Dünyada esen popülist dalganın Brezilya’daki yüzü Ocak 2019’da iktidara gelen Jair Bolsonaro’ydu. Geçen hafta, başa baş geçen Brezilya seçimlerinin son turunda muhalefetin adayı Lula da Silva’nın kazanabilmesi ülkede hala yargının bağımsızlığını koruması sayesinde oldu. Seçimlerde “dananın kuyruğunun koptuğu an” Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Alexandre de Moraes’in yanına Senato Başkanı, Yüksek Mahkeme hakimleri ve diğer YSK hakimlerini de alarak canlı yayında galibi ilan ettiği sırada yaşandı. Uzun süredir seçim yenilgisini kabul etmeyeceği işaretleri veren Bolsonaro yüksek yargının bu adımı karşısında iki gün sessiz kalıp nihayetinde görevi bırakacağını açıklamak zorunda kaldı.
Aylardır Bolsonaro ve adamlarının seçimi kesinlikle kazanacakları, eğer bu gerçekleşmezse bunun seçimde hile yapılmış olduğu anlamına geleceği söylemlerini dinleyen on binlerce taraftarı, seçim öncesi maruz kaldıkları bu propagandanın etkisiyle sokaklara dökülüp ordudan duruma müdahale etmesini ve seçimi tekrarlamasını talep etti ama geleneksel olarak ülke siyasetinin sağına, yani Bolsonaro’yı destekleyen partilere yakın olduğu bilinen ordu, buna rağmen, bu çağrılara karşılık vermedi. Protestocular çaresizce dağıldı.
Brezilya’da Bolsonaro’nun seçim yenilgisini kabul etmek zorunda kalması Yüksek Mahkeme, özellikle YSK üzerinde etkinlik kuramaması sayesinde oldu. Bir yolsuzluk suçlamasından hüküm giydiği için aday olamayan Lula’nın bu yasağını, kararı veren hakimin önyargılı olduğu gerekçesiyle geçen yıl kaldıran Yüksek Mahkeme’ydi. Sonrasında Lula sosyalist geçmişine rağmen, daha önce iki kez başkanlık koltuğuna oturmasını sağlayan stratejiyi kullanarak, merkez sağda kritik bir kesimi yanına çeken bir programla ortaya çıktı, böylece ortak bir cephe kurmayı başardı. Lula dışında bunu yapabilecek başka bir aday yoktu. Diğer yandan YSK Başkanı Moraes, Bolsonaro’nun bazı taraftarlarını “ülkenin demokratik kurumlarına yönelik saldırılarını” gerekçe göstererek tutuklatabilecek kadar iktidardan bağımsız bir yargıçtı. Moraes hatta bizzat Bolsonaro hakkında da aynı suçlamayla soruşturma açılması emri vermişti.
Hep söylediğimiz bir husus var: Erdoğan seçimleri seçim gününden çok önce kazanır, seçim günü onun için sadece daha önce üzerinde titizlikle çalıştığı bir senaryonun tatbik edilmesinden ibarettir. Moraes de bunun farkında bir hakim olarak, takındığı aktif tutumlarla, Bolsonaro’nun böyle bir senaryoyu hazırlamasını imkansız kıldı.
YSK seçimden bir hafta önce toplanarak oybirliğiyle seçim sürecinde dezenformasyonla mücadele etmek üzere YSK Başkanı’na olağanüstü yetkiler verilmesini kararlaştırdı. Bolsonaro kendisini epey kızdıran bu kararı önleyebilmek için hiçbir şey yapamadı, çünkü ülkede kuvvetler ayrılığı ilkesi hala geçerliydi ve siyasi iktidarın yüksek mahkemelere bu tür bir etkide bulunabilmesi mümkün değildi. Karara göre, YSK Başkanı tarafından dezenformasyon sayılan bir haber veya içerik iki saat içerisinde ilgili sosyal ağ tarafından kaldırılacaktı. Söz konusu teknoloji şirketi YSK Başkanı’nın gönderdiği talimata uymazsa ağır yaptırımlarla yüzleşecekti. Moraes bu yetkiye dayanarak, seçim öncesi haftada, dezenformasyon veya yalan haber olduğuna karar verdiği binlerce içeriğin kaldırılması talimatını verdi.
Moraes seçimin hemen sonrasında da bu müessir tutumunu sürdürdü. Bir işadamının bir WhatsApp grubunda askeri darbeyi desteklediğini belirttiğinin ortaya çıkması üzerine, grupta yer alan diğer sekiz önde gelen iş adamıyla birlikte tümünün evlerine polis baskını düzenlenerek bir suç unsuru olup olmadığının araştırılması emrini verdi. Sosyal medyada Brezilya’nın devlet kurumlarına saldıran kışkırtıcı paylaşımlar yapmalarını gerekçe göstererek beş kişiyi gözaltına aldırdı. Seçimde hilekarlık yapıldığını iddia eden Bolsonaro taraftarlarının sosyal medyada yaydığı paylaşımların kaldırılması için teknoloji şirketlerine talimatlar yağdırdı.
Türkiye’de muhalif cenahta, Erdoğan’ın seçim yenilgisini kabullenmek zorunda kalacağına dair içi boş bir iyimserliğin olduğu görülüyor. Oysa Brezilya örneği de bize yürütme erkinin kontrolünde olmayan bağımsız bir yargının bulunmadığı bir ülkede Erdoğan gibi bir popülist otokratın görevini seçimle bırakmaya razı olmasını beklemenin bir hayal olduğunu göstermektedir. Gerek 2017 referandumunda, gerekse 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, sonuca etki eden bazı usulsüzlükler, çarpıklıklar olduğu bilimsel araştırmalarla da ispatlanmış durumda… Bugün dört, beş yıl öncesine nazaran kuvvetler ayrılığını büyük ölçüde ortadan kaldırarak otokratik bir rejim kurmuş olan Erdoğan’ın seçim sonuçlarını manipüle etme gücü çok daha fazladır.
Çarşambanın gelişi Perşembe’den bellidir. Brezilya’da dezenformasyon yasasını çıkarıp popülist devlet başkanının halkı manipüle etmesini önleyen YSK idi. Oysa Türkiye’de “dezenformasyonla mücadele” kılıfı altında bir sansür yasası, halihazırda medyanın yüzde 90’ını zaten kontrol eden iktidar tarafından seçim arefesinde sosyal medyada da muhalif sesleri iyice bastırabilmek için çıkarıldı. Yani Brezilya’da yargı seçimin iktidar tarafından çalınmasını önlemek için dezenformasyonla mücadele ederken, Türkiye’de yargı seçimin iktidar tarafından çalınmasını zorlaştırabileceğinden sosyal medyayı susturmak için seferber ediliyor.
Öncesi de var: Brezilya’da Bolsonaro’yı yenebilecek adayın siyasi yasaklarını kaldırarak seçime girmesini sağlayan Yüksek Mahkeme’ydi. Oysa Türkiye’de mahkemeler Erdoğan’a 7 Haziran 2015’de seçim yenilgisi yaşatmak dışında bir suçu olmayan ve önümüzdeki seçimlerde HDP’nin başına geçmesi halinde AKP liderinin tüm hesaplarını alt üst edeceği kesin olan Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmaktadır. Keza CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, yine son belediye seçimlerinde Erdoğan’a yenilgi yaşatmanın bir cezası olarak mahkeme kararıyla “siyasi yasaklı” hale getirilerek muhalefete “ayağını denk alması” için gözdağı verilmiştir. Erdoğan’a karşı cumhurbaşkanı adayı olması ihtimali güçlenirse kendisini safdışı edebilecek şekilde bir mahkeme süreci İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi sallandırılmaktadır.
2017’de şaibeli bir referandum sonucu getirilen başkanlık rejimi Erdoğan’a yüksek yargıyı tamamen istediği gibi dizayn etmesine, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay gibi yüksek mahkemelerdeki hakimlerin ezici çoğunluğunu bizzat kendisinin atamasına imkan verdi. Erdoğan Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini doğrudan kendisi atayabiliyorken, geri kalan sadece üç üyeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayıştay ve Baro başkanlarının belirledikleri arasından seçebiliyor. Her şeyi ile otokrasinin tecessüm etmiş hali olan şu rejimin “millet iradesini temsil eden bir demokrasi” olduğundan pişkince bahsetmezler mi bir de… Milletin aklıyla alay etmeyi sevdiklerini artık iyice öğrendik. Hasılı kelam, Türkiye’de YSK’nın Brezilya’dakine benzer bağımsız tutum takınabilecek, yürütmenin seçimlere hile karıştırmasını engelleyebilecek hakimlerden oluşması ihtimali maalesef kalmadı.
Seçim öncesi Bolsonaro ve Lula canlı yayında halkın karşısına çıkıp karşılıklı olarak hararetli bir şekilde tartışmalar yürüttüler. Türkiye’de seçmenin, gözlerini prompterdan ayırdığı zaman gaf üstüne gaf yapan Erdoğan’ı rakibiyle bu şekilde tartışır halde görme ihtimali var mıdır? Bu seçim Brezilya’nın 30 Kasım 2015’ydi. Bolsonaro dört yıl daha iktidarda kalsaydı ülke adım adım otokrasiye düşecekti. Ama kazanan muhalefet oldu: Çünkü doğru adayı çıkardı. Bolsonaro, Erdoğan gibi yapamadı, muhalefeti bölemedi, “örtülü” müttefikleri üzerinden muhalefetin karşısına zayıf bir aday çıkarmasını sağlayamadı, kontrol ettiği mahkemeler üzerinden güçlü muhalif rakiplerini hapse atamadı, onları siyasi yasaklı hale getiremedi.
Brezilya uçurumun kenarındaydı: Ya frene basıp demokrasiye dönecek, ya da otokrasiye düşecekti. Lula tüm yetersizliklerine ve muhalif partilerin kendi aralarındaki tüm anlaşmazlıklarına rağmen iyi bir seçim kampanyasıyla muhalif kesimleri etrafında kenetleyince yargı freni de tuttu, ülke Türkiye’nin akibetini yaşamadı.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***