YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 32)
Serinin yayınlanan en son yazısının son cümleleri şöyleydi: “Gelelim insanlarımızın dine karşı mesafe koymasında çok önemli bir rol oynayan bu hakikat tekelciliğinin günümüz tarikat ve cemaat yapılanmalarındaki tezahürüne.”
Öncelikle dini cemaatler mevcut haliyle modern dönemlere ait bir yapılanmadır. Bu yapılanmalara örnek teşkil edebilecek benzerleri eski dönemlerde elbette mevcuttur ama bunların hiçbiri günümüzdeki dini cemaat yapılanmaları ile birebir benzerlik göstermez. Zaten böyle bir beklenti içinde olma da tarih, toplum, medeniyet, sosyoloji, psikoloji bilmemenin göstergesidir.
Hangisini ele alırsanız alın günümüz dünyasında dini cemaatlerin başlangıçları itibariyle hem teorik hem de pratik alanda en temel hedefleri ‘dine hizmet’tir. Mesela bu hedefin Risale-i Nur cemaatindeki kavramsal karşılığı “Hizmet-i imaniyye ve Kur’aniyyedir.” Bir başka cemaatteki karşılığı davadır. Bir başkasında adil düzendir. Bazı cemaatler bu “dine hizmet” diye adlandırdığımız genel hedefi daha kapsamlı bir şekilde ifade etmişlerdir. Mesela Mısır merkezli Müslüman Kardeşler teşkilatının kurucusu Hasan’ül Benna 10 madde halinde belirlediği hedeflerini şu sloganla özetlemiştir: “Gayemiz Allah, önderimiz Rasulullah, anayasamız Kur’an, yolumuz cihad, en büyük arzumuz Allah yolunda şehit olmaktır.”
3-5 samimi ve candan insanın dar alanda ve toplumun çok küçük bir kesimine hitap eden çalışmaları ile başlayan cemaatleşme süreci ilerleyen zamanlarda ortaya konan projelerin makuliyeti ve elde edilen somut verimler neticesiyle geniş alanlı hale gelmiş ve bu yeni durum ister istemez kurumsallaşmayı beraberinde getirmiştir. Böyle olunca dine hizmet, dava vs. diyerek çıkılan yolda eşyanın tabiatı, hadiselerin tabii akışı karşımıza amatörce başlayan ve zamanla profesyonelleşen kurumları çıkartmıştır.
İşte bu cemaatlerin literatürde “sosyal taban” diye isimlendirilen arka plan şartlarına bağlı olarak ortaya koyduğu projeler olmuştur. Kimisi mevcut konjonktür ve şartlar içinde geleceğimizi teslim edeceğimiz çocuklarımıza Kur’an öğretmeyi “dine hizmet” hedefine yürümede en önemli proje olarak benimsemiş ve bütün çalışmalarını bu ana eksen etrafında yapmıştır. En yakın şehir merkezine ulaşımın kış aylarında 6 ay kapalı kaldığı dağ köylerine kadar oranın şartlarına göre 5 yıldızlı otel diyebileceğimiz çerçevede yurtlar yapmış, çocuklarımıza Kur’an eğitimi vermiştir.
Bir başkası dini cemaat kimliği ile yapılacak sosyal yardımlaşmayı merkeze koymuş, il il, ilçe ilçe aşevleri açmış, erzak paketleri yapmış ve fakir fukaranın, garip gurebanın hizmetine sunmuştur.
Bir diğeri kaliteli eğitim hizmetlerini öncelemiş, ülkenin gelecek vadeden ama ailelerinin maddi imkanlarının yetersizliği sebebiyle okutamadıkları çocuklara o imkanları seferber etmiştir.
Pekala hakikat tekelciliği bunun neresinde? Yukarıda sunduğumuz kısa özet ve verdiğimiz üç misal aslında kendiliğinden gelişen bir iş bölümünü ve toplumun çeşitli kesimlerine ulaşmayı netice vermiş. Bu cemaatlerden veya o cemaatlere bağlı kurumlardan hizmet alan insanlar dini kimliklerini inşa ve muhafaza noktasında mesafe katetmiş. Evet, doğru ama bu olması gereken, olan her zaman böyle değil. Neden? Çünkü zaman zaman bu cemaatler birbirleri ile zihniyet ve projeler bağlamında tartışmalara girmişler. “Hayır, senin yaptığın doğru değil, dine ancak bu yolla hizmet edilir” demişler. Kendi aralarında rekabetlere girip kıyasıya yarışmışlar. Öyle zamanlar olmuş ki birbirleri ile hasmane bir biçimde kavga etmiş, bu kavgaları yıllarca sürdürmüş hatta birbirlerinin arkasında namaz kılmayı bile terk etmişler. Bazen de sözünü ettiğimiz tartışmaları tekfire yani “sen kafirsin, Müslüman değilsin” sözüne kadar uzayan bir noktaya taşımışlar. İşte hakikat tekelciliği bu. Benim düşüncem, benim görüşüm, benim projem, benim liderim, benim cemaatim doğru, diğerleri yanlış.”
Ahmet Taşgetiren aklıma geldi şimdi. Hani şu geçen hafta sırf KHK’lı insanlara maddi yardım yaptığı için 704 kişiye yapılan operasyona tek bir kelime bile etmeyen sözde Ahmet Taşgetiren Hoca! Ben onun başyazarlığını yaptığı Altınoluk dergisini her ay mutad okurdum. Onun ait olduğu Erenköy cemaatine ait yayınların hepsini de okumuştum. Bir gün karşılaştığımız bir etkinlikte kendisine bunu söyledim ve bir soru sordum; “Hocaefendinin Sonsuz Nur kitabı Peygamber Efendimizin hayatını anlatan bir kitap. Ben sizin cemaatin çıkardığı bütün kitapları okudum ve okuyorum, acaba sizin cemaatinizden kaç kişi ortak değerimiz olan Peygamber Efendimizin hayatını anlatan Hocaefendi’ye ait bu kitabı okumuştur?” Gözlerinde şaşkınlık ve uzun süren bir sükutla ancak cevap verebilmişti lafa geldiğinde “İslam insanı” deyimini hiç ağzından düşürmeyen bu insan.!
Her neyse, bu meselenin farklı bir boyutu ama vurgulamak istediğim ana nokta şu; işte “Tek doğru bu”, “Dine ancak böyle hizmet edilir, gerisi zaman ve imkan kaybı” dayatması şeklinde tezahür eden tekelcilik düşünen, sorgulayan, çaprazlama okumalar ve gözlemler yapan çocuklarımızın, anne babaları bile olsa hem bu düşünce ve eylemlerin sahiplerine hem de dine karşı mesafe koymalarına sebebiyet verebiliyor
‘Böyle kaç kişi var ki?’ sorusunu sorabilirsiniz bana. Cevabım, bir kişi. Evet, kinayesine söylüyorum şu rakamı. Bin kişi olsa ne olacak bir kişi olsa ne olacak. Son tahlilde imandan bahsediyoruz. Bir kişi olsa farklı mı düşüneceksiniz? Yapmayın Allah aşkına!
Devam edecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***