YORUM | AHMET KURUCAN
Bu yazı ile bitiriyorum izlenimlerimi. Gazeteci değilim ama 1992 yılından beri bir iki yıllık fasıla hariç köşe yazarlığı yapıyorum. 1995-2000 yılları arasında da hırsız ve arsız haramilerin gasp ettiği Zaman gazetesinin mutfağında çalıştım. Bu 5 yıl içinde 1,5 yıllık bir yayın koordinatörlüğü tecrübem de oldu. Yayın toplantılarına katıldım günde iki defa. Mektepli değil ama alaylı olarak gazeteci olma yolundaydım. Benim için büyük bir tecrübeydi. 5 yıl dile kolay.
İşte bu tecrübenin bana verdiği bakış açısıyla gazeteci olmamama rağmen bir gazeteciyi nerede görsem tanırım. Lütfen ukalalık saymayın bu sözlerimi. Gazetecilik başka mesleklerde de olduğu gibi halk arasında söylenen deyime atıfla aslında bir kumaştır. O kumaş varsa insanda o meslek ona çok yakışır. Bu bağlamda “Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur” sözü bile bazı kişiler için söylenebilir. Teorik eğitimin katkısını inkâr ediyor değilim ama işte o kumaş varsa, bu eğitim ve tabii ki sahada elde edilen tecrübe kişiyi mesleğinde zirveye taşır.
Hollanda’da böyle birisini gördüm. İsmi Basri Doğan. Mesleği ile yatan mesleği ile kalkan birisi. Yenge Hanım kusura bakmasın, Basri Bey eşine değil de mesleğine aşık birisi sanki. Tabii ki şaka yapıyorum. Kimsenin aile saadeti ile oynamak istemem:)) Ama bu benzetme ve tespitimin hakikate bakan veçhesi de var diye düşünüyorum.
4 günlük beraberliğimiz ve 6 saatlik Belçika yolculuğumuz esnasında nice meseleler konuştuk. Geçmişten, şimdiden ve gelecekten. Aman Allahım, 10 yıl önce yazmış olduğu bir haberi bir insan en küçük detayları dahil bu kadar mı net hatırlar? Hatırladı diyelim sanki olay dün yaşanmış gibi hatta şimdi yaşanıyor gibi nasıl heyecanlanır? Mesleğine âşık olmayan bir insan bunu yapamaz.
Yaptığı çalışmaları anlattı bana. Göçmenlerin, mültecilerin Hollanda’ya uyum süreci adına sağlamış olduğu katkılardan bahsetti. Bu eksende en ön safta çalışmış olduğu diyalog faaliyetlerinden örnekler verdi. Bu faaliyetlerin yer aldığı fotoğraf, yazı ve ulusal Hollanda basınına konu olmuş dosyaları gösterdi. Görseydiniz dosyaları kuyumcu hassasiyeti ve kadın zerafeti ile bir dosya ancak bu kadar hazırlanabilir derdiniz.
Bitmedi, son dönemlerde eski yıllardan farklı olarak daha dar çerçevede yapılan Rumi programlarından, sema gösterilerinden söz etti. Ve gazeteci kimliği ile kaleme aldığı raporları dile getirdi. “Dijital olarak size gönderirim, vaktiniz olduğunda bakarsınız” dedi. Gönderdi ve baktım. Bazılarını okudum. Okuduğum her bir dosya benim yukarıda kendisi için yaptığım tespiti doğrulayan deliller hüviyetinde. Nitekim bu çalışmaları Hollandalı meslektaşlarının gözünden kaçmamış. “Het Parool”a haber olmuş Basri Doğan. Gazetenin köşe yazarlarından Martijn Leerdam onu köşesine taşımış.
Dahası var ama burada keseyim. İşte istikamet ve istikrar içinde devam eden bu çaba ve gayret mükafatsız kalmamış. Basri Bey’in bu çalışmalarına dikkat kesilen yetkililer sanırım Hollanda şartlarında verilebilecek en üst ödülü vermişler kendisine: Kraliyet nişanı. Nişanın verildiği programda Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema sözünü ettiğim çalışmalara bir cümle ile atıfta bulunduktan sonra konuşmasının sonunda şunları söylemiş: “Huis Van De Wijk Aker semt evinde toplumsal entegrasyon konulu çalışmalar yapıyorsunuz. Bu çalışmalarınızı büyük bir içtenlikle yapıyorsunuz. Çünkü siz çok kültürlülük, diyalog ve demokratik değerlerden güç alıyorsunuz. Ve siz biliyorsunuz ki: inanmak önemli bir şey ama hayata geçirmek inanmak kadar önemli. Siz aktif bir şekilde insanlar arasında köprüler kuruyorsunuz ve yardıma muhtaç olan insanlara yardım ediyorsunuz. Mesela doğduğu ülkelerinden farklı düşündükleri için çıkarak buraya sığınan insanlara yardım ediyorsunuz.” Ve başkanın final cümlesi: “Sayın Doğan siz Hollanda Kraliyet ailesi üyesi oldunuz ve kraliyet nişanına layık görüldünüz.”
Basri Bey yaptığı teşekkür konuşmasında aynen şunları söylemiş: “Bu ödülü bir gazeteci olarak hapisteki, sürgündeki gazetecilerin yanı sıra özellikle tüm mağdur ve mazlum hizmet gönüllüleri adına alıyorum. Hapiste bulunan 780 bebek, 11 bin kadın ve binlerce eğitim sevdalısı öğretmen adına aldığımı belirtmek isterim.”
Yaptığımız o 6 saatlik yolculukta bunları anlattıktan sonra bir de Hocaefendi’yi ziyaretinden bahsetti. Kraliyet nişanını kendisine takdim ettiğini, ‘Sizin rehberliğiniz olmasaydı ben ne bugünkü ben olabilirdim ne de bu ödülü alabilirdim’ dediğini söyledi. Bu bir taraftan hakikate vurgu yapan kadirşinaslığın ifadesi diğer taraftan tevazu ve mahviyetin. İsterseniz jest de diyebilirsiniz. Hocaefendi bu jeste aynı kadirşinaslık ve aynı tevazu ile cevap vermiş.
Şimdi dikkat edin, bütün bu çalışmaları izleyen üçüncü bir taraf daha var; Türkiye devleti. O ne yapmıştır dersiniz? O da Basri Doğan Bey’in kraliyet nişanına layık görüldüğü bu çalışmaları terörizme destek olarak yorumlamış ve onu terörist diye suçlamış. Bir takım fanatikler ölüm tehditleri yağdırmış. Şaşırdık mı? Ben şaşırmadım. Şaşıranlara da şaşarım.
Hasılı; bu yazıyı sonuna kadar okuyan bazılarınız “Körler sağırlar birbirini ağırlar” diyerek dudak bükecek. Hayır hayır, ne körüz ne sağırız. Marifet iltifata, iltifat da marifete tabidir. Mesleğine aşık, karşılaştığı zorluklar nedeniyle aslında azalması gereken motivasyonunu aksine her gün artıran Basri Bey için az bile söyledim. Hollanda’nın kraliyet nişanı vermesi, Türkiye’nin terörist suçlamasında bulunması da bunun göstergesi. İşte böyle bir insan için böyle bir yazı kaleme almışım, az bile.
Basri Bey! Sizi basın yayından tanıyordum. Ama ilk defa karşılıklı tanışma imkânı buldum. Keşke sizi daha önce tanısaydım. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Verder werken. Saygılarımla.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***