Ekonomist Barış Soydan’ın bugünkü (7 Ekim) “’Epistemolojik kopuşun’ bir yılı: Cari açık kapanacağına patladı” yazısı:
İktidar kavramların içini boşaltmak konusunda çok başarılı. Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin “epistemolojik kopuş” dediği “Türkiye ekonomi modeli”ni alalım ele. “Heterodoks” olduğunu, “epistemolojisinin” çok değişik olduğunu övüne övüne, gerine gerine anlatıp duruyorlar. İyi de bu model acaba bir işe yaradı mı?
Sahi “Türkiye ekonomi modeli” neydi? Bu modele göre Türkiye ihracat öncülüğünde büyüyecek, böylece cari açık kapanacak, cari açık kapanınca içeride döviz bollaşacak, döviz bollaşınca önce dolar, sonra enflasyon düşecekti. Model açıklandığında Mahfi Eğilmez gibi ekonomistler, “Cari açığı düşürürsek enflasyon düşer” söyleminin doğruluğunu gösteren hiçbir kanıt olmadığını söylemişlerdi ama dinleyen kim?
“Epistemolojik kopuşun” sene-i devriyesine yaklaşıyoruz. Cari açık kapandı mı? İçeride döviz bollaştı mı? Enflasyon ve dolar düştü mü? Tam tersine. Geçen yılı 14 milyar dolarlık cari açıkla kapatmıştık, bu yıl sonunda açığın 60 milyar doların üzerine çıkması bekleniyor. Yani kapanacak denen cari açık dört katına çıktı.
Modele göre Türkiye bundan böyle ihracat öncülüğünde büyüyecekti. Bazı yetkililer “Çin gibi” demiş, sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ismini “Türkiye ekonomi modeli” olarak koymuştu. Sonuç? Son olarak Eylül ayı dış ticaret verilerini öğrendik. Ticaret Bakanı Mehmet Muş’un açıkladığına göre Eylül’de ihracat yüzde 9.2, ithalat ise yüzde 41.5 arttı. Yani ithalat artışı ihracat artışını dörde katladı. Türkiye’nin “epistemolojik” olarak koptuğu yılbaşından beri ithalat ve ihracatın artış oranları hep böyle.
Bahane hazır: Çünkü petrol-doğalgaz fiyatları patladı. İyi de o, ithalattaki patlamanın sebeplerinden biri. İhracat artışı neden kağnı hızıyla gidiyor?
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı üretici fiyat enflasyonu yüzde 150’yi geçti. Fakat Türk Lirası dolar karşısında aynı oranda değer kaybetmedi. Bunun sonucunda ihracatçıların dünya pazarlarındaki rekabet gücü ciddi oranda azaldı. İhracat artışının ithalat artışının çok gerisinde kalmasının ana sebeplerinden biri bu.
“Ama ihracatçılar hiç şikayet etmiyor?” diyenler olabilir. Çünkü başlarına bir iş gelmesinden korkuyorlar. Onun yerine işçi çıkarmayı ya da üretime ara vermeyi tercih ediyorlar. Anadolu’daki organize sanayi bölgelerinden bu yönde çok sayıda haber gelmeye başladı. Örneğin Uşak’ın en büyük seramik fabrikası Uşak Seramik, elektrik ve doğalgaz zamlarından sonra üretimini yarıya düşürüp 300 işçiyi çıkardı. Yine aynı sektörde faaliyet gösteren Seranova da 150 işçiyi çıkarmak zorunda kaldı. Bazı tekstil fabrikaları işçilere ücretsiz izin verirken bazıları da üretimi yarıya düşürerek işçi çıkarmaya başladılar. Bazı kentlerin ihracatlarında ciddi düşüşler var. Örneğin Türkiye’nin en önemli tekstil üretim merkezlerinden Denizli’nin ihracatı Eylül’de yüzde 10 azaldı.
Evet, ihracattaki kötü gidişte dünya ekonomisindeki yavaşlama da pay sahibi ama içeride yüzde 150’yi geçen üretici enflasyonu en az onun kadar, hatta ondan daha önemli bir etken.
Üretici enflasyonu patladığı için Türk Lirası’nın reel değeri arttı. Merkez Bankası’nın Türkiye ile ticaret ortakları arasındaki üretici fiyatları farkından arındırarak hesapladığı reel efektif kur, Türk Lirası’nın geçen yıla göre ciddi oranda değer kazandığını gösteriyor. Üretici fiyatları bazlı reel efektif kur geçen yılın Ekim ayında 76 seviyesindeydi, bu yılın Eylül ayında 86 seviyesine yükseldi. Oysa “Türkiye ekonomi modeli”ne göre bunun da tersi olacaktı. Dediklerine göre ihracat öncülüğünde büyüyebilmek için Türk Lirası’nın değerinin bir süre düşük kalması gerekiyordu. Bu da olmadı. Merkez Bankası’nın rezervlerinden yapılan satışlarla Türk Lirası’nın içerideki enflasyon kadar değer kaybetmesi engellendi. Böylece TL nominal olarak değer kaybederken reel olarak değer kazandı.
“Türkiye ekonomi modeli”nin dünyaya tanıtıldığı uluslararası konferansta tabii ki bunların hiçbiri konuşulmadı. THY’nin Business Class koltuğunda Türkiye’ye uçup beş yıldızlı otellerde bedava tatil yapan profesörler de herhalde ayıp olmasın diye bunları sormadılar.
Bu iş yine bizim gibi “mandacı” ekonomi yazarlarına, ekonomistlere kaldı…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***