2013 yılıydı. Washington DC’de bir kitapçıda “2014: Bir Sonraki Dünya Krizinden Nasıl Sağ Salim Çıkacağız?” başlıklı bir kitap dikkatimi çekti. Önce bunu ciddiyete almaya değmeyecek popüler bir tarih kitabı sandım. 2014’de ne tür bir kriz çıkacağının öngörüldüğünü anlamak maksadıyla bu ince kitabın sayfalarını karıştırmaya başladım. İlk sürprizi kitabın yazarının kim olduğunu keşfettiğimde yaşadım: Goethe biyografisiyle tanınan, Alman tarihi üzerine uzmanlaşmış saygın bir İngiliz profesördü (Nicholas Boyle). Yani “ipe sapa gelmez” teorilerle halkın merakını celb ederek satmaya çalışan bir kitap değildi elimdeki. 2010’da basılmış kitapta Boyle’nin temel tezi 21.yüzyılı belirleyecek büyük bir olayın bu yüzyılın ikinci on yılı ortalarında (2010 – 2020 arası) gerçekleşeceği şeklindeydi. 2014’ü o yıllardan biri olduğu için seçip kitabın başlığına almıştı.
Yazar geçtiğimiz beş yüzyıl boyunca uluslararası etkilere ve öneme sahip, büyük savaşlar çıkaran veya barış getiren “büyük olayın” her yüzyılın ikinci on yılının ortalarında gerçekleştiğine işaret ediyordu: 1517’de Martin Luther’in Katolik Kilisesi’ne baş kaldırısı, 1618’de Otuz Yıl Savaşları başlamıştı, 1714’de İspanya Veraset Savaşları bitmiş, 1715’de Fransa Kralı XIV. Louis 72 yıl süren hükümdarlığı sonunda ölmüştü. 1815’de Viyana Kongresi gerçekleşmişti, 1914’de I. Dünya Savaşı başlamıştı. Bu hadiselerin her biri o yüzyılları belirleyici tesirlerde bulunmuştu.
21. yüzyılın daha ilk çeyreği bile bitmedi ama biz şimdi geriye dönüp baktığımızda, yüzyılın ikinci on yılının aynen önceki beş yüzyılda olduğu gibi muhtemelen belirleyici önemde olduğunu söyleyebilecek durumdayız. Hatta Boyle’nin 2014 yılını seçerek “tam isabette bulunduğunu” bile ifade edebiliriz. Çünkü Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla dünyanın yepyeni bir döneme girdiği, eski halin artık kesinlikle muhal olduğu, yeni bir halin ortaya çıkacağı, hatta izmihlalin de ihtimaller dahilinde bulunduğu giderek daha fazla anlaşılmaktadır. 2014’de Kırım’ı önce işgal, sonra ilhak eden Putin rejimi, uluslararası hukuka aykırı bu hamlesi nedeniyle Batı yaptırımlarına maruz kalmış, bu “zincirlerden” kurtulmak için “oldu-bittisini” Ukrayna hükümetlerine zorla kabul ettirme girişimleri de o tarihten bu yana başarılı olmamıştır. Bu itibarla bugün dünyayı belirsiz bir geleceğin kıyısına kadar getiren gelişmelerin 2014’de Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla başladığını söyleyebiliriz.
Ukrayna’da üst üste beklemediği yenilgiler yaşayan Putin siyaseten ve askeri açıdan “ağır yaralı” hale gelmiş durumda… Gelinen aşamada, yenilginin sadece kendi iktidarının sonu olmayacağını, Rus “imparatorluğunun” bir kez daha dağılarak iyice zayıflamasına yol açacağını görebiliyor. Tarihe Çarlık Rusyası’nı dirilten Rus lider olarak geçme ihtirasları kuran biri için hazmedilmesi zor bir yenilgi söz konusu… Oysa bugüne kadar Rus halkına Ukrayna’ya “özel bir askeri harekat” düzenlediklerinden, yani ortada fazla “abartılacak” bir hadise olmadığından bahsediyordu. Şimdi halka karşı karşıya kaldıkları felaketi nasıl anlatacağının bir yolunu bulması ve bunu yaparken de Rus halkını “vatanlarını savunmaları” için büyük bir savaşa ikna etmesi gerekiyor.
Rus ordusu Ukrayna’da üst üste yenilgiler alıyor ve acilen ilave askerle takviye edilmeye ihtiyaç duyuyor. Ama ortada artık Ukrayna’ya gönderilebilecek asker kalmadı. Savaşın başından bu yana, yani geçen yedi ayda Rus ordusunun toplam kaybının (ölü ve yaralı) en az 80 bin askere ulaştığı tahmin ediliyor. Bu nedenle bir seferberlik ilanı şart hale geldi. Putin bu acı gerçeği halkına duyurmak için ekrana çıktığında tabiatıyla “koca” Rusya’nın, “minnacık” Ukrayna karşısında aciz kaldığını itiraf etmeyecekti, onun yerine Rusya’nın tüm Batı’ya karşı bir savunma harbi yürüttüğünden bahsetti. İyi de Rus topraklarına kimse saldırmamıştı, Rusya daha önce egemenliğini açıkça tanıdığı bir komşu devletin topraklarına tecavüz ediyordu. Rus lider işin bu kısmına da bir kılıf uydurdu: Ukrayna’da Rusya’nın işgal ettiği bölgelerde şaibeli referandumlar düzenleyerek buraları Rusya Federasyonu’na katacaktı. Bu topraklara bundan böyle yapılacak saldırılar bu nedenle Rus topraklarına yapılmış sayılacaktı. Görüldüğü üzere, bir el çabukluğuyla Putin sarpa saran yayılmacılığını bir savunma harbi gibi gösteriyordu, uysa da uymasa da…
Yaralı Putin her geçen gün kan kaybediyor, gidişatı değiştirmek için tüm gücünü toplayarak saldırıya geçmeye hazırlanıyor. Ama ya yine yenilirse? Ki bu ihtimal daha yüksek… İş o aşamaya gelirse “nükleer silah” kullanmaktan kaçınmayacağını ilan ediyor. Bunu gerçekten yapabilir mi? “Blöf yapmıyorum!” diye tehdit ediyor. Böyle bir lafla tehdidinin inandırıcılığını artırmaya çalışarak da aslında ne kadar zayıf durumda bulunduğunu da gözler önüne seriyor.
Diğer yandan bugüne kadar popülerliğini düşüreceğinden haklı olarak endişe ettiği için seferberlik ilan etmekten ısrarla kaçınan Putin’in şimdi bu adımı atmaya zorlanması, aslında, nükleer silah düğmesine basmaya pek de hazır olmadığı anlamına geliyor. Yüz binlerce Rus gencinin cephelere sürülmesi, bunların on binlercesinin tabutunun geri gelmesi veya kalıcı sakatlıklarla dönmeleri demek… Bu durum Putin’e karşı muhalif seslerin iyice artmasına yol açacaktır… Oysa nükleer bir savaş yürütecekseniz cephede fazla asker bulundurmanıza gerek yoktur…
Rus ordusu tanklarının yarısını, gelişmiş askeri jetlerinin onda birini kaybetmiş durumda. Keza hassas mühimmatlarının da büyük bölümünü tükettiği tahmin ediliyor. Ukrayna’da haftalardır savunmada olan Rus ordusu belirli bölgelerden geri çekilmek zorunda kaldı. Putin cephede durumu geri döndüremediğini kabullendiği anda son bir çare olarak, gözdağı vermek amacıyla taktik nükleer silah kullanabilir mi? Bir Ukrayna şehrine veya Ukrayna askeri birliğine veya tamamen dehşetini yaşatmak için boş bir alana nükleer füze atabilir mi? Burada “dehşete düşürülmek istenenler” asıl Ukrayna halkı değil Batılı toplumlar olacaktır. Putin Batılılara “Ukrayna için şimdi Rusya’yla bir nükleer savaşa girmeyelim” dedirtmeyi hedefleyecektir.
Fakat böyle bir gözdağı karşısında özellikle ABD’nin sineceğini beklememek gerekir. ABD şimdiye kadar Ukrayna’ya Rus ordusunu topyekun değil adım adım yenmesini sağlayacak kadar destek veriyor. Yani savaşın daha fazla alevlenmesini önlemek için dikkatli bir strateji takip ediliyor. Malumunuz Rusya genellikle “ayı” sembolüyle ifade edilir: Washington “yaralı ayının” üzerine çullanılmasını istemiyor, çünkü bu takdirde ne tür bir tepki vereceğini öngörebilmek mümkün olmayacağından savaşın alacağı seyri kontrol altında tutabilmek zorlaşacaktır. Bunun yerine onun kan kaybederek iyice güçten düşürülmesi hedefleniyor. Bu maksatla da yaralarını tedavi edebilmesine imkan verilmemesi (ticari ve finansal yaptırımlar) önem kazanıyor.
ABD Yönetimi, Putin’in kendi kamuoyunu mobilize etmek için kullanmasından endişe ettiği için Rusya’nın nükleer silah kullanması halinde vereceği tepkiyi ilan etmekten kaçınıyor. Bana sorarsanız, Putin ABD’nin misillemede bulunmayacağını sanarak nükleer silah kullanma hatasını işlerse dünyanın ne şekilde neticeleneceğini kimsenin bilemeyeceği dehşet verici bir nükleer savaşla karşılaşması çok yüksek bir ihtimaldir. ABD öyle ya da böyle artık Ukrayna’daki savaşın bir tarafıdır. Rusya nükleer silah kullanarak savaşı kazanırsa ve Washington buna seyirci kalırsa bu Çin’in Tayvan üzerinden yaşanacak bir kapışmada aynı taktiği uygulamaktan kaçınmamasıyla sonuçlanabilecektir. Bu nedenle ABD Yönetimi muhtemelen ya aynı çapta bir nükleer silahla Rusya’ya karşılık verecek, ya da Ukrayna ordusuna Rusya topraklarındaki hedeflere (özellikle stratejik enerji altyapısına) saldırması için yeşil ışık yakacak, bunun için de ihtiyaç duyduğu uzun menzilli silahları temin edecektir. Tabiatıyla bu topyekun savaş demek olduğundan bir noktada işlerin iyice alevlenerek NATO ve Rusya’nın sıcak bir çatışmaya düşme ihtimali iyice yükselecektir.
Putin’in ilan ettiği seferberlik sonucu cepheye gidecek 300 bin askerin sahada durumu fazlaca değiştirmesi beklenmiyor. Çünkü bunlar eğitimsiz, acemi askerler olacak… Rusya’nın en iyi askerlerinin çoğu savaşın başlarında öldü. Belki Rusya’nın şu an işgali altında olan bölgeleri daha güçlü savunmasına yardımcı olacaklardır ama savaşın kaderini değiştirecek bir taarruzu tertipleyebilecek kabiliyette bulunmadıkları belli… Rus askerlerin moralinin düşük olduğunu gösteren pek çok veri var. Zorla askere alınmış yüz binlerce insanın bu durumu daha da kötüleştirmesi beklenmelidir. Geçen hafta Rusya’da iktidar aleyhtarı protestolara katıldıkları için yaklaşık 1400 kişi gözaltına alındı. Sosyal medyada Dağıstan’da seferberlik ilanına karşı çıkanların bir otobanı kapattığını gösteren video viral hale geldi: Protestoculardan biri “1941’den 1945’e kadar çarpıştık, işte o savaştı. Ama şimdi bu savaş değil, bu siyaset” diye bağırıyordu. Bugüne kadar tanınmış Rus şahsiyetlerin genel olarak Putin rejimini eleştirmekten kaçındığı görülüyordu, fakat orada da bir değişiklik gözlemleniyor: Sovyetler döneminde Rusya’nın en popüler şarkıcısı olan Alla Pugaçova Instagram’da 3,5 milyon takipçisine yaptığı paylaşımda “Savaş ülkemizi bir paryaya dönüştürüyor ve vatandaşlarımızın hayatlarını kötüleştiriyor” dedi. Seferberliğe karşı çıkanların internet üzerinden başlattıkları imza kampanyasına 300 bin kadar kişi katıldı.
Oysa Ukrayna tarafında tam tersi bir tablo hakim: İlk salvoları savuşturmanın getirdiği moral halkın savaşma azmini en üst seviyeye çıkarmış durumda… Rusya nükleer silah kullansa bile pes etmeme, “gelecek nesillere Rus boyunduruğunda olmayan özgür bir ülke bırakmak için mücadeleyi sürdürme”, yine “gelecek nesillerin destansı bir şekilde anacağı bir bağımsızlık savaşı verme” azmiyle dolu oldukları görülüyor. Cumhurbaşkanı Zelensky hedeflerinin Ukrayna’nın sınırlarını 2014’den önceki haline getirmek olduğunu vurguluyor. (Şunu da ekleyelim: Batı’da Rusya’nın 24 Şubat’tan sonra işgal ettiği yerlerden çekilmesi halinde savaşın bitirilmesi ve ondan sonrasında işlerin müzakerelerle yürütülmesi gerektiğine dair fikir birliği var. Yani Rusya o topraklardan çekilirse Ukrayna’nın Kırım’ı almak için savaşı sürdürmesine Batı destek vermeyecektir.)
Öte yandan savaşı bizzat komuta ettiği anlaşılan Putin bugüne kadar bir başkomutan olarak iyi bir performans gösteremedi. Özellikle Kiev’i işgal etme girişiminde Rus ordusunun iyi bir planlama doğrultusunda hareket etmediği açıkça görüldü. Rus liderin yedi ay önce daha “yara almamışken” gösteremediği askeri stratejik zekayı şimdi ortaya koyması şaşırtıcı olacaktır.
ABD’nin Ulusal İstihbarat Konseyi’nde yakın dönemde (2015-2018) Rusya ve Avrasya alanlarında çalışmış eski bir üst düzey istihbarat yetkilisi olan Andrea Kendall-Taylor, The New York Times gazetesine verdiği mülakatta Batı’nın önümüzdeki aylarda Rusya’nın cephedeki imkan ve kabiliyetlerini doğrudan etkileyecek yaptırımlar üzerinde duracağını belirtiyor. Hala bir düşünce kuruluşundaki görevi dolayısıyla Ukrayna’daki gelişmeleri yakından takip eden Kendall-Taylor Rusya’nın ihracat kontrollerini atlatmak için her türlü çabayı göstereceğini, casusluk ve yasa dışı ticaret ağlarını kullanacağını, yaptırımları delmek için iki tarafa da eşit mesafede duran ülkelerle bu çerçevede ortak çalışmalar yürütmeye çalışacağını kaydediyor. Kendall-Taylor ABD’nin yakın dönemde bu meseleyi, yani yaptırımların sıkılaştırılması ve ihracat kontrollerinin atlatılmamasını öncelikli olarak ele alacağını öngörüyor.
Nitekim geçen hafta Rusya ve Batı arasındaki gerilim iyice yükselirken Erdoğan’ın seçim sathı mailinde ihtiyaç duyduğu finansal kaynağı sağlaması karşılığında Putin’e yaptırımları delmesi için yardımcı olma teşebbüsüne göz yumulmayacağını ortaya koyan gelişmeler yaşandı. Semerkant’ta düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısı marjında görüştüğü Putin’e Türkiye üzerinden ihracat yapması için söz veren AKP lideri oradan geçtiği New York’ta neredeyse bir hafta kalmasına rağmen ABD Başkanı Biden’ı kendisiyle görüşmeye ikna edemedi. Bu arada İş Bankası ve Denizbank Rus Mir ödeme ağından çıktığını duyurdu. Erdoğan’ın döner dönmez ekonomi kurmaylarını toplayıp Mir ödeme sistemini kullanan kamu bankalarının durumunu ele almasından ABD’de bulunduğu sırada bu konuda ciddi bir ihtar aldığı anlaşılabiliyordu. Toplantı sonucunda ne tür kararlar alındığı duyurulmadı. Bir söylentiye göre Erdoğan Mir ödeme ağı dışında bir sistemle çalışılması üzerinde durulması talimatı vermiş. Bir yandan Putin’e verdiği sözleri yerine getiremezse başına geleceklerin endişesi, diğer yandan Batı’nın ikincil yaptırım tehdidinin baskısı arasında AKP liderinin “acı gerçeklerle” yüzleşmekten kaçındığı görülüyor.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***