Günümüzdeki “örgütsel terörizm”, 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan “bireysel terörizm”le önemli zıtlıklar içeren bir anomalidir.
Rusya’daki otokrasinin baskısına karşı çıkan, özgürlükçü ruhlu gençler, tepkilerini, otokrasinin ve işkencelerin sorumlusu olarak gördükleri valilere, polis şeflerine, hatta doğrudan Çar’ın kendisine yöneltmiş, bomba vb. silahlarla suikast eylemleri düzenlemişlerdir. Arkalarında büyük örgütler yoktu, köklerini popülist bir hareket olan Narodnik (Halkçı) hareketten alıyorlardı. En tanınmış eylemcileri, 1878’te arkadaşlarına yapılan işkenceden sorumlu gördüğü Petersburg Valisi’ne suikast düzenleyen Vera Zasuliç (1849-1919) ve 1881 yılındaki, Çar II. Aleksandr’a karşı suikastta yer almış Vera Figner (1852-1942) gibi genç kadınlardı.
Narodnik suikast geleneğini 20. yüzyılın başında Sosyalist Devrimciler (SR) devralmış ve bir dizi suikast eylemi düzenlemişlerdir. Bu eylemlerden biri olan, 1905 yılındaki, Çar’ın amcası Büyük Dük Serj’e düzenlenen suikastı Albert Camus Doğrular adlı oyununda ele almış ve suikast görevini üstlenmiş gençlerin nasıl bir ruhsal ikilem ve acı içinde olduklarını çok güzel işlemiştir.
Bu gençler, gerçekten de son derece yüksek ahlaki ilkelerle bezenmişlerdir ve eylemleri de zaten bunun sonucudur. Fakat terör ya da suikast anında ortaya çıkan bazı durumlar bu gençlerde önemli bir tereddüte yol açar ve Büyük Dük’ün arabasına bomba atma görevini almış olan Kaliayev, arabada iki küçük çocuk görünce bombayı atamaz.
“Arabaya doğru koştum. İşte o anda gördüm çocukları. Gülmüyorlardı. Dimdik oturmuşlar, boşluğa bakıyorlardı. Nasıl da hüzünlü bir havaları vardı… O an bilmiyorum ne olup bitti. Kolum güçsüzleşti… Oh! Hayır! Yapamadım.” (Albert Camus, Doğrular, çev: Ferit Edgü, Yaba, 2003, s. 38-39).
O çağın despotlarına karşı girişilen “bireysel terör” eylemleri günümüzün kitlesel ve kör “örgütlü terör”ünden tamamen farklı nitelikte olduğundan, devrin büyük ruhlarını bile etkilemiştir. Büyük şair Tevfik Fikret, 21 Temmuz 1905 tarihinde Abdülhamit’e karşı yapılan suikast teşebbüsünün başarısız kalması üzerine yazdığı “Bir lahza-i Teahhur” şiirinde eylemciyi “şanlı” olarak nitelendirmiş ve şöyle hayıflanmıştır:
“ey şânlı avcı, dâmını bihûde kurmadın!
Atdın… fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın!”
Halkçı geleneğin terör ve suikast politikasını devralıp 20. yüzyılın ilk çeyreği boyunca sürdüren, anarşist hareket diyemesek de anarşist bireyler olmuştur. Anarşist hareketin akidesi, anarşist düşünceyi benimseyen bireylere şu ya da bu yönde disiplin uygulamasını önlüyordu.
Öte yandan, Emma Goldman ve Malatesta gibi anarşist önderler, bireysel suikastları benimsemeseler de kamuoyu önünde bunları kınamayı egemenlere teslim olmak olarak değerlendiriyor ve bence hatalı olarak sessiz kalmayı tercih ediyorlardı. “Anarşizm adına” bireysel terör ve suikast eylemlerine girişen genç insanlar bunu bir örgütle değil, tamamen kendileri, kendi imkânlarıyla gerçekleştiriyorlardı. Hedefleri, örneğin, İspanya’daki işkencelerden sorumlu gördükleri İspanya başbakanı gibi kişilerdi.
Marksistler, bu tür eylemleri “bireysel terörizm” olarak nitelendirdiler ve bunun toplumsal mücadeleye zarar verdiğini ileri sürdüler ki, temelde haklıydılar. Gerçi kendi iktidarlarını kurdukları Sovyetler Birliği’nde, “bireysel terörizme” taş çıkartacak, açık açık “Kızıl Terör” diye adlandırdıkları toplu cinayetlere girişmekten de geri kalmadılar ama biz şimdi mevzumuzdan ayrılmayalım.
20. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra, bildiğimiz anlamdaki “bireysel terör”ün esasen sona erdiğini söyleyebiliriz (İtalyan anarşistleri Sacco ve Vanzetti’nin, 23 Ağustos 1927’de, Amerika’da, cinayet ve gasptan mahkûm edilerek elektrikli sandalyede idam edilmeleri bir dönemin sonunu simgeler gibidir). Bundan sonraki dönem, devletlerin istihbarat örgütlerinin gizlice başrol oynadığı “örgütlü terörizm”dir.
Bu değişim neden ve nasıl oldu? Bir kere Çarlık otokrasisi türü kadim despotik devletler esasen ortadan kalkmış, onların yerini modern ulus-devletler almıştı. Bu ulus-devletler, köhne ve aciz kadim devletlerden farklı olarak, son derece sıkı örgütlenmişlerdi ve hem içerde halka karşı hem de birbirlerine karşı kullandıkları, iyi örgütlenmiş gizli istihbarat örgütlerine sahiplerdi. Bu istihbarat örgütleri, “devrim” ya da “kurtuluş” veya “ulusal kurtuluş” adına mücadele veren gizli ya da açık muhalefet örgütlerinin içine rahatlıkla sızıyor ve hatta bunları, amaçları doğrultusunda terör eylemlerine yönlendirebiliyorlardı.
Bununla, elbette, 20. yüzyılda silahlı eylemlere girişen devrimci örgütlerin hepsinin istihbarat örgütlerinin denetiminde olduğunu söylemek istemiyorum. Bu, çok acımasız ve desteksiz bir yargı olur. Fakat bugüne kadarki deneylerin büyük çoğunluğu, gizli istihbarat servislerinin, bu tür örgütleri, bir başka ülkeye karşı ya da daha çok o devletin başındaki egemen kliklerin komplocu çıkarları doğrultusunda kullandığını gösteriyor.
Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılıp 9 Mayıs 1978’de öldürülen İtalya Başbakanı Aldo Moro olayı tipiktir. Türkiye’nin tarihinde, örneğin 17-22 Mayıs 1971’deki, İsrail Büyükelçisi Elrom’un kaçırılıp öldürülmesi; 9 Ocak tarihindeki Sabancı suikastı; Berkin Elvan cinayetini araştıran Savcı Mehmet Selim Kiraz’a karşı 31 Mart 2015’de düzenlenen suikast; 7 Haziran-1 Kasım 2015 arasında uygulanan ve 800’den fazla insanın ölmesiyle sonuçlanan terör dönemi, terör ve suikastlarda istihbarat örgütlerinin başat rol oynadığını göstermektedir.
Bombayı fırlatacağı arabada çocukların olduğunu görünce bu eyleminden vazgeçen asil ruhlu gençler yine var olsa da, onlar, ne yazık ki, bilmeden, esas olarak istihbarat örgütlerinin güdümüne girmişlerdir. “Bireysel terör” gitmiş, yerine devlet güdümlü “örgütsel terör” gelmiştir. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısı ve 21. yüzyılın ilk çeyreği, terörün her türlü merhamet duygusundan arınmış, sinizmi benimsemiş istihbarat makinelerinin, amaçları doğrultusunda gözünü kırpmadan, çoluk çocuğu katlettiği kanlı bir döneme tekabül eder.
Bu istihbarat örgütlerini saydam hale getirip içlerine bakmak mümkün olabilseydi, orada kendilerine verilecek emri bekleyen terörist kaynadığını görebilecektik. Bireysel terör döneminin geleneğini sürdüren ama bu çağda artık eylemleri büyük ölçüde istihbarat örgütlerinin güdümüne girmiş tek tek gençler de ne yazık ki, “örgütsel terör”ün kurbanları arasındadır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***