Türkiye ekonomisi sancılı bir süreçten geçiyor, artan enflasyon beraberinde ciddi yoksulluk getiriyor. Seçim sürecine girilmişken iktidardan acıyı hafifleten pansuman adımları geliyor. Peki muhalefet partileri ne yapıyor? Ekonomik krize çözümleri ne? Enflasyonla nasıl mücadele edecekler? Yoksulluğu nasıl azaltacaklar? Konut krizine çözümleri ne? Emeklilikte yaşa takılanlar için ne düşünüyorlar? İşsizliğe çözümleri ne olacak?
Bu soruları Türkiye’de iktidar olmaya aday partilerle + Gerçek’te haftalık olarak konuşacağız. İlk konuğumuz Gelecek Partisi ekonomi kurmaylarından Kerim Rota.
Gelecek Partisi’nin ekonomi programını incelediğimizde enflasyonist mücadele yapılacağını söylüyorsunuz. Ne anlamamız gerekiyor bu enflasyonist mücadeleden?
Enflasyon mücadele merkez bankasının temel tek görevi. Bizim enflasyonla mücadeleden anladığımız aslında Türkiye’nin yüzde 5 ve altında enflasyona kalıcı olarak geçmesi ve sürdürülebilir yüzde 5-6’lık enflasyon. Enflasyon 1965’ten beri düzgün ölçülüyor. 1966-68 arasında düşük enflasyon olmuş ancak o zamandan beri bu hiç gerçekleşmemiş. O zamandan bu yana hiç gerçekleşmemiş. Türkiye 1970’lerden sonra yüksek enflasyon patikasına oturdu. Şimdi de aynı risk var. Yüzde 20’den yüzde 80’e çıkan enflasyon tehlikeli. Buna dur demezseniz iş daha kötü yerlere gider.
“OCAK AYINDA SEÇİM EKONOMİSİNE GEÇİLMESİYLE BERABER ÜÇ HANELİ ENFLASYONU GÖREBİLİRİZ”
Tehlikeli bir patikadayız diyorsunuz, yani üç haneli enflasyon görür müyüz?
Evet, bu anlayışla görürüz. Zaten üretici fiyatlarında de gördük. Gelecek ocak ayından seçim ekonomisi güdülecekse bunu görmememiz için sebep yok. O nedenle biz enflasyonu temel ekonomik meselelerden biri olarak gördük, programda da yer verdik. En önemli ayak para politikası, sonra maliye politikası.
Peki ne yapacaksınız bu ayaklarda? Örneğin para politikası cephesinde faiz artışı beklemeli miyiz?
Evet, mutlaka beklemeniz lazım, bir faiz artışı gerekiyor. Ancak şunu belirtmeliyim, faiz artırmak demek, Türkiye’de uygulanan faizlerin artışı anlamına gelmeyebilir. Şunu kast ediyorum: Şu anda Merkez Bankası faizi yüzde 12. Merkez Bankası faizi 12 iken kredi faizleri iki hafta önce 40’lardaydı. Merkez Bankası’nın itibarlı olması, kendi faiziyle orta ve uzun vadeli faizi etkilemesi ve kendi politika faizi etrafına tüm faizlerin şekillenmesini sağlar. Bu yapılamadığında istediğiniz kadar “ben faizi düşük tutuyorum” deyin toplumu vatandaşı yüksek faize mahkum ediyorsunuz.
“İKTİDAR OLDUĞUMUZDA EN AZ YÜZDE 10’LUK BİR FAİZ ARTIŞI YAPACAĞIZ”
Buradan devam edelim, diyelim ki bugün seçim oldu ve siz parti olarak ekonomiyi devraldınız. Şu an faiz yüzde 12. Ne kadarlık bir artış yaparsınız?
10 puanlık bir faiz artışı bence yeterli olur, yani yüzde 22-25 düzeyi. Burada şöyle bir ilginç nokta var. İtibarlı Merkez Bankası ve itibarlı hükümetlerle ancak bu seviyede tutulabilir. Bugün örneğin AKP faizi yüzde 25’e çıkarsa da enflasyon konusunda aynı başarıyı elde edemez. Bunun için iyi bir toplumsal uzlaşı ve kredibiliteyle gelmesi gerekiyor. Ardından topluma mesaj vermemiz lazım. İki yıl sonra enflasyon beklentilerine bakmak lazım, o da yüzde 25’lerde olacaktır. İşte bu, ancak belirttiğim seviyede bir faiz artışıyla bu sağlanır.
“TEK HANELİ ENFLASYON İÇİN EN AZ İKİ YIL GEREKLİ”
İktidardasınız ve faizi artırdınız. Enflasyonu da şu anki haliyle devraldınız yani yüzde 80. Hedeflemeniz ne olacak bu durumda?
Yüzde 80’ele aldığımızı varsayıyorsak, bence tek haneye gidebilmek için en az iki seneye gerekiyor. Geçen yıl bu zaman bunu konuşuyor olsaydık çok rahat bir yıl derdim. Geçen yıl bu zamanlarda yüzde 18 enflasyonla bunu konuşuyor olurduk. Bu iki yılın ilk yılı toplumsal uzlaşıyı toplamakla geçebilir.
Hükümet faiz artışının gerekçesi olarak ihracatta Çin modeli dediği ve liranın değer kaybına dayanan modelle gitmişti. O zaman bu model terk edilecek , peki ihracat ne olacak?
Şu anki ekonomi yönetiminin uyguladığına model demek iltifat olur, buna girişim diyorum ki çoktan başarısız oldu. Bu aslında 21 Aralık’ta, Kur Korumalı Mevduat Hesabı’nın (KKM) ilanıyla başarısız oldu. Bu başarısız politikaya bir devlet garantisi verildi, onunla bu günlere ülke taşındı. Değindiğim, faiz artışı, güven artışını sağlayacak, ardından yabancı sermaye girişi olacak, yani Türkiye’ye birkaç sene nefes aldıracak bir dönem. İhracattaki duruma bakarsak, Türkiye ucuz ve katma değeri olmayan bir ihracat yapıyor. Rekabetçiliğini kaybediyor. Kur bu kadar artmasına karşın ÜFE ile bakarsak reel kur endeksi 2021’in başından daha geride. Şu anda ihracatçının rekabetçiliği kalmadı. Kurun yüzde 30-35 artacak ki geçen yılın 21 Aralık seviyesine gelebilsin.
“KKM YÜZDE YÜZ YANLIŞ BİR ADIMDI, HEMEN KALDIRILMASI LAZIM”
Model KKM ile çöktü dediniz. Hem siyasi partiler hem ekonomi uzmanları arasında KKM ile ilgili tartışmalar var. Destekleyenler kadar karşı çıkan da var. Siz ne diyorsunuz, KKM yanlış bir adım mıydı?
Yüzde yüz yanlış. KKM’nin hemen kaldırılması lazım. Bu kadar döviz girdi, bu KKM kaldırırsanız bu döviz talebine neden olur ve kuru artırmaz mı diyeceksiniz? Aslında burada şuna dikkat etmek gerekiyor, bir hükümet değişikliği kredibilite artışıyla beraber Türkiye’ye gelen yabancı sermaye ve yerli yatırımcıların da Türk lirasına güven duyduğu dinamik yaratacak. Ben hemen kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Tabii tek başımıza iktidara geldiğimizi varsayarak hemen kaldırılmalı zamana yayılması tehlikeli olur. Hemen derken vadesi gelenler beklenir ama bir politika olarak tarih belirlenir o tarihten sonra KKM kalmaz.
Ekonomi konusunda üstünde durulması gereken bir nokta da ücretler. Ücretlerin yetersizliği öyle bir seviyeye vardı ki hükümet asgari ücreti temmuzda artırmak durumunda kaldı. Programınızda asgari ücretin insani bir seviyeye çekilmesinden bahsediyorsunuz. Ne demek bu, ne yapacaksınız asgari ücreti?
Türkiye’de şöyle bir sorun var: herkesin asgari ücretlileşmesi. Ama daha önemli sorun, ortalama ücretin de asgari ücrete yakınsaması. AKP 2002’de iktidarı devraldığın ortalama ücret iki asgari ücrete denkti. Şimdi ortalama ücret 1,2 civarında bir asgari ücrete denk geliyor. 2022 rakamları açıklanınca 1,1’e kadar gerileyecek. Dahası asgari ücretin kendisi de eriyor, veriler de bunu teyit ediyor. Emeğin aldığı pay düşüyor. Ama aslında güç gücünde düşüş olmuyor. Şirket karlarında artış var, ama onu açıklayacak kadar değil. Açıklayacak olan ortalama ücreti yakınması.
“TÜRKİYE’DE VERGİ TEŞVİKLERİ VE İSTİSNALARI TOPLANAN VERGİLERİN DÖRTTE BİRİ”
Bu noktada bazı ekonomistler, şirketlerin kârlarını gündeme taşıdı. Şirketlere dönük vergileri konuşuluyor. Sizin programınızda da var. Vergi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Biz baştan aşağı vergi sisteminin değiştirilmesini ya da bir vergi reformunun açıklanması gerektiğini düşünüyoruz. Vergi reformunu tek başına açıklamak yeterli olmaz. Bir ekonomi programının, aynı Kemal Derviş döneminde yapıldığı gibi, tek günde tek seferde açıklanması gerektiğine, ondan sonra da şeffaf bir şekilde toplumun bunu takip edeceği bir modele ihtiyaç var. Vergiyi ilan ettiğiniz gün, kayıt dışıyla mücadele, para politikası, istihdam politikasındaki reformu aynı gün açıklayacaksınız ki hepsi birbirini tamamlasın.
Türkiye’de vergi teşvikleri ve istisnaları toplanan vergilerin yüzde 25’i. Türkiye 4 lira vergi toplamak için yola çıkıyor ancak sene başında bunun 1 lirasından vazgeçiyor, üstelik bu şeffaf biçimde açıklanmıyor. Bazı şirketlere mi yoksa gerçekten gerekli olan kalemlere mi gidiyor belli değil. Örneğin engellilerin ÖTV ödemeden araç alması da bu teşviklerin içinde. Ama üç beş firmaya verilen büyük teşvikler de içinde veya Akkuyu Nükleer Santrali’ne verilen teşvik de bunun içinde. Biz bu yüzde 25’in bir plan çerçevesinde yüzde 5’e indirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. O yüzde 5’i de doğru yere verip onu da verimli takibini düşünüyoruz. Aslında 25 fena bir oran değil, hatta vergi teşviki için yüksek oran. Ancak Türkiye buradan gerçekten de bir katma değer elde etmiyor. Yani vergi istisnalarının yeniden düzenlemesiyle bir vergi artışı geliri olacak mutlaka. Bunu yaparken kayıt dışıyla mücadeleyi de ayakları yere basacak şekilde açıklamak gerekiyor. Bu aslında Türkiye’nin kamu kaynaklarını artıracak. Ancak bunu yaparken de sosyal yardım ya da emeklilikte yaşa takılanlar politikasını açıklamanız gerekiyor ki bunlar birbirini desteklesin.
“EYT BİR ERKEN EMEKLİLİK TALEBİNDEN ÖTE YOKSULLUK SORUNU”
EYT dediniz, parti programınızda da bu vardı. Oradan devam edelim, hükümet de seçimle beraber “bu konuda çalışmam var” dedi. Siz ne yapacaksınız EYT ile ilgili?
EYT dernekleriyle çalıştık, bağımsız bir araştırma kuruluşuna da EYT’liler ilgili bir araştırma yaptırdık. Hükümet emeklilikte yaşa takılanların durumu ve kaç kişi olduklarını açıklamıyor. Orada da şeffaf değil. Dernekler de ancak tahmin yürütüyor yalnızca. Verilere dayalı bir çözüm sunduk. EYT, bir erken emeklilik talebinden daha öte bir yoksulluk sorunu. İstihdam piyasasının böylesine daralmışken, gençler dahi işsizken, 45-50 yaşındaki insanların bir daha istihdam piyasasına katılmasının zor olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Üç kademli bir öneri sunduk. Bu öneriyle milli gelirin binde sekizi kadar her yıl bütçeye ekstra yük binecek, ancak bu 6-7 yıllık bir dönem için geçerli. Ondan sonra sıfırlanacak. Aslında EYT sorunu bir ‘curve’ sorunu . 2024-2025’te zaten emekli olmaya hak kazanacaklar ve bu bitecek. Aslında milli gelirin binde 8’i bugün itibariyle sene başındaki bütçe olarak 100 milyarlık bir rakam. Böylece sorun kökünden çözülecek. Bütçe kaynağı yaratılacak, SGK’dan herhangi bir kaynak çıkmayacak.
“SİYASİ PARTİLERİN İŞSİZLİK ORANLARINI DÜŞÜRECEĞİZ DEMESİ ÇOK ZOR”
İşsizlik cephesine dönersek, programınızda tam istihdamdan bahsediyorsunuz. Ancak iktidara geldiğinizde faiz artışı yapacağınızı söylemiştiniz, bu durumda ekonomik küçülme yaşanma ihtimali yok mu? Buysa işsizliği artıracaktır, o zaman tam istihdam nasıl sağlanacak?
Aslında bu çok önemli bir yanılgı faizlerin yükselmesi, ekonomiye eş değer olarak kabul ediliyor, ama itibarlı para politikası uygulayan ülkeler için geçerli. Ancak Türkiye gibi zaten itibarı aşınmış para politikanız varsa sizin faiz artırımlarınız piyasada faizleri aşağı dahi çekebilir. Merkez Bankası faizinin altında kredi veya tahvil faizleri olabilir. Ancak istihdam piyasası sadece faizlerle analiz edilebilecek bir piyasa değil. Çünkü özellikle gençlerde ev gençleri dediğimiz ne istihdam ne öğrenimde olan genç sayısı 5 milyon. İstihdama katılım oranı düşük. Bu noktadan sonra bir siyasi partinin işsizlik oranlarını düşüreceğiz demesi çok zor. Siyasi partiler şunu hedeflemeli istihdama katılımı artırma.
Neden? Zor mu işsizlik oranlarını aşağıya çekmek?
Şöyle hükümet değişimiyle beraber, iş arayanlara yenileri de eklenecek. Yani daha önce piyasadan çekilmiş hesaplanmayan kişiler, yeniden iş aramaya başlayacak. Yani istihdama daha çok katılım olacak. İşsizlik oranı çok düşmeyebilir ama Türkiye’de iş sayısı kesinlikle artar. Hükümetler işsizlik oranlarıyla pazarlama yapıyor. Oysa kaç kişi iş hayatında çalışamaya uygun siz kaç kişiye iş veriyorsunuz soru bu olmalı. Bu da ancak katılımla açıklanabiliyor. Türkiye’de mutlaka istihdama katılım yüzde 50’lerde bunun yüzde 60’lara çıkması gerekiyor.
“HÜKÜMET DÜŞÜK FAİZ POLİTİKASIYLA KONUT FİYATLARININ ARTIŞINA BİLEREK GÖZ YUMDU”
Yoksulluk sorununun bir diğer boyutu da konut problemi. Barınma hakkı hiç olmadığı kadar tehdit altında. Hükümetin duyurduğu bir sosyal konut projesi var. Konut sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Barınma sorunun, kira ve konut alımının zorlaşmasının para politikasıyla ilişkili. Neredeyse birebir ilişki var. Eğer siz itibarı olmayan paranızı enflasyona karşı daha düşük faizle baş başa bırakırsanız, Türkiye’de konutun alternatif yatırım aracı olduğu bu artışa neden olursunuz. Artık bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Konut tarafında itibarlı bir para politikası ve enflasyonla mücadele ile sonuç alınabilir. Bu olmadan diğer çözümler palyatif olarak alır.
Bize öncelikle kesinlikle uzun vadeli krediyle konut sahibi olunması gerektiğini düşünüyoruz. Bu da kritik eşik, Türkiye faizlerin yüzde 7-8’lere düşmesi durumunda konut kredileri de yüzde 50-60’a düştüğü noktada zaten ciddi anlamda konut sahip olma imkanı yükseliyor. Yoksulluk dediniz, TOKİ başvuruları dikkate alındığında İstanbul’da 16 bin liranın altında geliri olanlar, Türkiye genelinde 14 bin liranın altında geliri olanlar başvurabiliyor. Devlet kendisinin yoksulluk sınırını 16 bin olarak görüyor. Bu kapsamda Türkiye’nin yüzde 85’i zaten yoksul.
Aslında TOKİ’nin önerdiği, yani memur maaşlarına endeksli bir krediyi ödemek mi kolay yoksa bankadan aylık 0.80-0.90’la 10 yıl boyunca sabit kalacak bir taksiti ödemek mi? Elbette ikincisi. Böyle bakarsanız, devlet şunu yapıyor sanayiciye enflasyon -60-65 ile kredi uyguluyor. Ama 250 bin yoksula enflasyon artı 2, enflasyon +3 ile ev imkanı sunuyor. Memur maaşının üstüne enflasyon konuluyor. Onu alacak vatandaşların enflasyonun üzerinde bir gelirinin garanti olması gerekiyor. O nedenle bu model doğru değil. Doğru model, konut kredilerini makul bir yere çekersiniz ondan sonra devlet olarak sosyal konutlarda da sıfır faiz uygularsınız. Böylece herhangi bir atış olmadan o sosyal konutlara sahip olacak insanlar bunu alabilir. Ama 250 bin konut az olmamakla beraber 2 yıl içinde konut ihtiyacının yüzde 5-6’sı demek. İki yıl sonra devreye girecek. O nedenle devletin konut işinde ana oyuncu olmasının mantığının olmadığını düşünüyoruz.
“6’LI MASA BİR İŞBİRLİĞİ MASASI HENÜZ BİR İTTİFAK MASASI DEĞİL”
Sizin partiniz de ‘6’lı masa’ olarak bilinen muhalif partilerin içinde yer alıyor ancak ekonomi programlarında farklılıklar dikkat çekiyor. Neden bir uyum yok, ne oluyor?
Birebir ilişkimiz çok, ancak bu 6 partinin ekonomi kurmayları bir araya gelmedi. Burada genel başkanlardan bu iradenin gelmesi gerekiyor. Siyasi partiler arasındaki ilişkinin ilki diyalog, ikincisi işbirliği üçüncüsü ittifak. 6’lı masaya diyalogu geçti, işbirliği masası ama henüz ittifak masası değil. Ancak henüz ittifak masası değil, öyle olacak tabii. Ortak cumhurbaşkanı adayını açıklayacaklar ve muhtemelen seçim ittifakı da olacak. Bunun içinden bir ya da iki ittifak mı çıkar mı bilmiyorum ama ittifak çıkacak. Böyle olunca henüz seçime dönük ortak bir ekonomi programı için benzer bir diğer politikalar için liderler adım atmadı. Liderler şu anda devletin yapısı, yönetim şekliyle ilgili dokumanlar üretildi. Artık bu icracı dokümanlar için vakit geldi.
Ekonomi bu kadar yakıcıyken buradan henüz ortak bir kararın çıkmıyor olması toplumu hayal kırıklığına uğratmıyor mu? Biraz geç kalınmadı mı?
Bu hayal kırıklığını anlıyorum, ama geç kalındığını düşünmüyorum. Şubat ayından Türkiye seçim atmosferine girmiş olacak. Seçim tarihi belli değil. Ama bunun bir seçim beyannamesi zamanlamasıyla uyumlu olmalı. O zaman bence doğru zamanlama Aralık ayının sonu Ocak ayının başı. Bu uzlaşma toptan sağlanmış olmalı ve ardından da ittifakların açıklanmasıyla beraber bu beyannamelerin açıklanması daha doğru olur. Yoksa Türkiye’de her şey çok çabuk eskitiliyor, yıpranıyor. Seçim tarihi ve ittifakları bilmeden ortak metin açıklamak için erken. Masadan 2 ittifak çıkarsa tek seçim beyannamesi doğru olmaz.
“6’LI MASADAN TEK İTTİFAKIN ÇIKMASI DAHA DOĞRU OLUR”
6’lı masadan iki ittifakın çıkma ihtimali var mı? böyle bir ayrışma hissediliyor mu?
O tamamen liderlerin bileceği iş. Bence doğrusu bu partiler tek bir cumhurbaşkanı adayı çıkarabiliyorsa, bu irade varsa, ittifakın da tek olması daha doğru olur. Bu, yeni seçim sisteminin dezavantajlarından da korunmayı sağlar. İki ittifaka gidip gitmeyeceğini liderler belirleyecek, tabii ki masada çok farklı partiler var. Değişik kökenlerde gelen partiler var. Taktiksel olarak iki ittifak olabilir, ama tek ittifakta kalmakta fayda var.
Masada partiler arasında ayrışmanın hissedildiği başlıklardan biri daha önce ‘tiksindirici borç’ olarak bahsedilen, özellikle köprüler, yollar, hastanelere verilmiş garantiler. Bazı partiler kamulaştırma derken kimisi “bu hukuki sorun olur” dedi. Gelecek Partisi bu verilen garantiler için ne düşünüyor, siz ne yapacaksınız bunun için?
Biz adil değer saptamasının hesaplanması gerektiğini düşünüyoruz. İhalelerin yapıldığı günden bu güne kadar ödenen geçiş ücretlerinin doğru fiyatları ne olmalıydı? Bu ihaleler düzgün, şeffaf doğru şekilde yapıldı mı yapılmadı mı? Yapılmaması demek buna yolsuzluk ve rüşvetin bulaşmış demek. Yapılmışsa sorun yok. Bu şekilde devam etmekte sorun görmüyoruz. Ancak şundan eminiz ki bu ihalelerin bir çoğu yapılmış olsa bile sözleşme tadilatlarıyla bunlar sakatlandı. Eksik sözleşme diye geçen projelerde çok arttığını özellikle pandemiden sonra ihale yapıldıktan 8 sene sonra eksik sözleşme ya da sözleşme tadilatı yapılan projeler olduğunu biliyoruz. O yüzden biz adil değerin hesaplanması ve adil değere dönük rakamın üç taraf (devlet, müteahhit, finansör) arasında pazarlığa tabi tutulmasını istiyoruz. Adil değer sorun olan projeleri, bu özel uzlaşma mamasına götüreceğiz eğer anlaşma olmazsa bunları tahrikime götürmekte sıkıntı olmayacağız. Daha önce Türkiye tahkime gitti, kazandığı var. Türkiye verdiği sözden döner mi sorusunun cevabını da hükümetin yaklaşık iki ay öne güneş enerjisi üreticisine verdiği sözleşmeyi tek taraflı bozmasıyla aldık. O enerjiyi bedavaya kullanmaya başladı. Demek bunu da kapsıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***