Seçim yaklaşırken, daha önce ilan edilmiş Cumhur ve Millet ittifaklarının yanına yenisi eklendi: Emek ve Özgürlük. Böylece cumartesi gününe kadar (CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bütün çabalarına rağmen) iki sağcı blokun kapışması görünümüne bürünen seçim yarışının üçüncü aktörü resmen sahne almış oldu. İlk iki blokun daha isimlerinde bariz biçimde görünen sağcı “iki Türkiye”nin yanındaki kulvarda yerini alan bu üçüncü blok, bir iki eksik ile “sol Türkiye”yi temsil etme iddiasında.
DÖRT KRİTİK NOKTA
Bu iddia hem ortak bildiride hem de ittifaktaki altı parti yöneticilerinin konuşmalarında da kendisini gösteriyordu:
1- Ekonomiyi sadece iktidardakilerin ahlaki yozluğu ve beceriksizliğine bağlamak yerine sınıfsal bir perspektifle ele almak ki ismindeki “emek” bunu vurgulamak için zaten. Doğal olarak yoksulluk vurgusu yapılırken yoksulları etkili failler olarak görmeme tutumunu baştan reddetmesi de ittifakın önemli yanlarından biri.
2- Hukuki durumu sadece iktidarın otoriterliğiyle değil eşit ve hak sahibi yurttaşlık fikriyle ele almak ki ismindeki “özgürlük” bunu vurgulamak için zaten.
3- İnanç meselesini basit bir “dini istismar/gerçek İslam/hoşgörü” retoriğine yaslanarak ele almak yerine laiklik vurgusu, düşünce, inanç ve fikir özgürlüğü ile eşit yurttaşlık (Alevileri ismen zikrederek) bağlamında görmek.
4- İttifakın özellikle bu seçim için en önemli yanı ise (elbette bekleneceği üzere) Kürt meselesinde karnında konuşmak yerine “Türkiye’nin en köklü sorunlarından biri” olarak tanımlayıp, açık bir çerçeve ortaya koymak:
“Demokratikleşme ile doğrudan bağlantılı ve iç içe geçmiş olan Kürt sorununun çözümü için inkâr ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı bir çözüm için adım atılması gereklidir. Savaş politikaları, silah ve çatışma yöntemleri yerine, diyalog ve müzakere seçeneklerinin kendini tarihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu aşikârdır.”
KÜRT SEÇMEN
Böylece üçüncü ittifak bir yandan oy avcılığından çok tüm yurttaşlarla birlikte politika üretme yolunu seçmiş görünüyorken, öte yandan ilk iki ittifak arasındaki özellikle cumhurbaşkanlığı yarışında son derece kritik bir önem taşıyan Kürt meselesi ve Kürt seçmenin oyları konusunda etkili bir merci olma arzusunu da açık biçimde ortaya koymuş oluyor.
İktidar bloku olarak Cumhur, Kürt seçmenin HDP etrafında kümelenen kesiminin oylarını hiç istemiyor gibi görünürken, aynı oylara ihtiyacı olduğunu çok iyi bilen ana muhalefet bloku olarak Millet, barış, siyasal çözüm, savaş karşıtı politikaları hiç dillendirmeden yol almaya çalışıyor, yani bir tür oy duasına çıkmış gibi davranıyor. Bu haliyle iki büyük blok da Kürt seçmen konusunda bir tür “Rus ruleti” oynuyor. Cumhur’un kumarı, Türkçü/İslamcı bloku alabildiğine güçlendirecek biçimde hareket etmek iken, Millet’in kumarı Kürt demeden Kürt oylarını alma arzusuyla şekilleniyor.
ELAZIĞ VAKASI VE BAKANLIK TARTIŞMASI
Bu karşılıklı konumlanma kendisini en son Kılıçdaroğlu’nun Elazığ ziyareti sırasında gösterdi. İktidar bloku elinden çıkma saldırgan afişler, Millet ittifakının Kürt oylarına talipliğini Türkçü/İslamcı perspektifle Kılıçdaroğlu aleyhine kampanyaya çevirme istedi. Kılıçdaroğlu’nun Demirtaş’lı afişin önünde verdiği fotoğraf oyunu görüp rest çekme anlamına geliyordu kuşkusuz fakat aynı zamanda saldırı/savunma refleksinden ileri bir politika sunmamanın handikaplarını da taşıyordu. Devlet Bahçeli’nin aynı fotoğraf nedeniyle çok öfkelenip “zamanı gelince” Kılıçdaroğlu’nu cezalandırma tehdidi savurması ise iktidarın Kürt ruletine karşı cesur karşı hamlelerin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyordu.
Bu ruletin bir başka sahnesi ise Gürsel Tekin’in “HDP’li bakan olabilir” lafıyla kuruldu; fakat bu sefer rulet sadece iktidar/muhalefet arasında değil, Millet ittifakının ikinci büyük partisi İYİ Parti ile CHP arasında söz mermilerinin gidip geldiği bir hale büründü. Bakanlık tartışması, Millet ittifakı içinde bir Kürt kompleksi bulunduğu aşikar gerçeğini tekraren teyit etmiş oldu.
SAĞ POLİTİKALARA DENGE
Bu hatırlatmaları şunun için yapıyorum: Üçüncü ittifak, Cumhur/Millet kapışmasında bir tür kumara dönüşen Kürt meselesini, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi için açık ve hesaplanabilir bir forma büründürme gücü ve imkanına sahip. Özellikle, Kılıçdaroğlu yerine başka adayları öne çıkarma hevesleri kısa vadede dinecek gibi görünmüyorken ve bu hevesler tam da iktidarın arzuladığı Türkçü/İslamcı stratejilerin etkisini güçlendirme potansiyeli taşıyorken, Emek ve Özgürlük İttifakı Millet blokunun sağa çekme eğilimini dizginleme rolü üstlenebilir.
HDP’nin daha önce açıkladığı demokratik tutum belgesi ve ittifakın geçen cumartesi günü açıkladığı bildiri ile bileşenlerin liderlerinin sözleri, eğer cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürt seçmenin oyunu istiyorsa Millet ittifakı için de önemli bir yol haritası niteliği taşıyor. Elbette haritayı uygulayacak değil Millet ittifakı; fakat hem cumhurbaşkanı adayını belirleme sürecinde ve hem de bütün seçim sürecinde Kürt meselesini sadece Cumhur ittifakı ile oynanan bir kumar olarak kalmasının sakıncalarını bu yol haritasını dikkate alarak aşabilir ancak.
Sözün özü, üçüncü ittifak olarak Emek ve Özgürlük, Cumhur ve Millet ittifaklarının terazisinde tali bir ağırlık olmanın ötesinde bir değer taşıyor esasen. Çünkü mesele sadece Erdoğan’a karşı belirlenecek adaya oy verme meselesi değil, seçimden sonra nasıl bir Türkiye oluşacağı meselesi aynı zamanda.
Erdoğan ve Bahçeli’nin inşasını sürdürdüğü rejimin Kürtsüz Türkiye/HDP’siz siyaset formülüne karşı, Kürtler dahil bütün etnik/inançsal ve cinsiyet kesimlerinin eşit yurttaşlar, HDP dahil bütün partilerin seçmen iradesi ile yerini aldığı güçlü parlamento ise istenen, öncelikle rejimin dışlayıcı mantığına teslim olmadan yol yürümek gerekir. Üçüncü ittifak hiç yokmuş gibi hareket etmek, daha baştan Erdoğan/Bahçeli Türkiyesine razı olmak anlamına gelir. Kürtleri, “güçlendirilmiş” parlamenter sistemin inşasına davet etmek için kumar oynar gibi davranmaktan başka yollar olması gerektiğini herkesten önce muhalefet görmezse, bizim 2023 seçimin değil, 2028 seçimini konuşmaya başlamamız gerekir.
Emek ve Özgürlük ittifakına düşen ise “sol Türkiye” iddiasına uygun biçimde yürüteceği çalışmalarla blokun dışında kalan ama blokun hedefleriyle ortaklaşma potansiyeli bulunan aktörlere ve seçmenlere doğru genişleme başarısını göstermek olacaktır.
NOTLAR
1 – “Bir iki eksik” derken küçümseme anlamı çıkmasın, Sol Parti ve TKP gibi devrimci solda bulunma iddiasını taşıyan yapıların üçüncü ittifakta yer almamaları onları otomatik olarak “üçüncü Türkiye/sol Türkiye”nin yani demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesinin dışına elbette atmıyor. HDP gibi parlamentoda üçüncü büyük grubu kuracak kadar kitleselmiş bir partinin yer aldığı ittifak varken bu partilerin ne önemi var diyenler yanılır; önümüzdeki seçim tek bir oyun bile önemli rol oynayacağı kadar kritikse ittifakta olsun olmasın bütün yapıların oynayacağı ciddi rollerin bulunduğunu kabul ve umut etmek gerekir. Demokrasi ve Özgürlük İttfakı’nın Haliç Kongre Merkezi’ndeki açıklamaları sırasında bu partilere yönelik dile getirilen çağrılar, “Biz çağırdık gelen gelir” kolaycılığına değil, ittifakın büyümesi arzusuna delalet olarak alınmalı.
2 – Emek ve Özgürlük ittifakı, “Türkiyelileşme” tartışmasına da bir cevap gibiydi. Elbette Selahattin Demirtaş’a değil, Türkiyelileşme derken “Türkleşme”yi (hatta, kast eden (başta iktidar bloku olmak üzere) herkese bir cevap. Türkçü ve İslamcı jargonlara dayalı, kutuplaştırıcı ve eşitlik fikrine hiç yanaşmayan, dışlayıcı, yurttaşları birlikte politika yapılacak failler olmak yerine, üzerlerinde planlar yapılan, ihsan, inayet, hoşgörü kalıplarıyla yaklaşılan nesneler olarak gören politik anlayışlara karşı, tüm toplum kesimlerini ilkeler ve programlar çerçevesinde ortaklaşmaya davet eden ittifak, asıl Türkiyelileşmesi gerekenin iktidar blokunun tamamı ile muhalefet bloku içindeki bazı aktörlerin olduğunu ortaya koyuyordu.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***