ANKARA – Kuzey ve Doğu Suriye’de kimyasal iddialarına ilişkin incelemelerde bulunmuş sağlıkçı Abbas Mansouran, kimyasal silaha maruz kalan HPG’lilerin yayınlanan görüntülerinin insanlığa karşı suç işlendiğinin açık kanıtı olduğunu söyledi.
Türkiye’nin Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ortaklığında Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine dönük 17 Nisan’da başlattığı saldırılar, 6’ncı ayını geride bıraktı. Türkiye’nin Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında kimyasal silah saldırıları sonucu 17 HPG ve YJA-Star üyesinin yaşamını yitirdiği açıklandı. Son olarak Türkiye’nin saldırılarında kimyasal silaha maruz kaldıktan sonra yaşamını yitiren 2 HPG’linin son anlarına dair görüntüler de yayınladı.
Türkiye’nin Efrîn’e yönelik saldırıları sonrasında kimyasal kullanılıp kullanılmadığını incelemek için bölgedeki hastanelerde çalışmalar yürütmüş sağlıkçı Abbas Mansouran, kimyasal silaha maruz kalan 2 HPG’linin son anlarına dair görüntülerin yarattığı gündeme dair Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
‘İŞLENEN SUÇUN AÇIK KANITI’
Görüntüleri izleyen Mansouran,“Bu belgeler insanlığa karşı suç işlendiğinin açık kanıtıdır. İçinde insanlık bulunan her insanda şok ve öfke uyandıran bir video. Özellikle geçtiğimiz 6 ay içinde Türk ordusunun devam eden saldırıları, daha önce benzeri görülmemiş saldırılardır. Türkiye hükümeti halk direniş güçlerine ve kırsaldaki emekçilere karşı her türlü yasaklanmış kimyasalı kullanmış ve kullanmaya devam etmektedir” ifadelerini kullandı.
KULLANILAN KİMYASAL SİLAHLAR
KDP’nin Türkiye ile işbirliği nedeniyle kimyasala maruz kalan bölgelere inceleme yapmak isteyen heyetlerin engellendiğini ve bunun da üye devletlerin Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne (OPCW) net belgelerle başvuru yapmasını zorlaştırdığını ifade eden Mansouran, “Kullanılan kimyasalın türünü belirlemek ve adını verebilmek için, gaza maruz kalan yaralıları yakından incelemek gerekir. Bu gazın bulaştığı kıyafetleri, toprağı ve kimyasalın kullanıldığı bölgedeki her şey incelenmelidir. Bu yapıldığı takdirde kullanılan kimyasalın türünü ve bileşimini belirlemek zor değil. Videodan çıkarımla, son saldırılarda Türk ordusunun muhtemelen Cyclosarin (GF), klorofin, sülfür mustant (SM), Tabun (GA), Sarin (GB) ve beyaz fosfor yanı sıra Tungsten ağır metal alaşımları, Siyanojenik zehir bombaları gibi farklı kimyasal bombalar kullanmış olduğu söylenebilir” belirlemesinde bulundu.
TÜRKİYE’NİN KİMYASAL GEÇMİŞİ
Türkiye’nin daha önce de kimyasal silah kullanımına dair geçmişinin olduğunu belirten Mansouran, 1993 yılından bu yana sivillere ve HPG’lilere yönelik yasaklı kimyasal silahların kullanıldığını ifade etti. Mansouran, şöyle devam etti: “Alman devlet televizyon kanalı ZDF’de yayınlanan ‘Kennzeichen D’ programında, RP707 tipi bombanın, Alman şirketi Buck & Depyfag tarafından üretildiği ve 1995 yılından beri Türkiye’ye satıldığı belirtildi. Hamburg Üniversitesi, Eylül 2009’da 8 gerillanın öldürüldüğü saldırılar sırasında, Türk devletinin kimyasal silah kullandığını belgeledi. Görgü tanıkları yasaklı silahların kullanıldığını doğruladı. Alman insan hakları savunucularından oluşan bir komite, mevcut kanıtları belgelemek için bölgeye gittiği Hakkari’ye bağlı Tiyarê vadisinde 14-22 Ekim 2011 tarihleri arasında 16 gerilla savaşçısı hayatını kaybetti. Şehitlerin kömürleşmiş cesetleri günlerce Malatya Adli Tıp Kurumu’nda tutuldu. Türk devletinin kimyasal saldırı düzenlediğine dair yadsınamaz deliller kamuoyuna açıklandı. Türkiye ordusu kırsal ve kentsel alanlarda hem savaşçıların hem sivillerin ölümüne neden oldu.”
‘TÜRKİYE SESSİZLİKTEN YARARLANDI’
Mansouran, kullanılan kimyasalların ve bombaların kimisinin Türkiye tarafından üretildiği, yıkıma ve toplu katliamlara neden olduğunu belirterek, “Türk devletinin uluslararası örgütlerin sessizliğinden yararlanarak, ayrım gözetmeksizin kimyasal silah kullandığı pek çok raporda yer aldı. Bu durum Türk hükümetinin Birleşmiş Milletler (BM) ve insan haklarını savunduğunu iddia eden diğer uluslararası kurumların sessizliğinin ardına saklanarak, yıllardır yürüttüğü bir insanlık ve savaş suçu olarak tarihe not düşüldü” diye konuştu.
HULUSİ AKAR’IN İTİRAFI
Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuşan kimyasal silah uzmanı Jan Van Aken’in, “Hulusi Akar’ın Meclis’te yalnızca biber gazı kullandıklarını ifade etmesi OPCW’nun soruşturma başlatması için yeterlidir” değerlendirmesine değinen Mansouran, üye devletlerin ve uluslararası kurumların sessizliğini eleştirdi ve “Her ne kadar uluslararası hukuka göre bu söz soruşturma başlatmak için yeterli de olsa, Hulusi Akar’ın iddiası apaçık yalandır” dedi.
‘BÖLGEYE HEYET GÖNDERİLMELİ’
Sokak eylemlerinde de kullanılan biber gazının, askeri kullanımı yasak da olsa ölümlü vaka ile sonuçlanması ihtimalinin çok düşük olduğunu ifade eden Mansouran, “Tüm deliller Türk ordusunun Kürdistan’da direniş güçlerine ve halka karşı biber gazından çok daha kuvvetli ve ölümcül zehirli gazlar kullandığını gösteriyor. Türkiye eğer kimyasal silah kullanmadığı iddiasında samimiyse, kullanılan silahların ve bombaların türünü belirleyecek bir tespit komitesinden korkmamalı. BM ve BM İnsan Hakları Komisyonu, Kızılhaç ve Sınır Tanımayan Doktorlar yetkililerinin gözetiminde bağımsız ve tarafsız bir uzman komitesinin bölgeye giderek inceleme yapmasına izin vermelidir” çağrısı yaptı.
‘SAVAŞ SUÇLARI İŞLENİYOR’
Mansouran, OPCW’nin BM ile işbirliği içinde olan ve BM tarafından onaylanan bağımsız bir örgüt olarak inceleme yapması halinde kullanılan kimyasalları kolaylıkla tespit edilebileceğine işaret ederek, “Bu aşamada OPCW’ya başvuru yapılması ve onların da görevlerinin gereği olarak bölgeye gidip soruşturma yürütmesi gerekiyor. Bölgeye gitmelerine bile gerek yok, yaşamını yitirenlerden birini Avrupa’ya veya Başûr’a nakletmek veya elbise, toprak, bomba kalıntılarını ve Avrupa veya Amerika’ya götürmek yeterlidir. Harekete geçmeleri durumunda bu insanlığa karşı işlenen suça maruz kalan kişilere yardım etmeleri çok kolaydır ancak sessiz kalmayı seçiyorlar. Bu sessizlik savaş suçlularının savaş suçu işlemeyi sürdürmelerine yardımcı oluyor. Sessiz kalarak suça ortak oluyorlar. Türkiye’nin NATO üyesi olması nedeniyle sırtımızı tamamen bu kurumlara yaslayamayız. Bizler, halkın, kamuoyunun gücünü arkamıza almalı ve ona umut bağlamalıyız. Şuna şüphesiz inanıyorum, savaş suçlularının bağımsız mahkemede yargılanacağı o günler gelecek. Aynı Nuremberg’de olduğu gibi” şeklinde konuştu.
EFRÎN’DE KİMYASAL YANIK TEDAVİ ETTİ
Mansouran, Efrîn’e yönelik saldırılar sırasında Türkiye’ye ilişkin kimyasal iddialarının ortaya atıldığını ve kendisinin de bağımsız bir bilim insanı olarak Kuzey ve Doğu Suriye’ye giderek buradaki hastanelerde incelemeler yaptığını, yaralıları tedavi ettiğini söyledi. Mansouran, burada kimyasal silah kullanımı tespit ettiklerini belirterek, “Ekim 2019’da Türkiye kendi adına savaştırdığı çetelerle birlikte Rojava’ya saldırdığında, Serekaniye ve Gire Spi ve çevre köyleri işgal ettiğinde oradaydım. Ben ve meslektaşlarım burada işlenen suçlara birinci elden şahit olduk. İlaçlara erişimin engellenmesine, acil yardımın engellenmesine, sınırların kapatılmasına rağmen kimyasal bombaların isabet ettiği ve etkilediği bazı kişileri kurtarabildik. Burada birçok farklı yaralanmadan mustarip yüzlerce kişiyi tedavi ettik. Aralarında kimyasal yanıkları olanlar da vardı, SİHA’larla hedef alınmış olanlar da” ifadelerini kullandı.
TÜRKİYE’NİN BEYAZ FOSFOR KULLANIMI
Mansouran, Kuzey ve Doğu Suriye’de geçirdiği sürenin sonunda Rojava İnsan Hakları Savunucuları Girişimi olarak 19 sayfalık bir rapor hazırladıklarını, bu raporu Paris’te bir açıklamayla duyurduktan sonra 10 Ocak 2020’de Uluslararası İnsan Hakları Komisyonu’na da gönderdiklerini belirtti. Raporun bilimsel çalışmalarının İsveç’teki laboratuvarlarda yapıldığını söyleyen Mansouran, elde edilen sonuçların Türkiye’nin Ekim 2019’da Serêkaniyê’ye yönelik işgal saldırılarında beyaz fosfor kullandığını ortaya koyduğunu söyledi.
YASAKLI SİLAH KULLANIMI RAPORU
Raporun amacına ve içeriğine yönelik ayrıntılar veren Mansouran, şunları anlattı: “Amacımız Ekim 2019’da Serekaniye’yi hedef alan saldırılar sırasında Türk devleti ve desteklediği çetelerin bölgedeki sivillere ve savaşçılara yönelik işlediği suçları, hak ihlallerini ve yasaklı silahların kullanıldığını belgelemekti. Bu silahların kullanılması uluslararası anlaşmaların ihlali olmakla birlikte Güvenlik Konseyi’nin sivillere karşı bu silahların kullanılmasına ilişkin anlaşmalarının da ihlalidir. Metal bomba yaralanmaları yapısal olarak fosfor bombası benzeri yaralanmalara yol açar ve ölümcüldür. Kanıtlar, videolar, fotoğraflar, belgeler ve diğer deliller, Türkiye’nin Serekaniye ve Girê Spi bölgelerindeki kasaba ve köylerde bu yasak silahları kullandığını gösteriyor. Türk Hava Kuvvetleri ve Türk destekli cihatçı gruplar, köylere havadan ve karadan saldırdı. 400 bin kişi, yanlarında hiçbir temel yaşam gereksinimlerini getirmeden evlerini terk etmek zorunda kaldı. Hala parklarda ve okullarda yaşıyorlar ve bulaşıcı hastalık ve salgın riskiyle karşı karşıyalar. Hazırladığımız rapor klinik muayeneler doğrultusunda gerçekleştirilmiş, laboratuvar çalışmaları da İsveç’te yapılmıştır. Rapor kapsamında yayınlanan fotoğraf ve videolar incelenmiştir. Rapor Türkiye saldırılarında öldürülen ve yaralanan yurttaşların isimleri ve yaralanma şekillerini de içermektedir. Bunların yanı sıra 2019 yılında dünya çapında belgelenen ve gösterilen The Times of London dahil, uluslararası medya haberleri de rapor içeriğinde yer almaktadır.”
SERÊKANIYÊ VE GIRÊ SPÎ HATIRLATMASI
Türkiye’nin 90’lı yıllardan beridir zehirli gazlar ve yasaklı bombaları gerekli gördüğü her yerde ve anda kullandığını ifade eden Mansouran, “Efrin ve Serekaniye işgali, Türkiye bu bombaları kullanmasaydı imkansız olabilirdi. Sivillerin yaşadığı bir kentin fosfor bombalarıyla bombalanması, Roma Sözleşmesi’ne göre savaş suçu ve insanlık suçudur. Türkiye bu gazı 2019’da Serekaniye ve Gri Spi kentlerinde ve kırsalında kullandı. Sivil hedeflere karşı yangın çıkarıcı silahların konuşlandırılması Cenevre ve Kimyasal Silahlar Sözleşmeleri ile yasaklanmıştır. Bununla birlikte, beyaz fosfor çok çeşitli mühimmat ve cihazlarda çeşitli farklı amaçlarla da kullanılmaktadır. Ancak, insanlara karşı hangi fosforlu mühimmat kullanılırsa kullanılsın, kimyasal silah olarak sınıflandırılırlar. Uluslararası hukuka göre, yakıcı bir silahtır ve OPCW’ya göre de yasaktır. Edinilen bilgiye göre Türkiye hükümeti beyaz fosfor bombaları, diğer yasaklı bomba ve zehirli gazları yapacak teknolojiye sahip. Tabii ki NATO üyesi bir ülke olarak diğer üye ülkelerin pazarını ve lojistik desteğini de kullanıyor” diye belirtti.
OPCW’YA BEYAZ FOSFORU KİMYASAL SAYMADI
Yakıcı bir madde olan fosforun sivillere karşı kullanılması durumunda kimyasal silah olarak kabul edildiğini ve bunun OPCW için de böyle olduğunun altını çizen Mansouran, şu ifadeleri kullandı: “Elinde teyit edilmiş ve doğrulanmış belgeler olan bir sağlık ekibi olarak bizler, Ocak 2020’de OPCW’ya inceleme başvurusunda bulunduk. İlk etapta görüşme talebimizi kabul ettiler ancak sonrasında bizimle görüşmediler. Beyaz fosforun OPCW’ye göre yasaklı bir kimyasal sayılmadığını yazılı olarak bize bildirdiler. Böyle bir suçun karşısında sessiz kalmak, hakikati reddetmek ve suçlulara yardım etmektir.”
İNSANLIĞA KARŞI İŞLENEN SUÇ
Bütün bu sessizliğin, BM, OPCW ve üye devletlerin adım atmamasının sonucu olduğunu vurgulayan Mansouran, “Sermayenin yapısal kriz çözümünde, savaş, faşizm ve insanlığa karşı suç işlemek, krizleri kontrol altına almanın çözüm yolları arasındadır. Ancak bu yöntemleri yüz yıllardır kullanıyor da olsalar, hiç bir krizin bu metotlarla çözüldüğü görülmemiştir. Olsa olsa bu suçlarla bu krizler bir süreliğine kontrol altında tutulur. Bu da, şu anda İran’da da gördüğümüz gibi hemen ardından gelecek olan daha derin krizlere, onun ardından da patlamalara yol açar. Silah üretmek, silah satmak ve savaş çıkarmak da kapitalizmin kriz önlemleri arasındadır. Ortadoğu’da DAİŞ, İran’da İslam Cumhuriyeti, Afganistan’da Taliban, Türkiye’de suçluların seferber edilerek yetki merci haline getirilmesi, vekaleten kullanılan suç çetelerinin oluşturulması da aynı şekilde kapitalistlerin araçları ve güçleri arasındadır. Dolayısıyla sürmekte olan bu kapitalist moderniteden beklenebilecek tek şey felaketler ve insanlığa karşı işlenen suçların süren tekrarlarıdır” şeklinde konuştu.
‘DÜNYA KÜRT HALKINA BORÇLUDUR’
Mansouran, Kürt sorununun saldırılarla çözülemeyeceğini ifade etti. Çözüm için Kuzey ve Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim’e işaret eden Mansouran, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kuzey ve Doğu Suriye’de 2012’den bu yana farklı etnik gruplar ve toplumlar, konsey yönetimi sistemiyle barış içinde bir arada yaşıyor. Ortadoğu ve hatta dünya için bir inşa modeli oluşturuyorlar. Kürtler DAİŞ’e karşı savaşıp, onu yenerek, batıyı ve dünyayı insanlar için daha güvenli bir hale getirdiler. Ortadoğu, Avrupa ve ABD halkları yaşamlarını DAİŞ ile savaşta feda etmiş bu halka borçludur. Türkiye devleti şu anda bu cesur ve bilinçli halkı aralıksız bombalıyor. Şehirler ve köyler işgal altında. Tarlaları ve ormanları yakıyorlar. Rojava’ya baktığımız zaman Kürtlerin tarihsel baskıdan kurtulma arzusunun temelini ve tek çözümün uluslararası anlamda tanınma ve tanınmanın resmi olarak belgelenerek garanti altına alınması olduğunu görüyoruz. Savaş ve saldırganlık çözüm değil. Şu ana kadar çözüm olmadı, bundan sonra da olmayacak. Elbette saldırılara ve insanlık dışı şiddete direnmek meşrudur ve gereklidir. Bu direniş karşısında soykırım çözüm değildir. Kimyasal bomba ve SİHA’lar eliyle gerçekleşen suikast saldırıları suçtur. Son sözü söyleyecek olan kimyasal silahlar ve SİHA’lar değildir. Türk hükümeti, Kürtlerin veya başka bir etnik grubun kimliğinin inkar edilemeyeceğini henüz tarihten öğrenebilmiş değil ne yazık ki.”
ÖZGÜRLÜK TUTKUNLARINA ÇAĞRI
Bir doktor ve sağlıkçı olarak çağrısının uluslararası kurumlardan ziyade dünya kamuoyu ve özgürlük tutkunlarına olduğunu ifade eden Mansouran, “Türk hükümeti ve kullanmakta oldukları çetelerin işgal ve cinayetleri amasız fakatsız her platformda eylemlerle ve gösterilerle kınanmalıdır. Bu şekilde bölgede daha fazla suç işlenmesini ve cinayetleri önlemeliyiz. Bunun için de BM gibi grupların katılımı da elbette önemli ve gereklidir. Ancak öncelikle dünya kamuoyu bu saldırıların durdurulması için yetkililere baskı yapmalıdır. Savaş uçaklarının bombardımana devam etmemesi, gruplar halinde insanları öldürmemesi ve yıkıma devam etmemesi için güvenli bir hava sahası yaratılması son derece önemli ve acildir. Derhal dünya halklarının harekete geçmesi, özgürlüğü savunması, uluslararası mahkemelerin kurulması ve savaş suçlularının yargılanması gerekiyor. Türkiye hükümeti derhal Irak ve Suriye’deki işgale son vermelidir. Kürdistan’ın her yerinde ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki halk savaşçılarının cesur ve tarihi direnişini selamlıyorum” dedi.
MA / Gözde Çağrı Özköse
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***