde Krikor dedelerine gittiğini anlatıyor Müdür.
“Dosyada adınızın Nazar olduğunu gördüm ama bir an sanki karşımda Krikor dedemin olduğunu hissettim. İçimdeki ses ‘vefa borcunu öde’ diye sesleniyor. Bizim bürokrasi sistemimizde bu meseleyi çözmek zor. Ama sen şu dilekçeyi yaz”
diyerek tekrar belediyeye dilekçe yazdırıyor.
Artık Krikor dedenin vefa borcu ödendi ondan mıdır bilmiyoruz ama 2013 yılında nasıl oluyorsa nihayet tapu vakfa veriliyor.
Sarıyer Belediyesi istimlak bölümünde çalışan memur son başvuru sırasında Özsahakyan’a “Ben 10 senedir buradayım, ben emekli olacağım sen hala gidip geliyorsun” demiş. Ne anlamlı değil mi? Bir bürokrat emekli olana kadar bir çeşmenin restorasyonu gerçekleştirilemeyebilir bu ülkede…
Nazaret ahparik de bizim çeşmeden emekli oldu… Ama yeni vakıflar seçim yönetmeliği çerçevesinde bu hafta yapılacak seçimlerde tekrar aday.
Koltuk sevdasından değil, ihtiyaçtan. Çünkü Yeniköy’de çok seçmenimiz yok.
Orada ancak mücadele var…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***