HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’yi 20 yılda dönüştürüp kurduğu rejimin adını koyma konusunda hep iki uçta gidip geliniyor. Kimine göre “ileri demokrasi” dönemini yaşıyoruz, kimine göreyse Türkiye tam bir diktatörlük… Gelin ülkenin bulunduğu konumu belli kriterlerle ele alalım.
Doğru ölçülerle yapılmayan eleştirilerin hep savunulanın aksine eleştirilene güç vereceği görüşünü savundum. Bundan dolayı aşırı sevgi gösterisi de, aşırı nefret de beni hep korkutur. Nedense bu iki uç tavrın, içinde hep “karşı yaklaşımı” barındırdığını düşünürüm.
Deneyimlerim bana, aşırılıkların hep karşı tarafı besleyen yaklaşımlar olduğunu öğretti. Ortada duran bir yemek ve etrafında ellerine uzun kaşıklar verilen insanların, o kaşıklarla kendilerini besleyemeyecekleri gibi… Ancak önündeki yemekten alıp bir başkasına verebilir. Tabii kendisine de bir başkası…
Güçlü kişilikler, hep çok sevenleri ve nefret edenleri üretir. Sevin veya nefret edin Tayyip Erdoğan da o güçlü kişiliklerden birisi. Bulunduğu konum ülkenin en tepesi olunca da bu sevgi ve nefret daha kristalize olarak karşımıza çıkıyor.
20 yıldan bu yana ülkenin kaderine hükmetmede hep ilk sırada yer aldı. Devlette hiçbir görevi bulunmadığı sıralarda bile (3 Kasım 2002’de partisi seçimi kazanmıştı ama kendisinin seçilme hakkı yoktu) yurt dışı ziyaretleri gerçekleştiriyor ve ABD Başkanı ile uzun görüşmeler yapıyordu.
Erdoğan, siyasi yasaklı olarak Meclis’e giremiyor ama ABD Başkanı George W. Bush ile Beyaz Saray’da Roosvelt Salonunda görüşme yapabiliyor ve ülkenin geleceğine ilişkin bağlayıcı sözler edebiliyordu.
📢Arşiv unutmaz!
Siyasi yasaklı AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’ye giderek, ABD Başkanı George W. Bush ve sermaye lobileri ile görüşmüştü.
10 Aralık 2002 pic.twitter.com/7d0SXRSZwu
— Milli direniş™ (@Milli_direnis) November 8, 2022
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişini sağlamayı taahhüt eden Erdoğan, bunu çağdaşlaşma projesinin en önemli adımı olarak gördüğünün altını çizmişti. Bunun da demokrasi yolunda Türkiye’ye ciddi bir sıçrama kaydettireceğine özel bir vurgu yapmıştı.
Ne var ki Türkiye’yi 20 yılda taşıdığı yer Avrupa Birliği değil, Ortadoğu’nun ortası oldu. Bizim Erdoğan’la yolculuğumuz biraz Banker Bilo filminde Kahta’nın Nence köyünden Bilo’nun Münih hayaliyle çıktığı yolculukta, Maho Ağa tarafından İstanbul’da bırakılmasına döndü.
Ülkenin götürüldüğü yer bu kadar çelişkili olunca da tanımlamalar farklı oluyor. İleri demokrasi diyenler, Erdoğan’ın muhalefet tarafından rahatlıkla eleştirilebildiğini delil olarak ortaya koyuyorlar. Aynı kesimler, “Diktatör olsa Erdoğan’ı böyle eleştirebilirler miydi?” diyerek karşı tarafın iddialarını boşa çıkarmaya çalışıyorlar.
Aksini savunanlarsa, Türkiye’de medyanın bütünüyle iktidarın sesi olmasını, eleştirenlerin “hakaret ettikleri” gerekçesiyle hapse atıldıklarını, Erdoğan’ın ülkede tam bir Tek Adam rejimi kurduğunu gerekçe gösteriyor.
Ülkeyi bir korku ikliminin sardığını, okul çocuklarının bile bu korkuya kapıldığını ortaya koyan onlarca sokak röportajı yapıldı. Gazetecilerin sus pus olduğu, işadamlarının üzerine gelecek maliye baskısını bildiği için sesini çıkaramadığı, sivil toplum kuruluşlarının iktidar övücü yapıya döndüğü bir ortam bu.
Ne var ki bu gelinen noktayı “diktatörlük” olarak adlandırmak yanlış olacağı gibi, iktidarın yanında saf tutanların da ekmeğine yağ sürecek bir tanım olur.
THE ECONOMIST’İN DEMOKRASİ HARİTASI
The Ekonomist dergisinin, şirketlere ve hükümetlere dünyadaki değişimleri, fırsatları ve riskleri analiz eden bir yan kuruluşu var. “The Economist Intelligence Unit” kısa adıyla “EIU”, 70 yıllık birikimiyle bu analizleri bazen de kamuoyuna açık olarak yayınlıyor.
Nereye gitsem, kiminle konuşsam hemen iki kesim karşıma çıkıyor. Ya Türkiye’yi yere göğe sığdıramıyorlar, ya da ülkenin Erdoğan’ın elinde tam bir diktatörlüğe evrildiğini söylüyorlar. İşin garip yanı, iki taraf arasındaki tanımlama giderek daha keskinleşiyor.
EIU, 2006 yılından bu yana dünyadaki demokrasi endeksini tutuyor. Bunu belli kriterlerle yapıyor ve bunların hangi kriterler olduğunu da paylaşıyor.
Dünyada 165 ülkede yaptığı araştırmada rejimleri dört gruba ayırıyor. Hemen belirteyim, bu demokrasi endeksi bugün yayınlanmadı. 2021 yılı verilerini kapsıyor.
👉 Tam demokrasi
👉 Kusurlu demokrasi
👉 Hibrit rejim
👉 Otoriterlik
Raporun, Türkiye ile ilgili konumlandırmasına geçmeden önce en iyiler ve en kötülere bir göz atmakta fayda var. 9 puan ve üzerinde yer alan ülkeler tam demokrasi sınıfına alınıyor. Bunların ilk sıralarında ise şu ülkeler yer alıyor:
✅ Norveç : 9,75
✅ Yeni Zelanda : 9,37
✅ Finlandiya : 9,27
✅ İsveç : 9,26
✅ İzlanda : 9,18
En alt sıralara baktığımızda beni şaşırtan bir tablo gördüm. Kuzey Kore’nin en altta yer alacağını düşünüyordum. En kötüler sıralamasının en altı şöyle:
😡 Afganistan : 0,32
😡 Myanmar : 1,02
😡 Kuzey Kore ; 1,08
😡 Kongo Demokratik Halk Cumhuriyeti : 1,4
😡 Suriye : 1,6
TÜRKİYE, HİBRİT REJİM KATEGORİSİNDE
Ekonomist dergisine göre Türkiye, melez bir rejime sahip. Demokrasi değil, ama diktatörlüğe de henüz dönüşmüş değil. Türkiye hibrit rejim olarak gösteriliyor.
Benzeri veriler, İsveç merkezli Uluslararası Demokrasi ve Seçim Destek Enstitsü IDEA’nın aynı döneme ilişkin raporunda da göze çarpıyor. Bu rapora göre, Türkiye, son 10 yılda demokrasisi en çok gerileyen ülkeler arasında yer aldı.
Amacım, yukarıda belirttiğim iki uçta yer alan tartışmaları size yansıtmak değil. Tartışmanın her iki ucunda saf tutan insanların bakış açısının da sağlıklı olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Türkiye’nin konumunu doğru bir yere oturtmak…
Türkiye’de eleştirecek bir yön bulamayanlara diyecek fazla bir şey yok. Bu bakış açısına sahip olanlara sadece vicdan aydınlanması diliyorum.
Bu ülkenin tam diktatörlüğe dönüştüğünü var saydığımızda ise demokratik yöntemlerle bir yere varılabilecek bütün yolların ortadan kalktığı anlamına gelir. Bu bakış açısına sahip olanlara üzülecekleri bir şey söylemek istiyorum.
Esasında Türkiye hâlâ demokratik yollar kullanılarak demokrasinin rayına oturtulabileceği alt yapıya sahip. Ülkeyi “diktatörlük” olarak görmek isteyenler, biraz da kendi üzerlerine düşen sorumluluktan kaçma gayretindeler sanıyorum.
AK Parti heyetinin HDP’yi ziyaretinden ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bugünkü “HDP ile görüşülmesi son derece doğal ve doğrudur” yorumundan sonra, muhalefetin önünde yararlanabileceği müthiş bir alan açıldı.
Millet İttifakı, 2019 yerel seçimleri öncesinde olduğu gibi doğru adımları atarsa, Türkiye’de demokrasi hızla rayına oturtulabilir.
Doğru atılacak adımlarla ülkenin aydınlığa çıkması her zamankinden daha yakın. Yeter ki umutsuzluğa kapılmadan, sorumluluk alarak aydınlığa yürünsün.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***