Erdoğan seçim sathı mailinde Suriye’ye askeri bir harekat düzenlemeyi çoktandır planladığının işaretlerini zaten vermişti. Böyle bir harekatla muhtemel iki hedefi şudur: (1) İYİP’e kayan milliyetçi oyları geri çekmek, (2) HDP’nin kapatılmasını gerekli görmesi halinde bunun için zemin hazırlamak ve Millet İttifakı’nın Kürt seçmenleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendilerine çekecek bir söylem geliştirmesini imkansız kılmak.
Fakat böyle bir askeri harekatın riskleri de vardır: İçeride seçim arefesinde düzenlenen bir harekatın gerçek hedeflerinin ne olduğuna dair özellikle kararsız kitlenin kafasında soru işaretleri oluşması, HDP tabanındaki Kürtlerin daha da AKP karşıtı hale gelerek İstanbul seçimlerindeki gibi sadece Erdoğan’a tokat atmak için muhalefete yönelmesi, dışarıda ise özellikle ABD’yle, genel olarak Batı’yla ilişkilerin daha da gerilmesi tehlikeleri bulunmaktadır. Erdoğan’ın umursayıp umursamadığını bilemediğimiz bir başka risk ise YPG’nin TSK’nın harekatı sonrası güç kaybetmesiyle, IŞİD’li mahkumların gardiyanlığını ve kamplarda tutulan IŞİD sempatizanlarının bekçiliğini yapmayı terk etmesi sonucu IŞİD’in yeniden güç kazanacak olmasıdır.
Erdoğan, PKK altı yıldır terör eylemi yapmamışken seçim arefesinde birdenbire böyle bir askeri harekatı başlatmanın kendi iktidar hesaplarıyla ilgili değil de Türkiye’nin güvenlik endişeleriyle alakalı olduğuna AKP tabanını bile inandırmakta güçlü çekecekti. Çekecekti diyerek geçmiş zaman kipi kullanıyorum çünkü PKK, AKP liderini bu açmazdan kurtararak ona adeta altın bir tepside sunar gibi, 27 Eylül’de, yani Türkiye’nin tam da seçim sathı mailine girdiği bir sırada Mersin’de bir terör saldırısı gerçekleştirerek bir polisi şehit etti, bir başkasını da yaraladı.
Mersin saldırısı seçim öncesi hem HDP’nin, hem de YPG’nin altını oydu. Bir anlamda iki yapılanmanın da PKK karşısında kendilerini aciz hissettikleri, PKK liderliğini karşılarına alma cesaretleri olmadığı açığa çıktı. Biden’la Erdoğan’ın ilişkileri ne kadar gerilimli olursa olsun, ABD’nin müttefik bir NATO ülkesinde terör eylemleri gerçekleştiren bir örgütün Suriye’deki koluyla askeri işbirliğini sürdürebilmesi zordur. Hatırlanacağı üzere o işbirliği de ABD’nin Erdoğan rejiminin IŞİD’la mücadele etmek istemediği sonucuna varması üzerine sahada savaşacak müttefik bir güç arayışı çerçevesinde kurulmuştu. Erdoğan rejimi Suriye siyasetini o kadar kötü idare etmiştir ki, Suudi Arabistan bile YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne 100 milyon dolar yardımda bulunmuştur.
Her terör eyleminin belirli siyasi ve/veya askeri hedefleri vardır: PKK’nın altı yıl aradan sonra ilk kez düzenlediği Mersin’deki saldırısıyla ne tür bir hedefini gerçekleştirdiği belli değildir. ABD’nin bu eylemin kimin emriyle, hangi amaçla gerçekleştiğini biliyor olması beklenir. Bu istihbari bilgi, tahmine oldukça müsait bir şekilde, “PKK’nın seçim arefesinde Erdoğan’a attığı bir pas” değerlendirmesine de yol açmış olabilir. ABD’nin YPG’nin kritik konularda PKK liderliğinden talimat almadan hareket etmemesinden rahatsız olduğu biliniyordu. Kürt cenahına yakın bir gazetecinin (Mahmut Bozarslan) paylaştığı bir iddiaya göre Türkiye’nin son hava harekatı öncesi ABD’li yetkililer “YPG/SDG yetkililerine PKK ile ilişkilerini kesmemeleri halinde, onları savunamayacaklarını net ifadelerle iletmiş. İddiaya göre yanıt olumsuz olmuş.”
Bu arka plan ışığında ABD’nin Erdoğan hükümetine Suriye’de bir askeri harekat düzenlemesine izin vererek neleri amaçladığı sorusunun cevaplarını arayabiliriz. ABD’nin harekata izin verdiğini nereden mi çıkarıyoruz? Suriye hava sahasının kontrolü ABD ve Rusya arasında paylaştırılmış durumda ve Türk askeri jetleri devam eden harekat sırasında Amerikan kontrolündeki hava sahasını da kullanıyorlar. Nitekim Türkiye Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkili Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada vurulacak hedeflerin hassasiyetle seçildiğini ve bu süreçte ABD’yle yakın temas halinde olduklarını belirtti. Peki ABD bu izni vermekle neleri hedefliyor olabilir?
Öncelikle, ABD Yönetimi muhtemelen YPG’ye zaten daha önce sözlü olarak ilettiğini anladığımız mesajı bu kez fiiliyata sokuyor. Yani YPG’ye şöyle diyor: “PKK Türkiye’de seçim arefesinde bir terör saldırısında bulunarak benim Suriye’de seninle IŞİD’a karşı yürüttüğüm işbirliğini tehlikeye atmaktan kaçınmadı. Eğer senin pozisyonunun altını oyması karşısında PKK’ya tepki gösteremiyorsan, onunla ilişkilerini askıya alamıyorsan, benim arkama saklanarak Türkiye iç siyasetinde dolaplar çevirmenize müsaade etmem. Erdoğan’la aranızdan çekilir, sizi karşı karşıya bırakırım.” ABD bu şekilde YPG’yi istediği noktaya çekmeye, onun daha otonom bir yapıya bürünerek PKK’yla ilişkisini kesmesini sağlamaya çalışıyor olabilir.
Diğer yandan, Biden yönetimi Türkiye’ye Suriye’ye harekat için izin verirken bu gelişmenin Erdoğan rejimiyle ilişkileri düzeltme hedefi taşıdığına dair bir hava içerisinde de değildir. Hatta tam tersine, ABD ana medyasında yer alan haberlerde “Türkiye’nin gerçek bir müttefik olup olmadığı” sorgulanmaktadır. Washington Post gazetesinin duayen yazarlarından David Ignatius Çarşamba günü yayınlanan ve Pentagon yetkilileriyle yaptığı görüşmeler çerçevesinde yazdığı “Türkiye, Suriye’de ateşle oynuyor” başlıklı analizinde, Türkiye’nin Suriye’deki harekatının ABD liderliğindeki koalisyonun IŞİD’in kalıntıları üzerindeki kırılgan kontrolünü zayıflatma tehlikesinin bulunduğunu belirtiyor ve böyle bir durum yaşanırsa, yani IŞİD’liler zincirlerinden kurtulursa bunun “makul insanlarda” Türkiye’nin “ne biçim bir müttefik” olduğu sorusuna yol açacağını kaydediyor. Fox News aynı hususu vurguladığı haberi, Türkiye’yi kastederek “Dost mu, düşman mı?” başlığıyla veriyor. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez, Türkiye’nin Suriye harekatına tepki gösteren, bunun IŞİD’e karşı mücadeleyi baltaladığını söyleyen twitinde “Bunlar bir müttefikin eylemleri değildir (olamaz)” ifadelerini kullanıyor.
Türkiye’den bir müttefik olarak bahsedilirken kastedilen iki ülkenin de NATO üyesi olmasıdır. Görüldüğü üzere, Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan hava harekatı ABD cenahında Türkiye’nin NATO üyesi olmayı hak edip etmediği tartışmalarını alevlendirmiş gözükmektedir. Pentagon yazılı açıklamasında Türkiye’nin hava saldırılarının kuzey Suriye’de IŞİD’le mücadele kapsamında bulunan ABD’li personelin güvenliğini tehlikeye attığını vurgulamakta, yani Türkiye’nin hava saldırıları sırasında ABD’li askerlerin yaralanması veya ölmesi riskinin bulunduğunu söylemektedir.
Tüm bunlar bizi ABD’nin Türkiye’nin askeri harekatına izin verirken Ankara’ya şu mesajları verdiği sonucuna götürmektedir: “Suriye’deki askeri harekatınız sırasında orada görevli ABD’li personelinden herhangi biri yaralanır veya ölürse bunun sizin için ciddi sonuçları olur. İkinci olarak, bu harekat sonucunda IŞİD’liler serbest kalırsa bunun birinci sorumlusu siz olacaksınız. IŞİD gibi tehlikeli bir terörist örgütün yeniden faal hale geçmesine yol açmanın Türkiye için uluslararası platformlarda ağır neticeleri olacaktır. Bu durum pek muhtemelen sizin NATO üyeliğinizin sorgulanmasına sebebiyet verecektir.”
İsveç ve Finlandiya gibi ekonomik gelişmişlik, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasi gibi pek çok farklı kriter bakımından kendisinden daha iyi durumdaki ülkelerin NATO üyeliğini, Rusya’yla ne yöne evrileceği belli olmayan ciddi bir kapışma sürerken sürüncemede bırakması nedeniyle Batılı ülkelerde Türkiye’ye yönelik kızgınlık zaten artmışken şimdi Ankara bir de IŞİD belasının yeniden canlanmasından doğrudan sorumlu görülecektir.
Başka bir yazımda ayrıntılı olarak ele aldığım gibi, Suriye ve Irak’ta IŞİD meselesinin nasıl çözüleceği belirsizliğini korumaktadır. Ne Batı’nın, ne Rusya’nın, ne de bölge ülkelerinin sayıları yüz bine yaklaşan insanın akibetinin ne olacağına dair hiçbir planı olmadığı görülmektedir. ABD’de mağazalarda “You break it, you own it” kuralı geçerlidir, yani diyelim bir ürünü eline alıp incelerken düşürüp kırarsanız o ürünü o haliyle satın almak zorundasınızdır. Türkiye’nin askeri operasyonlarının ilan edilen hedefi YPG’yi güçten düşürmek, kuzey Suriye’de etkisiz hale getirmektir. YPG’nin kuzey Suriye’de güçten düşmesi halinde IŞİD’lilere (ve ailelerine, sempatizanlarına) kimin gardiyanlık ve bekçilik yapacağı bilinmemektedir. Erdoğan hükümeti bugüne kadar bu konu üzerinde düşünüp bir plan geliştirdiğini gösterir hiçbir açıklama yapmamıştır. Keza bu alanda YPG’nin gidişiyle ABD’yle bir işbirliği yürütüleceğine dair de hiçbir emare yoktur. Bu şartlarda Türkiye’nin yürüttüğü askeri operasyonun dolaylı bir sonucu olarak IŞİD’liler serbest kalırsa, bundan sonra IŞİD terörünün birinci sorumlusu olarak Erdoğan rejimi görülecek, Ankara nasıl çözüleceği belli olmayan oldukça çetrefil bir sorunu, daha açık bir ifadeyle büyük bir belayı aymazca üzerine almış olacaktır.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
ÖMER MURAT
26 Kasım 2022 HABER ANALİZ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***