‘Erdoğan rejimi’. Bir süredir uluslararası medyada, saygın akademisyenlar arasında Türkiye’deki iktidar böyle niteleniyor. Peki bu iktidar, Türkiye’nin yeni rejimi nereye gidiyor? Değişirse maliyeti ne olur? Viyana’daki Central European University’de görevli akademisyen Yektan Türkyılmaz’la konuştuk…
Türkiye bir krizin ortasında ve görünen o ki kriz daha da derinleşecek. Ne dersiniz?
Evet her geçen gün daha da garipleşiyor, vahimleşiyor tablo. Nereye el atılsa çok benzer bir görüntü ortaya çıkıyor. Yani tepeden tırnağa, en üstünden en altına tamamen çürümüş, tamamen neredeyse kriminalleşmiş bir yönetim, idare ağıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz ve aslında bunlar tekil örnekler. Biz halen büyük tabloyu görmekte çok zorlanıyoruz. Çünkü elimizde data yok. Korku rejimlerinin yarattığı en önemli durumlardan birisi bilgi akışını, yani şeffaflığı ortadan kaldırmaları. Biz ola ki bir gün bu rejim gitti ve ola ki bütün işleyişin nasıl olduğuna dair elimizde yeteri kadar data oluştu, hiçbirimizin tahmin edemeyeceği, bakın tekrar altını çiziyorum, hiçbirimizin tahmin edemeyeceği, hiçbirimizin tahayyül edemeyeceği türden çürümüş bir yolsuzluk ağıyla karşı karşıya kalacağımızı düşünüyorum.
“TÜRKİYE’DE DÖNÜLEBİLECEK BİR FABRİKA AYARI KALMAMIŞTIR”
Tahmin bile edilemeyecek bu çürümenin maliyeti ne olabilir Türkiye’ye?
Türkiye’de artık, bildiğimiz devlet sisteminden kurtarılabilecek kurum, kurtarılabilecek işleyiş, kurtarılabilecek kadro kalmadığını görüyoruz. Yani Türkiye’nin yeniden yapılma, sıfırdan kurulma yani bütün kurumları, kadrolarıyla büyük bir yeniden kurulma sürecine girmek dışında bir alternatifinin olmadığına işaret ediyor bütün bu olup bitenler. Eğer tabii ki ülkeyi normalleştirme ve bir düze çıkartma amacı varsa. Diğer türlü, iktidarın içi için de rejimin içi içinde, tabii ki çok daha önemlisi toplum için, muhalifler için, bütün Türkiye için ıstırap verici bu pespayelik, bu çürüme hali devam edecek. Evet, artık yepyeni bir Türkiye tahayyüllü, neyin yanlış gittiğini düşünerek, onun bir daha olmamasını sağlayacak nasıl mekanizmalar kurulacağı üzerine kafa yormamız gereken bir andayız ve tekrar etmek istiyorum; Türkiye’nin önünde, geçenlerde bunu Ali Yaycıoğlu çok etkileyici bir Oksijen yazısında gündeme getirmişti, ben de bir süredir söylüyorum, Türkiye’de restorasyon yolu kapanmıştır. Türkiye’nin dönülebilecek bir fabrika ayarı kalmamıştır. Bu ister 1923 olsun, ister kimine göre 1980, kimine göre 1990’lar, ne bileyim kimi partilere göre 2007, kimilerine göre 2014 böyle bir tarih yok artık. Türkiye’nin fabrika ayarı kalmamıştır. Türkiye’de bu sürekliliği temsil edecek ne bir kurum var ne bir kadro var ne bir usûl var, yani bunların hepsini, şu benzetmeyi bir kez daha kullanmak isterim; düşünün ki bir halıya güve girdiğini, her şeyin yerli yerinde olduğunu düşünüyorsunuz ama şöyle ufacık kaldırdığınız zaman hepsi toz oluyor. Türkiye şu anda 2022 Eylül’ü itibarıyla bu halde ve bu şekilde gittiği sürece bunun bir maliyeti var tabii ki. Bunun maliyeti ne diyeceksiniz? Böyle bir işleyişin maliyeti, söyleyeyim, Türkiye’nin geleceği. Türkiye’deki rejim, Türkiye’nin geleceğini satarak, geleceğini harcayarak kendi varlığını sürdürebiliyor ve Haziran 2023’e doğru geriye sayım başladıkça, bu geleceğinden satma, geleceğini ipotek altına alarak varlığını sürdürme hali daha da hızlanıyor. Görüyoruz birçok uygulama, yakın dönemdeki durumu düzeltme çabasının parçası olarak uygulamaya konulan hamleler buna işaret ediyor. Bu da tabii ki bütün Türkiye için kötü bir işaret, kötü bir durum.
TÜRKİYE 15 TEMMUZ’DAN SONRA KRİZDEN KAOSA DOĞRU YOL ALDI
AKP, bu komplike, tıkır tıkır işleyen bir yolsuzluk şebekesini nasıl kurdu?
Bir şeye itiraz edeceğim. Çok komplike, çok sofistike bir sistem olduğunu düşünmüyorum. Eğer bakarsak, köklerine inersek ilkel bir sistem var. Hani bu Marx’ın ilkel birikim dediği, yani neredeyse kaba kuvvetle, zorbalıkla yürüyen, herkesin kendi neredeyse fiziki gücünü, fiziki gücü derken kas gücünü kastetmiyorum ama nüfuzunu silahlaştırdığı, ona göre av aradığı ve çok daha önemlisi bütün bu hikayede çok dikkat etmemiz gereken bir nokta, bu rejimi çok ayırt eden bir nokta… Türkiye’de birçok baskı rejimi yaşandı, Türkiye’de birçok otoriter rejim yaşandı. Bakın şimdi, bu rejimin ayırt edici yönlerine bakalım. Bir ayırt edici yönü, stabilize olamayan bir otoriterlik. Sürekli krizler halinde yaşıyor. Bakın hiçbir noktada stabilize olamadı. Mesela bunun tersi bir örnek, en azından Ukrayna Savaşı’na kadar Putin rejimiydi. Putin rejimi stabilize olabilmiş, konsolide olabilmiş bir otoriterlikte. Türkiye’deki otoriterlik herhangi bir şekilde, herhangi bir anında stabilize olamadığı, konsolide olamadığı gibi tam tersine her geçen gün özellikle 15 Temmuz’dan sonra daha da hızlanarak krizden kaosa koşan bir yönetime dönüştü. Şimdi bu işin bir kısmı. Bir ayırt edici kısmı. Bununla bağlantılı ikinci çok önemli ayırt edici kısımsa, devlet içindeki iç savaş. Bakın şimdi, devlet içindeki iç savaş belli bir süre, mesela bunun bir tarafı diyelim ki cemaat ve Erdoğan’dı değil mi? Şimdi cemaatin tasfiyesiyle de bitmediğini görüyoruz. Çünkü Erdoğan, eğer AKP’nin tarihine bakarsanız, AKP’nin 2001-2002’den bu yana tarihine bakarsanız, Erdoğan her şeye sahipti ama kadrolara sahip değildi. Dolayısıyla her zaman ittifak yapmak zorundaydı. Önceden bir grupla belki, büyük bir grupla ittifak yapıyordu. Şu anda irili ufaklı birçok grupla yapmak durumunda. Şimdi, bu ilişki ağında birçok belirgin nokta, devletin içindeki rekabetin büyüklüğü, hatta buna savaş dememiz bile mümkün.
“DEVLETİN KORİDORLARINDA HERKES DİŞİNİN KESTİĞİNİ YUTMAYA ÇALIŞIYOR”
Yani rüşvet ağı devlet içindeki savaşı tam izah etmiyor…
Bir tek rüşvet ağı deyip üzerini kapatmayalım bunun. Rüşvet ağı içerisinde ilginç bir nokta var. Rüşvet ağı içerisinde aynı zamanda devletin iç savaşı da kodlu. Yani bir tek rüşvet ağı yok. Birbirine rakip, birbirine düşman rüşvet ağları var. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla böyle bir sistematik olmak, sofistike olmak, komplikasyon yok. Tam tersine böyle bir jungle ortamı, yani devletin koridorları tam bir jungle gibi işliyor. Herkes dişinin kestiğini yutmaya çalışıyor ve diyeceksiniz ki bütün bunlar içerisinde nasıl yürüyor? Yani şu soru, acaba niçin elit ittifakı böyle bir sistemde daha öncesinde parçalanmadı? Bu iyi soru. Elit ittifakındaki dağılma, rejimin elitleri arasındaki dağılma niçin daha hızlı gelişmiyor? Bu çok iyi bir soru. Bunun üzerine düşünmek gerekiyor. Burada da şu cevapları vermek mümkün. İlk başta bunun bir korku rejimi olduğunu unutmamak gerekiyor. Bir korku rejimi olmakla beraber insanların, her kesimde, rakip olanların da birbirine mecbur olduğu bir rejim bu. Çünkü bütün, artık nereden görüyorsanız, en tepeden en aşağısına kadar, kriminal işlere bulaşmış bir yanıyor. İkinci olarak da bu rejim olmadığı zaman herhangi bir şekilde tekrardan başka bir sistemde, başka bir otorite içerisinde o konumları elde edemeyecek unsurlardan kurulu bir rejim. Yani siz bahsediyorsunuz, rektör diyorsunuz vs vs. Bunlar baktığınız zaman en sonunda liyakatsiz, yani bu rejimin gücü, bu rejimin desteği arkasında olmadığı sürece herhangi bir kurumda, başka bir sistemde kendisine yer edinemeyecek unsurlar. Diğer bir nokta da tabii ki, korku rejiminde dedim.
“BU İFŞAAT ELİT BLOKUNDAKİ DAĞILMANIN İŞARETLERİ”
Korku rejimini biraz açar mısınız?
Bu rejimde bir yandan gruptan ayrılmanın maliyeti çok yüksek. Ne demek çok yüksek? Önceden, mesela diyelim ki, 1970’li yıllara, 1980’li yıllara, 1990’lı yıllara dönersek, siz bir partiden, Anavatan Partisi’nden ayrılırsanız bu bir kırgınlık sebebi olabilirdi. Tartışma, gönül koyma sebebi olabilirdi. Daha sonra belki yollar birleşir falan filan. Şu anda iktidar cenahından düştüğünüz zaman gideceğiniz yerin teröriste kadar ucu var. Yani gruptan ayrılmanın maliyeti çok yüksek. İkinci bir durum da bununla bağlantılı olarak, sizi kabul edecek bir taraf da yok. Yani bir yer de yok. Dolayısıyla hem ayrılmanın maliyeti yüksek hem de ayrılmanın diyelim ki onurlu bir çıkışın kanalları da ortada yok. Ama bunların hepsine rağmen bir yandan da şunu da görmek, şunu da teslim etmek gerekiyor, elit blokundaki dağılma hızlanıyor. Bunu nereden ölçüyoruz. Bakın rejimle ilgili bütün bu ifşa vs dediğimiz şeyler, bunların hiçbiri muhalefetten gelmiyor. Bunların hepsi rejimin içinden geliyor. Bunların hepsi iktidar koridorlarından geliyor. Bunların hepsi istihbarat koridorlarından geliyor. Polis koridorlarından geliyor. Saray koridorlarından geliyor. Yani aslında bu ifşaatın olması, bu skandalların ortaya çıkması, zaten elit blokundaki dağılmanın işaretleri. Ben seçim sürecine giderken bu dağılmanın daha da hızlanacağını düşünüyorum. Her yeni skandalda da yok artık bu kadar da olmaz diye biz de hayret etmeye devam edeceğiz. Çünkü dediğim gibi, bütün tablo, bütün data, bütün doneler elimizde olsa zaten tahayyül edemeyeceğimiz bir durumla karşı karşıya kalırız.
Baskının artmasıyla sokağın hareketlenmesi ihtimalinden endişelenmeli miyiz?
Türkiye hiçbir şey olmadan endişelenmeliyiz. Hiçbir şey olmadan, şu haliyle yeteri kadar endişelenmeliyiz. Türkiye’deki şu tabloyu görüp, işte en son öğretmenlerin çok temel hak talepleri için ortaya, yani bir meydana, sokaklara çıkma, hak talebinde bulunma durumunda nelerle karşılaştığını görüyoruz. Öbür tarafta Kürtlere ölüleri artık torbalarda teslim ediliyor. Hukuksuzluk artık tarif edemeyeceğimiz bir aşamaya gelmiş durumda. Zaten yeteri kadar endişe verici bir tablo var karşımızda ama dediğinizde çok haklısınız. Türkiye’yi değerlendirmede, herhangi bir analizde Türkiye’yi normallikle almamak gerekiyor. Normal olduğu, normal bir işleyişin olduğu, güçler ayrımının olduğu, denge denetim mekanizmalarının olduğu… Bunların hiçbirinin olmadığının farkında olarak başlamak lazım işe. Yani ilk başta şu, ‘Nerede bu savcılar?’a son vererek başlamak gerekiyor. Yani o savcılar yok ve o savcılar olmayacaklar. O savcılar ortaya çıkabilirler mi? O savcıların ortaya çıkması, rejim blokundaki çözülmeyi ölçen emareler olacak ya da rejimin manipülasyon hamleleri olacak. Çok ilginç bir durum var.
“TÜRKİYE’DE BİR REJİM DEĞİŞİKLİĞİ GERÇEKLEŞECEK…”
Nedir söz ettiğiniz ilginç durum?
Türkiye normal değil ve Türkiye’deki hiçbir şeyi normal olmayan bu rejimin gidişinin de normal olacağını hiç düşünmüyorum. Yani anayasanın tarif ettiği usullerle, bu görev, Türkiye’deki rejimin güç değişiminin, koltuk değişiminin gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Bunu söylemekle beraber şu son iki üç ayda görünen ve ortaya çıkan tablo, Saray’ın halen durumu düzeltebileceğine olan inancı, bu bence gayet çarpıcı. Bununla beraber biz şu anda o sizin dediğiniz daha vahim, daha acı, daha sıkıntılı tabloyu şu anda görmememizin sebebi bence bu. Yani halen Saray’da ve rejim bloku içerisinde buna inanan kesim olduğu ama bu anda şunu da söylemek lazım. Yine AKP içerisinde bunun artık kurtarılamayacak noktaya geldiğini düşünen ve söyleyenler de var. O eski Gaziantep Milletvekili, şu anda, yani bir çok insan söylüyor bunu. Bir de böyle bir grup var ama şu anda bence halen, ‘Rusya’dan para getirir hallederiz, EYT’ye bilmem şöyle yaparız hallederiz.’, şu bu böyle olmayacak. Şimdi sorun şu, bunun böyle olmayacağına, bu tablonun geri dönülmez olduğuna yani çöküşün yollarının çok ama istikametinin tek olduğuna yani bu rejim için artık kurtarılabilecek, geriye dönülebilecek, toparlanabilecek bir durum olmadığına, rejimin karar vericileri, en önemlisi de Saray ne zaman kani olacak ve bu kani olduğu an, bunu düşündüğü an da, bir defa bunun zamanı çok önemli, bunu çok panik bir anında yapabilir. Bunu biraz daha erken fark edebilir. Bunu nasıl fark edeceği ve buna nasıl tepki vereceği tabii ki çok önemli bir soru işareti ve bu da artık ne kadar sancılı olacağını belirleyecek. Bir defa şunu ön görmek artık çok zor değil. Türkiye’de bir rejim değişikliği gerçekleşecek. Bu gidemeyecek. Bu rejim bu haliyle gidemeyecek. Şimdi mesela bu dönüşümün, bu değişimin hangi usullerle, hangi mekanizmalarla ve hangi şiddette gerçekleşeceği, nasıl ne kadar türbülansla gerçekleşeceği. Bunu da hep beraber göreceğiz. Bunu şu an kimsenin görmesi mümkün değil bence.
Rejim bir şekilde değişecek… Çokça konuşulan bir tez, 15 Temmuz benzeri bir hamle… Toplumsal kırılma yaratacak böyle bir hamle muhtemel midir?
Bunlara anayasanın tarif etmediği yollar diyorum ben. Bunlarla ilgili envai çeşit beyin jimnastiği yapabilirsiniz ve bunların hiçbirine de kimse olmayacak diyemez Türkiye’de. Türkiye’de, en baştaki tabloya baktığımız zaman tümden ilmik ilmik dağılmış bir mekanizma var ve kendi içinde düşmanlaşmış bir mekanizma var. Öte yandan hem baskıcı hem endişeli bir rejim var. Kaybedeceğini görüyor, görmeye başladığı anda neler yapacağından bahsediyorsunuz. İhtimaller çok açık. Yani dolayısıyla şuna olmaz diyemiyorum. Bence bugün Türkiye’de şu olmaz, bu olmaz dememek lazım. Bu ihtimallerin hepsi, böyle bir mekanizmada, böyle bir rejimde çok mümkün. Peki diyeceksiniz ki bunlar rejimi kurtarır mı? Hayır.
“BATI ERDOĞAN’A KOLTUK GARANTİSİ VERMEZ, AMA PUTİN BUNU YAPABİLİR”
Kendini seçmeni nezdinde ya da Batı’da aklamak gibi bir derdi var mı rejimin, yoksa tek derdi atın üstünde kalmak mı?
Bence o atın üzerinde kalmak. Çünkü zaten Batı’yı ikna etmek, Doğu’yu ikna etmek, burada Putin dışındakiler… Çünkü Putin’le Batı arasındaki fark şu, Batı insanlara, Erdoğan gibi bir lidere koltuk garantisi vermez, veremez ama Putin bunu yapabilir. Bunu verebilir. Bunun Brexit’ten Amerika’daki seçimlere çok örneği var. Görüyorsunuz, Avrupa’daki birçok hükümete sızmış Putin unsurları. Dikkat ederseniz yakın zamanda ilginç bir durum oluyor. Türkiye’deki seçim kampanyası bir nevi yurt dışında yapılıyormuş gibi. Ukrayna’daki billboardlar, işte dünya lideri olduk ama bunun hiçbir karşılığı yok Türkiye’de. Hatta ben şu kadarını söyleyeyim. Çok umut bağladıkları, tırnak içinde, bir Suriye operasyonu var. Ben bunun bile çok karşılığı olduğunu sanmıyorum. Her silahın her zaman aynı etkide olacağını düşünmemek gerekiyor. Bir silah bir kere kullanıldığı zaman etkili olabilir ama bunu artık siz tekrar tekrar kullandığınızda aynı söylemin karşılığı yok. Ben 2020 Kasım ayı itibarıyla bu rejimin geri dönülmez bir şekilde çöküş sürecine girdiğini düşünüyorum. Berat Albayrak’ın istifası sonrasında. Burada tabii dönem dönem iniş çıkışlar olabilir ve maalesef muhalefette de, ‘Bunlar toparladılar, toparlıyorlar.’ gibi bir endişeye yol açıyor bu durum ama görüyoruz ki esas trend devam ediyor ve bu durumu kökten değiştirecek herhangi bir gerekçe yok. Çünkü karar vericilerde herhangi bir değişiklik yok. Karar verme mekanizmalarında herhangi bir değişiklik yok. İktidarın yapısında bir değişiklik yok. Dolayısıyla sonuçta bir değişiklik olmasını düşünmemiz çok gerçekçi değil.
“ERDOĞAN İÇİN SANDIK YOLUYLA BİR ÇIKIŞ YOK, KALAN SENARYOLARI DÜŞÜNELİM”
Toparlanma ihtimali yok mu sizce Erdoğan rejiminin?
Ben açıkçası bu dönemin son iki yılında, attıkları her adımın çok kısa sürede ayaklarına dolandığını, rejimin ayağına dolandığını görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kendi lehine durumu değiştirecek herhangi bir adım atamıyor rejim. Ne yapsa, hani o çok yavaş da olsa istikrarlı aşağı gidişi çeviremiyor rejim. Şu anda da büyük bir çaresizlik içerisinde, işte Ukrayna’yla Rusya arasında şöyle, ‘Yok efendim Bayraktar satıyoruz, yok işte Amerika bilmem şununla görüştük, yok Avrupa’da böyleyiz.’. Baktığınız zaman da bunun artık Türkiye’de bir karşılığı yok. Türkiye’de uzun zamandan beri durum böyleydi. Şu anda daha da net böyle. Türkiye’de Erdoğan için sandık yoluyla bir çıkış yok. Kalan ihtimalleri, kalan senaryoları düşünelim. Erdoğan sandıktan çıkamaz. Aslında rejim içerisinde ikili bir durum söz konusu değil mi? Bir yanda muhalefet alanı var. Muhalefet de parçalı ama en azından saraydan baktığımız zaman bir muhalefet alanı var. Bir de rejimin alanı var. Bu bir alan. İkinci alansa, rejimin içindeki kapışma alanı. Rejimin en başta da söylediğimiz sonu gelmeyen iç çekişmesi hatta iç savaşı. Dolayısıyla şimdi önümüzdeki tektonik hareketlerin ne kadarı yatay ne kadarı dikey olacak onu göreceğiz. Ne kadarı saraydan, rejimden muhalefete yöneleni, topluma yöneleni, Türkiye’ye yöneleni diyebiliriz artık, ne kadarı rejim içerisindeki patırdama, rejim içerisindeki kapışma, rejim içerisindeki diyelim ki itişme olarak ortaya çıkacağını bunu göreceğiz. Bunun ben sonuna kadar bütün unsurlarıyla rejim blokunun bir bütün olarak davranacağı varsayımını sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Askeri operasyon milliyetçi oylar değil seçimin ertelenmesi için yapılabilir deniyor. Peki ‘Akşam eve nasıl ekmek götüreceğim?’ endişeleri olan büyük kitle için ne diyebilirsiniz?
Çok önemli birkaç şey söylediniz. Birincisi, Suriye vs gibi rejimin şu anda acil ihtiyacı olan şey, biz de akıl vermiş gibi olmayalım ama, bir yapay olağanüstülük. Bu yapay olağanüstülük, ben erken seçim ihtimallerine çoktan uzağım. En erken seçim tarihi olarak Haziran 2023 diyorum, en erken. Altını çizmek istiyorum, en erken 2023 diye düşünülmeli. Burada ben komplo teorisi falan üretmiyorum. Şunu söylemeye çalışıyorum. Rejimin bu halde seçime gitmeyeceğini görüyorum. Bu, dediğim gibi Kasım 2020 itibarıyla Türkiye’de artık, Saray’da da hissediliyor, görülüyor. Böyle bir ihtimal vermiyorum.
“REJİM TÜRKİYE’Yİ RUSYALAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR AMA TÜRKİYE, RUSYA DEĞİL”
Seçimle ilgili şunu söyleyeyim. Seçim doğrudan iktidarı hemen otomatikman değiştirmeyebilir veya buna bir direniş olabilir ama seçimi küçümsememek gerekiyor. Seçim bu rejimin destabilize edilmesinin çok önemli aracı olmaya, sandık bunun çok önemli araç olmaya devam ediyor. Bununla ilgili çok önemli bir örnek var elimizde, İstanbul seçimleri. İstanbul seçimleri sonrasında aldığı darbelerden bir türlü kurtulamadı rejim, yani iyileşemedi. Dolayısıyla bütün bunlara rağmen, Türkiye’deki rejim Türkiye’yi Rusya’laştırmaya çalışıyor ama henüz daha Türkiye, Rusya değil. Henüz daha Türkiye, Rusya değil.
Seçimin ertelenmesinin daha zarar vereceğini hesaplıyor olabilirler mi?
O kadar rasyonel düşündüklerini, o kadar hesaplı düşündüklerini sanmıyorum. Çünkü bütün yapılıp edilenlere baktığınız zaman, çok anlık ve bildiğimiz şeyleri yapıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Her kriz olduğunda hiç yeni bir şey yok. Bugün hala öğretmenlere çapulcu, başka bir şey deniliyor. İki üç tane dini referans, hani orijinal, yaratıcı bir durum da yok bakın rejim tarafında. Ne stratejik bir duruş var ne orijinal, yeni bir yaratıcı bir söylem, uygulama var. Ellerinde tabii çok önemli güçler var. Devlet gücü var. Çaresiz, radikalleşmiş ve endişeli bir elit var. Bunlar tehlikeli kombinasyonlar şüphesiz. Ekonomik kriz vs bunlar tehlikeli kombinasyonlar ama beraberinde çok rasyonel davranan, çok ince hesaplarla davranan bir elit olduğunu sanmıyorum. Şimdi diyeceksiniz sokaktaki vatandaş… Bütün bu kötümser tabloda bence iyimser olmamıza neden olacak bir nokta olmuş olabilir. O da şu, Erdoğan kimsenin yapamadığını yaptı aslında. Erdoğan Türkiye’deki ceberut devlet yapısını hücre hücre çökertti. Yani şu anda baktığınız zaman, orduyu çözdü, istihbaratı çözdü. Çözdü derken yapı sökümüne uğrattı. Yani dağıldı ve yerine kurumsal olamayan, bir fonksiyon var ama kurum yok. Kurumsal bir fonksiyon diyelim. Bir nevi sanki hatta bağımsızlığını ilan etmiş vücuttaki organlar gibi düşünün, fonksiyon üzerinden. Hatta birçoğu fonksiyon kaybına bile uğradı. Mesela hukuk sistemi gibi. Çok örnekleri de var bunun.
“ENKAZ BİLE DİYEMEYECEĞİM, KARŞIMIZDA DEVLETİN MOLOZ YIĞINI VAR”
O şekilsiz yapıyı da yönetebilecek bir tek güç kalıyor, otorite. Daha otoriter olduğunuz takdirde…
Evet evet. Dolayısıyla bizim karşımızda artık devletin enkazı bile diyemeyeceğim, devletin moloz yığını var. Anlatabiliyor muyum? Hani bir enkaza bile dönüşememiş bir yığın var karşımızda. Şimdi buradan bir ihtimal var ki Türkiye’de, tarihinden de ders alarak yeni bir Türkiye inşa etmek. Bu Türkiye’nin inşasıyla o en geniş kesimleri özellikle bugüne kadarki Türkiye’nin kaybedenlerinin lehine bir yeniden yapılanma. Kaldı ki bu yeniden yapılanma bence belli biçimlerde yapılırsa Türkiye’nin tamamına huzur, Türkiye’nin tamamına refah getirecek bir şekil alabilir. Türkiye’de çok acil ihtiyacımız olan şey, devletin başındakilerin denetlenebilir olması, güçlerinin sınırlanabilir olması, Türkiye’de çok acil ihtiyacımız olan şey ademimerkeziyetçilik. Türkiye’de çok acil ihtiyacımız olan şey, insanların kendi bölgeleriyle ilgili, kendi seçimleriyle ilgili kararları kendilerinin verebileceği bir sistem kurmak. Türkiye’de çok acil ihtiyacımız olan şey, sandığı işlevsel hale getirmek. Gerçekten karar vericileri seçen sandıklar kurmak. Böyle olduğu zaman belki Türkiye işte bütün bu kötülükten, bütün bu çekilen sıkıntıdan iyi bir sonuç çıkarabilir.
“SOKAKTAKİ ÖFKE HER GEÇEN GÜN BÜYÜYOR, BU KENDİ BAŞINA KIYMETLİ”
Böyle bir ihtimal neden olmasın? Varsa, olacaksa böyle bir ihtimal şu anda var. Çünkü gerçekten karşımızda bir yıkıntı var ve yeni bir şey yapılacak. Bunun başka bir çaresi yok ve ayrıca şunu da görmek gerekiyor. Sokaktaki öfke her geçen gün büyüyor. Dönmüyor. Bunun kendisi kendi başına kıymetli bence. Burada mesele, muhalefetin üzerine düşen tek şey bu bence. Tek düşen nokta bu. Yani burada bugün şunu söylememiz doğru değil. Muhalefet çok iyi siyaset yaptığı için Erdoğan geri gitmiyor. Erdoğan kendi kendisini yiyen bir mekanizma kurduğu için gidiyor. Kendi kendisini eriten, kendi kendisini tökezleten bir mekanizma kurduğu için Erdoğan rejimi gidiyor. Şu anda eğer muhalefet iyi bir şey yapacaksa, iyi bir Türkiye lehine, Türkiye için hayırlı bir siyaset yapacaksa, o öfkeyi böyle agresif milliyetçilikler, fanatik ideolojiler vs değil, gerçekten Türkiye’nin bütününün yararına olacak yerlere kanalize etmelidir. Dolayısıyla bir umut varsa yani bütün bu kötülük içerisinde, çok da kötümser bir tablo çizmeyelim, böyle bir ihtimal olduğunu da teslim edelim.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***