Bundan 14 yıl önce Lehman Brothers’ın çöküşü, küresel finans sistemini derin bir krize sürükledi. Türkiye’ye de sıcak para akışını yavaşlatan krizin etkileri ve yarattığı riskler devam ediyor.
ABD’nin finans devi Lehman Brothers’ın iflas bayrağını çekmesiyle başlayan küresel krizin üzerinden tam 14 yıl geçti.
ABD’de finans şirketlerinin ödeyemeyecek durumdaki müşterilerine konut kredisi vermesiyle başlayan süreç, riskli finansal uygulamalar nedeniyle oluşan devasa balonun patlamasıyla sonuçlanmıştı.
158 yıllık yatırım bankası Lehman Brothers 15 Eylül 2008 tarihinde 613 milyar dolarlık borçla iflas etti.
Kara Pazartesi olarak anılan günün ardındanfinans devleri bir bir çöktü. ABD yönetimi dev mortgage şirketleri Fannie Mae ve Freddie Mac’e el koydu. Merrill Lynch de dahil 25 banka ABD Hazinesi’nin kontrolü altına girdi.
Ardından mali kriz genişledi, küresel ekonomik krize dönüştü. Otomotiv ve perakende sektörleri ağır darbeler aldı. Amerikan otomotiv endüstrisinin üç dev şirketi General Motors, Chrysler ve Ford iflas noktasına geldi. ABD’de finans sektörünü rahatlatmak için 700 milyar dolarlık sorunlu varlıkları kurtarma programı hazırlandı. Sanayinin yeniden canlanması için de 800 milyar dolarlık teşvik planı uygulamaya konuldu. Ancak kriz ABD sınırları içinde kalmadı. Avrupa’dan Uzakdoğu’ya neredeyse hemen her yerde etkilerini ciddi şekilde gösterdi.
Türk Lirası’nın değerli olduğu bir dönemde yaşanan kriz, Türkiye’ye sermaye akışının yavaşlamasınayol açtı. Ekonomistlere göre bu da yeni rant kaynaklarının yaratılmasını beraberinde getirdi.
Krizin temel nedenleri neydi?
Dünyayı etkisi altına alan kriz piyasaları alt üst etmişti, küresel finans sistemi büyük bir sarsıntı yaşamıştı. Krizin temel nedenleri arasında likidite bolluğu, batık krediler, emlak balonu, kredi türev piyasalarının genişlemesi, bankacılık düzenleme sisteminin yetersizliği yer alıyordu. Avrupa’da ise buna paralel olarak kamu borcu, yüksek bütçe açığı ve işsizlik sorunları vardı.
Krizin yayılmasının ardından gelişmiş ülke merkez bankalarının genişletici para politikaları kurtarıcı olarak görüldü. Başta ABD Merkez Bankası (Fed) olmak üzere pek çok banka tarihte görülmemiş şekilde koordineli bir biçimde faizleri düşürdü. Tahvil alım programlarıyla piyasalar rahatlatılmaya çalışıldı. Ancak uygulanan politikalara rağmen işsizlik ve genç işsizliği artmaya devam etti, büyüme ivme kazanmadı. En zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde 1 arasındaki uçurum ise büyüdü. Son olarak yüksek enflasyon da gelişmiş ekonomilerde yeni bir problem olarak ortaya çıktı.
İktisatçılar geriye dönüp bakıldığında parasal genişleme ve düşük faizin krizin etkilerini silmeye yetmediği aksine sistemin kendisinden kaynaklanan krizin devam ettiği görüşünde.
DW Türkçe’ye konuşan Kadir Has Üniversitesi’nden iktisatçı Prof. Dr. Erinç Yeldan’a göre 2008’de başlayan küresel krizin üç ayırt edici özelliği bulunuyor. Bunlardan ilki krizin siyasi hata ya da uygulama yanlışından kaynaklanmayan ve doğrudan doğruya sistemin kendi normal işleyişi sonucu ortaya çıkan sistemik bir kriz olması. Finansal bir kriz olarak başlayan ve reel sektöre sirayet eden krizin, daha önceki finansal krizlerde görülen finans sektöründe dibe vuruş ve toparlanma şeklinde gerçekleşmediğini aksine uzun yıllar süren işsizlik ve durgunluğa yol açtığını ifade eden Yeldan, bunun da ikinci ayıt edici özellik olduğunu belirtiyor.
Yeldan, krizin ardından uygulanan politikaların da bu toparlanmayı sağlayamadığı, risklerin devam ettiği görüşünde. Erinç Yeldan, “Reel sektörde toparlanma uzun sürüyor. Şirketler iflas ediyor, işsizlik artıyor. Bu diğer sektörlere yayılıyor. Yatırımlar geriliyor. Yatırımlar geriledikçe gelir düşüyor. Tasarruflar daralıyor ve bu kendi kendini besleyen bir durgunluk halini aldı. O yüzdendir ki 2010 sonrası 10 yıla, Covid krizi kadar olan döneme Büyük Durgunluk, Büyük Resesyon adı verildi. Bir toparlama olmadı, toparlama gecikti. Krizden çıkamadı kapitalist dünya. Bu da üçüncü ayırt edici özellik” diyor.
“Sistemin ana unsurlarına dokunulmuyor”
Köhnemiş teknolojileri, köhnemiş kurumları yenilemeye gitmesi beklenen kapitalizmin böyle bir konjonktürü gerçekleştiremediğini dile getiren Yeldan, şöyle devam ediyor:
“Uzun süreli işsizlik, uzun süreli durgunluk, düşük yatırımlar, düşük ücretler, düşük kar oranları, neredeyse sıfır faiz oranları. Her şey durgun, her şey yavaş. Ekonomilerde bir atılım yok. Tek tük sıçramalar Çin’den, Hindistan’dan geliyor. Fakat saman alevi gibi ortada kalıyor. Bu büyük durgunluğun nedenlerini ana akım iktisat bilimi daha henüz yeterince ortaya koyabilmiş ve buna dair politika önerilerini geliştirebilmiş değil.”
Son dönemde de Rusya-Ukrayna savaşı konjonktürünün zaten büyük durgunluk içerisinde sıkışmış, tıkanmış ekonomilerin üzerine geldiğine işaret eden Yeldan, dünya ekonomisinin üçüncü defa topyekûn daralma içine girdiğini ifade ediyor. Profesör Yeldan, bunun üzerine de öncelikle arz şoku yani tedarik zincirleri üzerinden açıklanan, sonrasında da beklentilerin kötüleşmesi ve belirsizliklerin artması üzerinden talep yönüne sirayet eden bir küresel enflasyonla karşı karşıya olunduğunu vurguluyor.
Sistemin ana unsurlarına dokunmadan krizin küçük yamalarla atlatılmaya çalışıldığına işaret eden Yeldan, 2010’dan bu yana süregelen krizden çıkış reçetelerinin başarısızlığını da buna bağlıyor.
“Sürekli bir kriz halindeyiz”
İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Levent de DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, 2008 krizini yaratan ana unsurların aşırı finansallaşma ve aşırı otomasyon olduğunu vurguluyor.
Teknolojinin yarattığı dönüşümün canlı emeğin üretim dışına sürülmesi şeklinde gerçekleştiğini ifade eden Levent, bunun da ilk olarak finans sektöründe görüldüğüne dikkat çekiyor. Bankacılık sektöründe otomasyonun devreye girmesiyle çok karmaşık matematiksel işlemlere dayanan bazı finansal ürünlerin hızı, çeşitliliği, yaygınlığı ve derinliğinde inanılmaz bir artış olduğunu vurgulayan Levent, “Bu, kaydi para yaratma kapasitesini finans sektörü için sınırsız hale getirdi. Fiyat değişimleri üzerinden kısa, uzun ve orta vadeli kontratlara dayanan türev ürünler ortaya çıktı. Fiyat üzerinden bir kontrat yaptığınız zaman bir tür bahistir bu. Bir uç kaybediyor, öteki uç kazanıyor. Kaybedenden kazanana doğru bir servet transferi gerçekleşiyor” diyor.
Bu ürünlerle birlikte üretimden kaynaklanan reel büyüklüklerle ve kaydi paranın yarattığı finansal büyüklük arasında asimetrik bir ilişkinin ortaya çıktığına işaret eden Levent, türev piyasalarda büyük oyuncuların reel ekonominin temelini oluşturan fiyat sistemine müdahale edebilecek konumda olduğuna dikkat çekiyor.
2008 krizinde bazı finansal varlıkların çok değer kaybettiğini ancak bunun türev piyasalardaki işlem hacminde bir düşüş yaratmadığını ifade eden Levent, “Orada servet transfer mekanizması çalışmaya devam etti. Çünkü finansal varlıkların fiyatı düşerken o düşüşe oynayanlar kazanırken; bu düşüş burada duracak, artık bundan sonra düşmez diyenler kaybetmeye devam ettiler” diye konuşuyor.
“Küçük bir azınlık servet kazanıyor”
Finansal piyasalarda çöküşün konut piyasasındaki büyük balonun tıraşlanmasıyla gerçekleştiğini onun dışında o sistemin devam ettiğini dile getiren Levent, “Ve o gün bugündür hep bir kriz halindeyiz. Bu kriz hali devam edecek bundan sonra da. Çünkü bunun düzelme ihtimali yok ve iş giderek kötüleşmeye başladı” diye devam ediyor.
Kaydi paranın servet transferi olarak işlemesinin olağanüstü bir gelir ve servet eşitsizliğine yol açtığını belirten Levent, “Son derece küçük bir azınlığın servetine doğru bir transfer gerçekleşiyor ve bu reel ekonomideki otomasyonun yarattığı yıkımla birleştirildiğinde artık kapitalizmin bu koşullar altında sürmesi, devam etmesi mümkün değil” diyor. Kriz sonrası dönemde yüksek bürokrasiyle büyük finansal sermayenin oligarşik birliğinden söz edilebileceğini ifade eden Levent, 2008 sonrası oluşan kapitalizmin bu halinin iklim yıkımına da neden olduğunu, canlı hayatı yok ettiğini vurguluyor.
Peki krizin Türkiye’deki yansımaları ne oldu?
“Rant odaklı ekonomi krizin devamı”
Prof. Dr. Erinç Yeldan, “Bugün içinde bulunduğumuz kriz, AKP’nin 2008 öncesi neredeyse bir uyuşturucu müptelası gibi alıştığı sıcak para, finansal rant arayışının devamı” diyor.
Türkiye’nin 2008 krizi öncesi yurtdışından gelen sıcak para, özelleştirme gelirleri ve doğrudan yabancı sermaye desteği kalemi altında gelen bir döviz bolluğu ile yaşadığını ve Türk Lirası’nın aşırı değerli bir konumda olduğunu söyleyen Yeldan, “2009 ile beraber sermaye girişleri durunca hükümet can havliyle döviz kazanmak için yepyeni sermaye girişleri arayışlarına girdi. 2010’da cari işlemler açığı birdenbire, ikinci veya üçüncü çeyrek döneminde milli gelirin yüzde 12’sine kadar fırladı ve finansal istikrarsızlık tehlikesi işin içine girdi” diye konuşuyor.
Yeldan, yurt dışından gelen sıcak para girişleri yavaşlayınca bu durgunluk ortamında hükümetin, peş peşe inşaata dayalı yeni rant kaynakları yarattığını ve teminat yetersizliği nedeniyle kredi alamayan işletmeler için kredi garanti fonu (KGF) gibi çok tehlikeli, çok riskli yapay destekler sunduğunu belirtiyor.
Bu dengesizliklere bir de politik müdahalelerin eklendiğini söyleyen Yeldan, faizleri baskılayarak dövizi kontrol altına almaya çalışmak için muhasebe hileleri, swap operasyonları ve yepyeni terminolojilerin yerli iktisat literatüre girdiğine işaret ediyor.
Kredi genişlemesine dayanan büyümenin yanı sıra kayıt dışı sermaye akımları ve yerli para üzerinden sıcak para yaratma amaçlı kur korumalı mevduat gibi finansal sistemi köpükleştiren unsurların devreye sokulduğunu dile getiren Yeldan, “TOKİ’leştirilen bir ekonomi ile büyüme hamleleri yaratmaya çalışıyor Türkiye. Bunun kaynağı da sürekli olarak doğanın tahribatı ve ileriki nesillere çok daha borçlu, çok daha yaşanılmaz bir Türkiye coğrafyası bırakmak oluyor” ifadelerini kullanıyor. Yeldan, çimento fabrikaları, kömür işletmeleri, madenler, limanlar gibi üretken sermayenin özelleştirilme sürecinin tamamlandığı, özelleştirmenin imar rantına dayalı biçimde doğal kaynakların tahribatıyla sürdürüldüğü görüşünde.
Açlık tehlikesi ve derin yoksulluk
Prof. Dr. Haluk Levent de finansal krizin ana unsurları olan aşırı finansallaşma, işsizlik ve bunun neden olduğu gelir kaybının Türkiye ve Amerika’yı birbirinden ayrıştıracak şeyler olmadığını vurguluyor. Levent, “Çünkü bizim burada yaşadığımız problemler açlık tehlikesi, derin yoksulluk ABD’de de yaşanıyor, Avrupa’da da yaşanıyor. Avrupa’da sosyal devlet imkanları devreye girdiği için bunun hissedilmesi biraz daha yumuşatılıyor. Ama Türkiye’de böyle bir opsiyon yok. Türkiye bambaşka bir düzene doğru gidiyor” diyor.
Özellikle 2015’ten sonra Rusya’nın yaşadığı devlet mafya bütünleşmesi sürecinin Türkiye’de de gerçekleşmeye başladığını ifade eden Levent, “Bu da aslına bakarsanız 70’li yıllardaki neoliberal saldırının doğal bir uzantısı. Türkiye bu anlamda kendine özgü bir ülke değil. Latin Amerika ülkeleri de öyle. Macaristan da Hindistan da. Bunları ben artık faşist enternasyonal diye adlandırıyorum ki, Türkiye’de de bugünkü iktidar bu akımın bir parçası” diye konuşuyor.
“Yıkıcı bir sürece gidiyoruz”
Emeğiyle geçinenlerin kamu eliyle açlığa ve yoksulluğa mahkûm edildiği bir süreç yaşandığını dile getiren Levent, eğitim, sağlık, barınma, enerji başta olmak üzere kamusal hizmetlerin küçük dar tekellerin hakimiyetine bırakılması nedeniyle de uzun dönemde sürdürülebilir bir toplumsal sistemden bahsetmenin mümkün olmadığını söylüyor.
Türkiye’nin en büyük probleminin gelirler politikası olduğunu ifade eden Levent, iş gücünde olanların yüzde 10’dan fazlasının işsiz olduğunu, istihdamda olmayı başaranların üçte birinin güvencesiz işlerde çalıştırıldığını, kendini güvencede hissedenlerin ise yüzde 70’inin asgari ücret aldığını ifade ediyor. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve erişilebilir olmaktan çıkması nedeniyle de yoksulluğun daha da derinleştiğini vurgulayan Levent, “Derin bir krizin içindeyiz. Bu adım adım gelmiştir. Küresel gelişmelerden bağımsız değildir. Şimdi durumun giderek de kötüleşeceğini söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye’de bugünkü ekonomi yönetimi bu temel problemlerle mücadele etmekten imtina ediyor. Son derece yıkıcı, acı verici bir sürece doğru koşarak devam ediyoruz” diyor.
“Riskler ve balon devam ediyor”
Tüm dünyada yoksulluğu artıran krizin etkileri ABD’de de silinmedi.
DW Türkçe’ye konuşan Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Şişman, krizden çıkış politikalarından henüz sonuç alınmadığını çünkü aynı modelde ısrar edildiğini vurguluyor.
“Riskler ve balon gerek ABD’de 2009’dan bu yana iki kata çıkan konut fiyatları açısından devam ediyor” diyen Şişman, ABD’de mortgage faiz oranının 2008’den bu yana ilk kez yüzde 6’yı aştığını, konut satışlarının ise durduğunu belirtiyor.
ABD’de konut edinimi konusundaki yapısal sorunların üzerine gitmek amacıyla Dodd-Frank Law düzenlemeleri hazırlandığını ancak Başkan Donald Trump döneminde bu düzenlemelerin rafa kalktığını ifade eden Şişman, “Biden yönetimi de tam olarak bu soruna el atmış değil. Bu politikalar inşaat ve konut kaynaklı olarak, hanehalklarının en büyük tüketim kalemini harekete geçirmesi açısından diğer ülkelerde de devam etti. Örneğin Çin’deki Evergrande şirketi emlak krizine oldukça yakın bir ödeme güçlüğü içinde. Evergrande şirketi finansal sorunları nedeniyle yükümlülüklerini yerine getiremiyor, Çin’de 80’den fazla şehirde başlayan eylemlerde, ev satın alan milyonlarca kişi gayrimenkul şirketlerinin henüz bitirmediği evler için ipotek ödemeyi reddediyor” diyor.
Profesör Şişman, Türkiye’de de inşaat kârlılığının yüksek olduğu ve ev fiyatlarına talebin arttığı bir dönem yaşandığını ve bunun da ortalama konut fiyatlarında 4-5 kata varan artışlar yaşanmasına, kiraların artmasına neden olduğuna işaret ediyor.
Şişman, “Konut alım satımı Neoliberal finansallaşmada ev sahipliği oranını arttırmadığı gibi, derin eşitsizlikler yarattı” diye konuşuyor.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***