Türkiye kuzeyden yol vermeyip, “biz olmadan yapamazsınız” dediyse de ABD 2003’te Irak’ı haftalar içinde işgal etti. Ortadoğu standartlarında (örnekse Suriye’deki komşusu Hafız Esat’la karşılaştırıldığında) dahi en korkunç diktatörlerden biri olan Saddam Hüseyin devrildi. Bağdat’ta ortaya çıkan tuhaf otorite boşluğu ortamında halk kendi mahallelerindeki okul ve hastaneleri, bakanlıklar başta olmak üzere tüm devlet kurumlarını musluklarını ve ampullerini sökmeye varıncaya dek yağmaladı.
ABD’nin askeri işgal gücü yağmaya seyirci kaldı, Petrol Bakanlığı istisnası dışında. Ardından Irak ordusu lağvedildi. Açıkta kalan Saddamcı Sünni Arap subay ve istihbaratçılar IŞİD’in ilk nüvesini oluşturup, cephe gerisi direnişe geçti. Kenar mahalle kabadayılığından Ürdün zindanlarında cihatçılığa evrilen Zarkawi’nin ortaya çıkıp, Samarra’daki Altın Kubbe’yi havaya uçurtmasıyla, planladığı gibi Şii-Sünni iç savaşı çıktı. Milyona varan sivil can kaybı ABD bombardımanında değil, ABD’nin yaptığı belki kasıtlı yönetim hataları sonucunda oluştu.
Siyaset sahnesinde, ABD askerinin eteklerinde Bağdat’a ABD-Britanya sürgünlerinden geri gelen çoğu harami tayfa ilk dönemler dışında hızla ve kimileri küplerini tıka basa doldurduktan sonra devre dışı kaldı. Kürtler Kürdistan dağlarından düze inebildi. Nüfusun çoğunluğunun Şii olduğu anlaşıldı, Şii örgüt ve liderler İran’dan sökün etti. Şiiler için perde Britanya’dan dönen “ılımlı” Ayetullah Khoei’yin Necef’te Hz.Ali türbesinde öldürülmesiyle açıldı. Ardından El Hakim ve Sadr “hanedanları” öne çıktı.
Anayasa taslağı yerinden yönetim, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda gayet çağdaş biçimde BM danışmanlığında hazırlandı. Bizde nedense halen dahi “içe sinmese” de Irak’ın bir federasyona dönüşmesi halkoylamasıyla kabul edildi. Tek federe bölge, iç idari sınırları (Kerkük’ün hukuksal akıbeti) belirlenmese de Kürdistan oldu. Ancak değindiğim üzere, vilayetlere de halkın seçtiği valiler ve il meclisleri üzerinden geniş yönetsel yetkiler tanındı.
Bununla birlikte halkın iradesi ne meclise ne hükümetin oluşumuna yansımadı. “Muhassasa” adı altında bakanlıkların partiler arasında paylaştırılması usul ittihaz edildi. Cumhurbaşkanının Kürtlerden, meclis başkanının Sünni Araplardan, asıl icra yetkisine sahip başbakanın da Şiilerden seçilmesi (bu sırayla) keza yerleşik uygulama kabul edildi. Her ne kadar son seçimlerde yasa yenilenip, seçmenin doğrudan milletvekili adaylarına oy vermesi sağlansa da sular durulmadı. Aşağıda Muktada Sadr bahsinde bu duruma geri dönelim.
Aradaki dönemde başbakan olan Maliki elindeki gücü hem ABD hem İran’a şirin görünüp, hem Basra’daki gibi Sadr’ın milislerini oyun dışı bırakmak, hem (tümünü Saddam artığı gördüğü) Sünnilerin tepesine binmek için kullandı. IŞİD canavarı, Zarkawi’den arta kalan uykuya yatmış yapılanmalar üzerinden böyle doğdu. Irak güvenlik güçleri ve KDP/KYB peşmergesi önce rezil oldu, sonra ancak ABD desteğiyle IŞİD bertaraf edilebildi. Ancak bu mücadele de Irak’a toplum veya ulus olma niteliği kazandıramadı.
En basitinden, onyıllar geçti, petrol denizi üzerinde oturan ülkede ne eski elektrik şebekesi onarılabildi, ne sıfırdan yenisi kurulabildi, milyar dolarlar buhar oldu, uçtu gitti. Doğal gaz zenginliği değerlendirilemedi. Su israfının önüne geçilemedi, gelecek planlaması da yapılamadı. Irak Kürdistan Bölgesi’nde (IKB) bile demokrasinin D’si, tarımın T’si görülemedi. İlk akla gelebilecek ilaç fabrikası benzeri altyapı yatırımları da yapılamadı. En iyisi IKB böyleyse geri kalanını varın siz düşünün.
Soygunun, yolsuzluğun, talanın, baskının ayyuka çıktığı ülkede halk da bu defa sokağa çıkmayı denedi. İlk kez Şii ve Sünni Araplar omuz omuza yürüdü. Demokratik hareket tepedekiler tarafından üzerlerine sürülen güvenlik güçlerince binlerce Iraklı öldürülerek, deyim yerindeyse henüz beşiğinde boğuldu. Halkın elinde ancak sandıkta tepkisini ortaya koymak seçeneği kaldı ama sandığa gitme hevesi kalmadı.
Bir adım geri çekilip Irak’a kuşbakışı bakmayı deneyelim. Atlantik kıyısındaki Atlas dağlarından, Hint Okyanusu kıyısındaki Umman’a dek, ezici çoğunluğu Müslüman yaklaşık 450 milyon Arap yaşıyor yerküremizde. Aşağı yukarı tüm Arap ülkelerinde nüfusun yarıdan fazlası otuz yaşın altında. Bu topluluk hızla fakirleşerek dünyadaki en alt ekonomik lige iniyor.
Gelecek umutları yok. Önlerine model olarak koyacakları, “başarmış” ne bir Arap ülkesi, ne bir Arap lider var. Amin Maalouf, Araplardaki yaygın aşağılanmışlık ve onun ikizi öfke duygularının kökenini 1967 Altı Gün savaşı yenilgisine ve Nasır’ın madara oluşuna dek götürüyor. Bugün, petrol zenginlikleri dışında Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de söz konusu Arap gençliğine esin verecek bir durumları herhalde yok: Magrep’te Kayıs Sait mi, Maşrek’te Sisi mi, Körfez’de MbS mi?
Aslında son seçimde Muktada Sadr’ın önerdiği kendinin de şimdiye çok ekmeğini yediği “muhassasa” düzeninden, mecliste bir çoğunluğun ve onun hükümetinin, karşısında da bir muhalefetin olduğu bildiğimiz düzleme geçmekti. Yeni seçim yasasını da iyi değerlendirdi, yanına Kürtlerden KDP’yi de, Sünnileri de katmayı bildi. Gel gelelim, evdeki hesap çarşıya, Şiilerin kendi aralarında iktidar ve muhalefete bölünmesi Tahran’a uymadı. Cumhurbaşkanlığını ise KYB, KDP’ye bırakmadı.
Bugün sözde korunaklı Yeşil Bölge’ye varıncaya dek şiddet ve gerilim had safhada artarken, Sünniler denklem dışı kaldı. Doğrusu İDMO Kudüs Tugayı komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından safdışı bırakılmasının ardından İran’ın da eski etkisi yok. Muktada Sadr’ın son günlere dek bir özgünlüğü de Şiiliğin yanına ve kimi zaman yerine Irak milliyetçiliğini koymasıydı. Kalıcı olan toplumdaki bölünmüşlüktü. Belki daha doğrusu ortada toplum yoktu, ulus olmak ise seraptı.
Bu verili ortamda Muktada Sadr 2003’ten bu yana kaçıncı kez dönüşüm geçirdi. Kendine bağlı milis gücü Mehdi Ordusu’nun tabelasını defalarca değiştirdi. Yandaşlarını Yeşil Bölge’ye girmeye, hükümet merkezini ve meclisi işgale yönlendirdi. Sonra işgali bitirme talimatı verdi. Açlık grevine giriyor derken, bir anlamda siyasi rakiplerinden dini lider Haeri’nin mercilikten çekilmesi ve kendini izleyenleri İran “rehberi” Hameney’e biat etmeye davetine yanıt olarak, o da siyaseti bıraktığını açıkladı. Arada kendi milisi, İran destekli Haşd Şabi’yle çatıştı. Sadr böylece rejimi tıkama kabiliyetini yine ortaya koydu ama rejimdeki tıkanıklığın önünü açacak siyasal yapıcı beceriden yoksun olduğu da yine anlaşıldı.
Sadr Ankara’ya çok uzak bir isim değil. Buna karşılık Bağdat siyaset sahnesinde “bizim adamımız kim” ya da “üzerine oynanacak doğru at hangisi” soruları da çok anlamlı değil. Hani Süleymani’nin yerini alan ve neredeyse her hafta Bağdat’ı ziyaret eden İsmail Kani olsan bu soruların yanıtını bilemezsin. Bugünden sızdırıldığı gibi yarın Bağdat ve Erbil kulislerinde görüşmeler yapılır, meclis toplanır, önce cumhurbaşkanı seçilir sonra hükümet kurulur, eski tas eski hamam kara düzen devam eder. Dargınlar barışır, barışmış görünür, sen ayazda kalırsın.
Korkmaya gerek yok, Irak bölünmez. Bölüşülecek, üleştirilecek zenginlik çok büyük. Bağdat’ı paylaşabilmek olanaksız, etnik ve mezhepsel temizlik zaten kenti parselledi. Kürt nüfusun neredeyse tamamı IKB’de yaşıyor, IKB nüfusunun da neredeyse tamamı Kürt.
Irak, günün birinde belini doğrultabilirse, Arap âleminde coğrafi konumuyla, Musul, Bağdat ve Basra üç büyük tarihsel merkeziyle, yeraltı zenginliğiyle, nüfusunun büyüklüğüyle, denize çıkışı olmasıyla bir istikrar adası ve lider ülke konumuna gelme potansiyeline fazlasıyla sahip. Ankara açısındansa, Kürtlerin tepesine binme takıntısı denklem dışı bırakılırsa, ne Bağdat ne Şam’da, ne Saddam ne Hafız Esat gibi güçlü tek adamların olması ulusal güvenlik bakımından yeğlenmeli. Öyleyse ne yapmalı?
Diplomaside bazen az yapmak, çok yapmaktır: “Bırak, dağınık kalsın” hesabı. Öteden beri Ankara’nın Irak’la ilgili iki temel meselesi terörle mücadele adı altında sınırötesi harekât serbestiyeti ve Dicle ile Fırat’a yeterli su bırakmak. Başta gıda ve yapı malzemeleri ihracat yapmak ve inşaat ihaleleri almak Irak’ı komşular arasında ayrıcalıklı kılan etmenler. Tabiatıyla ham petrol de başlıca ithalat kalemi. Bunlara başta Kürtler, Iraklılara gayrimenkul satmak da eklendi. Yurttaşlık “satmak” ise genel olarak gözden geçirilmesi hatta kaçınılması gereken bir iş bence.
KDP ve özellikle Neçirvan Barzani’yle ayrıcalıklı ilişkileri sürdürmek yanlış değil. Ama Süleymaniye’yi İran’ın etki alanına itmenin anlamı yok. Kerkük’ün IKB sınırlarına katılması veya en azından Kerkük petrol sahasının kuzey kubbesi Hurmala’nın IKB denetiminde kalması Ankara’nın çıkarlarına aykırı değil. Genel olarak Irak’ta, öncelikli olarak IKB’de doğal gaz kaynaklarının değerlendirilmesi üzerinde mutlaka durulmalı. Twitter diplomasisi yaparak Kurtlar Vadisi müziği çalmaya, büyükelçiliğin güvenliğinden sorumlu Polis Özel Harekât ekibine kamu önünde methiyeler düzmeye, haşa Kürtler dışında her kesimle dost gözüküp, iç içe pozlar vermeye gerek yok.
Özetle, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’e atfedildiği üzere, Araplar arası meselelere bulaşmayınız ve sorulmadıkça fikir dahi beyan etmeyiniz. Bugün böyle yarın şöyle olur, arada kalırsınız. Libya’dan Mısır’a, Doğu Akdeniz’den Ege’ye, Suriye’den Afganistan’a, haydi anlaşılır olsun kaygısıyla öyle ifade edelim: SADAT değil, Bayraktar politikası güdünüz. Sonra “sahada güçlü, masada güçlü kalmadı, akil ve müşfik diplomasi verelim” durumuna düşmez, inandırıcılığınızı yitirmezsiniz. Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı veya komşu ülkeler toplantılarından medet ummak, Esat’la konuşmayı sihirli çözüm sanmak da pek gerçekçi değil. Zaman, enerji, kaynak, memur israfından kaçınmak gerek.
Somut politika önerileri mi? Yargımızı bol keseden dağıtalım: Laiklikten zinhar ödün verme. Kendini Araplaştırma; Arapları da Türkleştirmeye, Osmanlılaştırmaya kalkışma. Kürtlerle barış, hatta ebedi dost ol. İran’la geçinmeye bak. İstihbaratını ve hariciyeni bölge uzmanlarıyla güçlü tut. Hava Kuvvetleri’nin caydırıcı gücünü koru. Hava savunma sistemi sahibi ol. NATO, AB ve AK gibi Batı ittifaklarına, AB tam üyelik adaylığına sıkı sarıl. Düzensiz göç başta, insani konularda BM ve AB’yle işbirliğinden çekinme. Ortadoğu’ya arkanı mı döndün diyenlere gül geç. AL ve İKÖ’yü ciddiye alma.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***