Avrupa’da bilimsel devrimin temelleri 16. Yüzyıl’da Kopernik ile atılır, Danimarkalı gökbilimci Tycho Brahe ile güçlenir ve onun bilimsel mirasını bıraktığı Kepler ile de pekişir.
Astronomi, yeni dönemin kilit taşıdır.
xxxxxx
Osmanlı İmparatorluğu’na ise bilimsel astronomi, Fatih Sultan Mehmed’in 1450’lerde Semerkand doğumlu Ali Kuşçu’yu davetiyle ilk adımını atmıştır.
16. Yüzyıl’a gelindiğinde Osmanlılar’ın en büyük astronomi bilgini, ülkenin ilk ve tek rasathanesini inşa eden mucit Takiyuddin Efendi’dir.
Gökbilimci, mühendis, matematikçi, mekanik bilimci ve Osmanlı’nın en önemli astronomlarından Takiyuddin Efendi, VIII. Yüzyılda Suriye’ye yerleşmiş bir Türk ailesinin oğludur… 14 Haziran 1526’da Şam’da doğmuş, Mısır ve Şam’da yetişmiştir.
1550 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a gelmiştir.
Mekanik saatler, güneş saatleri yapmış; göller, ırmaklar ve kuyulardan su çekmekte kullanılan çeşitli araç gereçlerle kaldıraçlar tasarlamıştır.
xxxxxx
Takiyüddin Efendi, İstanbul’a gelir gelmez gözlemevi kurma arzusunu gerçekleştirmek üzere dönemin önemli bilginleriyle temasa geçer, bu isteği Vezir Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin tarafından desteklenir.
Padişah 3. Murad’ın da desteğini kazanarak 1571 yılında baş astrolog yani müneccimbaşı olarak atanır.
III. Murad’a, Fas doğumlu matematikçi ve astronom Nasireddin Tusi’nin ünlü eseri “Zic-i İlhani”deki astronomik gözlemlerin ve hesapların eskidiğini belirten bir raporun sunar…. Rapor, Divân’a götürülerek onaylanır.
Ertesinde Padişah’dan rasathane kurma izni koparır.
xxxxxx
Galata Kulesi’nde başladığı çalışmalarına, daha sonra inşası 1575 yılında biten bu rasathanede devam eder.
Ciddi bir tahsisatı ve 16 kişilik bir ekibi olduğu söylenir.
Takiyuddin Efendi’nin rasathanede araştırma ve gözlemler için gerekli bütün aletleri yaptığı ya da temin ettiği gibi bir de kütüphane oluşturduğu bilinmektedir.
Tophane’de kurulduğu söylenen İstanbul Rasathanesi o yüzyılın en önemli gözlemevlerinden biridir.
xxxxxx
1577’nin Kasım ayında, İstanbul semalarında ünlü 1577 kuyrukluyıldızı gözlemlenir.
Takiyüddin, kuyrukluyıldız vesilesiyle kehanetlerde bulunur ve bu olayı iyi haberler müjdeleyicisi olarak yorumlayarak, Sultan Murat’a İranlılara karşı başarılı olacağını söyler.
Ancak iyimserliğinin tam aksine bir veba salgını baş gösterir… Bir de büyük deprem yaşanır.
Ortaya çıkan felaketler nedeniyle gözlemevinin muhaliflerinin sayısında da bir hayli artış olur.
Zaten Takiyuddin Efendinin dönemin Şeyhülislamı ve tutucu tarikat çevreleri ile yıldızı pek de barışmamıştır.
xxxxxx
Özellikle depremi fırsat bilen Şeyhülislam Kadızade Ahmed Şemsettin (1512-1580) Efendi ve ona bağlı tarikat çevreleri, depremden Takiyuddin Efendi’yi ve rasathanesini sorumlu tutarlar.
Padişaha bir rapor sunan Şeyhülislam, “gözlem yapmanın uğursuz, feleklerin esrar perdesini küstahça öğrenmeye cüret edenin akıbetinin meçhul olduğunu” söyler.
“Eğer bir memlekette, güneşin, ayın, yıldızların ve gezegenlerin konumlarının astronomik hesaplamaları için kullanılan parametreleri tablo haline getiren İslami bir astronomi kitabı hazırlanacak olursa, o memleketin mamur iken harap hale geleceğini ve devletin binalarının zelzele ile yıkılacağını” bildirir.
Halk arasında yayılan söylentilerde de Takiyuddin Efendi’nin rasathanesinden Cennet Meleklerini dikizlediği ve bu uğursuzluk yüzünden depremler oluştuğu iddia edilir ve isyan çıkar.
xxxxxx
İsyanın büyümesinden çekinen padişah 3. Murad, Takiyuddin’in Rasathanesinin denizden topa tutularak yıkılmasını emreder.
Bu emir sonrasında rasathane 21 Ocak 1580’de Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından denizden top ateşiyle yıkılır.
Muhtemelen, Hoca Saadettin Efendi sayesinde hayatını kurtaranTakiyüddin Efendi bu olaydan beş yıl sonra ölür. Yaşamının sonuna kadar kendi olanaklarıyla astronomi çalışmalarını sürdürür.
xxxxxx
Tarihler, Padişah III. Murat tarafından görevlendirilen Müneccimbaşı Takiyüddin Efendi öncülüğünde İstanbul Rasathanesi’nin 19 Eylül 1575 tarihinde açıldığını yazar…
Bugün bu açılışın yıl dönümüdür…
xxxxxx
Kendi kurduğu ilk rasathaneyi denizden topa tutarak yıkan bir ülkeyiz…
Aradan geçen bunca zamandan sonra bugün hala o geçmişi hatırlatan utanılacak tuhaflıklar yaşıyoruz.
Okur yazar tahamülsüzlüğü, nitelikli her şeye kin ve nefret, Boğaziçi gibi bir üniversiteyi boğmak, basın ve ifade hürriyetini kezzaplamak, şarkılara türkülere, festivallere kör düşmanlık, Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi’nin ve onun gibilerin torunlarına bırakmış olduğu zehirli bir miras mı acaba?
İnsan ister istemez merak ediyor…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***