YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Şimdi ben vicdan sızısını yaşıyorum,
küçükken kanadını kanattığım kuşların!”
Süreyya
Her insanın küçüklüğüne dair birtakım kabahat galerisi olabilir. Ve bazı zamanlar o anılar zihnin gizlendiği raflarından çıkıp insanın karşısına dikilirler. Hemen herkesin geçmişinde masumiyet derecesi farklı bu tür kilitli sandukaları vardır.
İşte benimkilerden bir tane…
Çocukluğumun geçtiği yerlerde havanın soğuk olduğu dönemlerde göçmen kuşlar akın ederlerdi gökyüzümüze… Ve bizim için tuhaf bir av sezonu açılırdı. Kuş avlamaya çıkardık günler boyu… Herkes kendince geliştirdiği bir sistem ile yapardı bu avı. Kimimiz at arabalarını çeken zavallı beygirlerin kuyruklarından kopardığımız kıllar ile tuzaklar kurardık. Bir tür idam ilmeği şekline getirilen atkuyruğu kılları, aralarına serpiştirilen buğday taneleri ile kusursuz birer tuzağa dönüşürdü. Açlıktan buğdaylara saldıran göçmen kuşlar tuzağa kapılır ve çaresizce çırpınırlardı. Bir kuşun eti ne kadar eder ki? Ancak tuhaf bir kış eğlencesiydi bu avlar. Kimimiz, hastane yakınlarında bulduğumuz serum lastiklerini birbirine bağlayarak sapan yapardık. Burada nişancılık devreye girerdi. Bir duvarın yahut dalın üzerine konmuş gariban kuşlardı hedef. Kimimiz amansız nişancıydı. Kuşu havada uçarken vuran çocukları bilirim…
Ve bu anılarımın en ibretli bölümü…
Günlerden bir kış günü, yine kuş avındayken birkaç parmakları soğuktan morarmış çocuk, çam ağaçlarının arasında kuş peşindeydik. Aramızdaki en yaman nişancı ‘susun’ diyerek bir işaret yaptı. Tam altında bulunduğumuz yaşlı bir çam ağacının en tepesinde bir kuş duruyordu. Hepimizin hayranı olduğu sapanını çıkardı, yerden kenarları bir jilet kadar keskin bir taş alıp sapana yerleştirdi. Kuşun tam altına gelecek yere bir izdüşümü gibi konuşlandı. Sessizce gerdi sapanın lastiğini ve bıraktı. Taş vınlayarak uçtu yukarıya doğru, kuştan garip bir ses ile beraber, birkaç tüy parçası savruldu boşluğa. Belli ki, kanadındaki bir demet kanat tüyünü biçip geçmişti taş. Kuş aşağı doğru düşerken çırpınıyordu. Çocuk heyecanla avına doğru hamle yapmıştı ki, ani bir haykırış ile yere kapaklandı. Kalktığında yüzü gözü kan içindeydi. Belli ki attığı taş, epey yukarıya çıktıktan sonra aynı hız ile geri dönmüş ve bizzat atıcısının göz kapağına vurmuştu. Çocukluğun ve yanlış bir şey yapmanın verdiği panikle kimseye bir şey söylemedik. Çocuk, kâğıtlarla, mendille filan kapamaya çalıştı yarasını. Doktora filan gitmeyi teklif bile etmedik. Muhtemelen o akşam ve sonraki akşam ailesinden de sakladı gözündeki yarayı.
Ve bu avın kötü bir anısı olarak ömrünün sonuna kadar taşıyacak belki o yara izini. Bilmem kaç bin kilometre uçmayı başarmış bir göçmen kuşun dinlenmek için konduğu ağacın tepesinde hayatına kastetmenin acı hatırası hâlâ durur gözünde…
Başta Havuz medyası (malum), ardından Ergenekon medyası (Sözcü/Cumhuriyet/Aydınlık) ve nihayet kendini muhalif olarak tanımlayan medya (Birgün) gibi mevkutelerin son günlerde nasıl ortak bir dil ile düpedüz insan haysiyetine saldırdıkları haberleri görünce kişisel tarihimdeki kabahatlerim aklıma geldi.
Ergenekon ve Havuz medyasını onaylamasam da, nispeten anlıyorum. Başka alternatifleri yok. Zalim bir iktidarın görünen ve görünmeyen ortaklarının bülteni, şahsiyet cellatlıkları onların olağan fıtratları.
Ama ya muhalif görünenler.
Suret-i Haktan gibi hareket edenler.
Onlar, yarın utanarak hatırlayacakları bu yayınları nasıl bir cesaret ve hatta utanmazlıkla yayınlıyorlar!
Gazeteci Cevheri Güven ile ilgili Sabah’ın manşetini asla yadırgamadım.
Ama vasatı aşamayan sunuculuğuyla ortaya çıkan Zafer Arapkir isimli bir şahsın, anlam veremediğim öfke ve nefret kusmasını gerçekten çözemedim.
Nasıl bir kin, lafa gelince demokrasi havarisi kesilen bu zevatı böyle canavarlaştırabiliyordu?
Erdoğan’ın mutlak iktidarının sanırım bir nişanesi de buydu.
Şeytanlaştırıp ötekileştirdiği şahıs ve insanları, onlara karşı kullandığı diskuru ve dili, bizzat onlara da kullandırtıyordu.
Düşünsenize FETÖ söylemini bizzat Osman Kavala’dan Adnan Oktar’a, Selahattin Demirtaş’tan Can Dündar’a kadar, Erdoğan’ı bir kaşık suda boğmak isteyenler bile kanıksamış ve düşünce defanslarını bunun üzerine kuruyorlar!
Hakikaten garip, hem de çok…
Dün gencecik bir çocuk intihar etti.
Üniversite öğrencisi ve bir hukukçunun evladı.
Babası binlerce meslektaşı gibi, sudan sebeplerle hapiste tutuluyor yıllardır.
Babasının saçma sapan iktidar komploları ile hapse girmesi bir tarafa, geride kalan ailesine bile toplumun nefes aldırmamasının bir neticesi olarak kendi canına kıyıyor genç.
Bir kuşun daha kanadını kırdılar.
Hiçbir vicdani sıkıntı yaşamadan hem de..
Açıkçası, bazen kıyametin neden kopmadığını kendime de soruyorum…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***