Esra Çiftçi
+GERÇEK- Asıl adı Yılmaz Pütün, kamuoyunun bildiği isimle Yılmaz Güney…
1 Nisan 1937 yılında Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Yenice’de Kürt bir ailenin iki çocuğundan biri olarak doğdu. Babası Siverek’in Desman köyünden, annesi Muş’un Varto ilçesinden. 1959 yılında senaryosunu yazıp oynadığı “Bu Vatanın Çocukları” ve “Ala Geyik” filmleri ile sinema dünyasına girdi. O sadece bir aktör olmadı. Yazıyordu, çekiyordu, yönetiyordu, oynuyordu. Güney, Türkiye’nin iki askeri darbeyi içine alan 1965-85 döneminde, hayatının 10 yılını hapislerde geçirmiş, yoğun engel ve baskılara rağmen, dünya sinema tarihine geçmiş bir usta. Yasaklanmış, vatandaşlıktan çıkarılmış, 104 filmi yakılmış ama halkın kalbinden silinememiş bir sanatçı. Düşüncelerini ifade edip savunduğu için hakkında 100 yılı aşan hapis cezası istenen bir yazar. Dünyayı değiştirmek için hayatını, inancını, yeteneğini ortaya koymaktan en zorlu koşullarda bile vazgeçmeyen bir devrimci.
KENAN EVREN TARAFINDAN VATANDAŞLIKTAN ÇIKARILDI
Yılmaz Güney, başta Mahir Çayan olmak üzere Türkiye Halk Kurtuluş Parti Cephesi militanlarını sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Güney içeride kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini, şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayımladı. 1974’te cezaevinden çıktı. İki yıldan fazla cezaevinde kalan Güney aynı yıl “Arkadaş” filmini çekti. Yine aynı yıl “Endişe” adlı filmi çekerken Adana’nın Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’nun kaza sonucu ölümüne neden oldu ve tutuklandı. 25 Ekim’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan yargılamanın sonucunda 13 Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezaevinde sinema ile olan ilgisi devam etti. Bu dönemde yazdığı Zeki Ökten tarafından çekilen Sürü ve Şerif Gören tarafından çekilen Yol filmleri büyük ilgi gördü. Daha sonra “Yol” filminin kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali’nde ödül aldı. 9 Ekim 1981 tarihinde Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden yurt dışına firar etti. 6 Ocak 1983 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından vatandaşlıktan çıkarıldı. Güney yaşamının geri kalanını Fransa’da geçirdi. Fransa’da “Duvar” filmini çekti. Güney’in 1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın sinemaya aktarıldığı “Duvar” filmi onun son filmi oldu. 9 Eylül 1984 yılında mide kanseri teşhisi nedeniyle Paris’te yaşamını yitirdİ.
FATOŞ GÜNEY: ESASINDA O BİR YARATICIYDI
Yılmaz Güney’in ölümünün üzerinden 38 yıl geçti. Filmleri hala yasaklı. Hakkında çok şey söylendi. Ölümünün ardından üzerine kitaplar yazıldı, söyleyişiler düzenlendi, her yıl saygıyla birçok etkinlikte anılmaya devam ediyor. Sevenleri kadar, sevmeyenleri de oldu. Kolay bir yaşamı olmayan Yılmaz Güney’i, en yakını, yol arkadaşı, yanından hiç ayrılmayan sevdiği kadın olan Fatoş Güney’den dinliyoruz.
Yılmaz Güney’in inanılmaz bir kişilik yapısı olduğunu vurgulayan Fatoş Güney “Bunu sadece benim eşim, çocuğumun babası veya yıllardır birlikte acı tatlı günlerimi paylaştığım bir insan olduğu için söylemiyorum. Son derece dışarıdan objektif baktığım zaman çok hümanist, insan sevgisiyle dolu” diyerek sürdürüyor sözlerini. Yılmaz Güney’in esasen bir yaratıcı olduğunu, gerçek bir sanatçı olduğunu dile getiren Fatoş Güney, bu yaratıcılığın Güney’in romancılığından geldiğini belirtiyor ve ekliyor;
“Daha 20-21 yaşlarındayken ‘Boynu Bükük Öyküler’ kitabını yazıyor, kitap Orhan Kemal roman armağanını alıyor. Bu yaratıcılık senaryoya yansıyor ve filmlerinin başarısı da oradan geliyor”
Fatoş Güney, Yılmaz Güney’in özel hayatında son derece şakacı, çok güzel yemekler yapan, ondan sonra bulaşıkları yıkamaya kalkan, yediden yetmişe herkesle dil birliği kuran, çevresindeki insanlara son derece verici, yapıcı, ne dertleri varsa koşan bir insan olduğunu belirtiyor ve şu örneği veriyor:
“Mesela bana yıllarca hapishaneden ihtiyaç listesi verirdi. Bu ihtiyaç listesinin neredeyse hepsi hapishanede kalan başka mahkumlar içindi. 10 yıl kaldığı cezaevinde bir Allah’ın kulu da “Yılmaz al sana bir paket sigara getirdik” ya da “neye ihtiyacın var” diye sormamıştır. Fakat Yılmaz buna rağmen herkesin derdine koşmayı kendisine görev edinmiş bir kişilikti”
“BİR DUVARIN ÖTESİNDE O, ÖBÜR DUVARIN YANINDA BEN”
On altı yıllık evliliklerinin on yılının hapishanede geçtiğini belirten Fatoş Güney, bir duvarın ötesinde Yılmaz Güney’in öbür duvarın yanında da kendisinin olduğunu anlatıyor. Dışarıda ve her imkâna sahip olmasına rağmen hapishanedeki bir insanın duygularını hissettiğini, kendisi dışarıda olmasına rağmen Yılmaz Güney hep yanındaymış duygusuyla yaşadığını söyleyen Fatoş Güney o yılları şöyle anlatıyor:
“Çok zor yıllardı sevgili Esra. Esas olarak ne biliyor musun? Yılmaz hapishaneye girdiğinde ben 20 yaşındaydım. 20-30 yaş arasında gencecik bir insanı taş duvarların, demir parmakların ötesinde kendisine bağlı tutmuş biri. Ben bunu mucize bir aşk olarak görüyorum. Gerçekten çok zor bunu başarmak. O taş duvarlara rağmen kendisine aşık, kendisine hayran, kendisine inanan bir kişi yaratmış karşısında. O kadar kötü şartlarla görüşüyorduk ki. Günlerce, haftalarca onun yüzünü doğru dürüst göremeyeceğim küçük pencerelerden ışıksız ortamda görüşüyorduk. Buna rağmen enerjisini bana geçirmiş bir insan. Bıyığını keserdi fark edemezdim, fark ettiğimde haftalar önce kestiğini söylerdi. Yani sevgili Esra böyle şartlarda gencecik bir kadını kendisine bağlı ve aşık tutmuş biri, bu mucize değil de nedir? Çünkü ben çaresiz bir kadın değildim, kaderine razı olup da oturup on yıl bekleyecek bir insan da değildim. Çok gençtim, yüzüne bakılmayacak bir kadın da değildim, etrafıma ışık saçan bir insandım, ailemin maddi durumu iyiydi ama bütün bunlara rağmen başka hiçbir yere evrilmedim, bu benim için çok önemliydi”
“YILMAZ BİRLEŞTİREN BİR SOLCUYDU”
Yılmaz Güney’in hiçbir zaman sekter, radikal, keskin bir solcu olmadığını, her türlü fikre açık bir insan olduğunu söyleyen Fatoş Güney, kendisini eleştiren, özeleştiri yapan, karşısındakinden de onu bekleyen bir insan olduğunu belirtiyor. 70’li yıllarda solcular arasında çok bölünmeler olduğunu, özünde aynı fikirde olmalarına rağmen, her örgütün düşünce yapısındaki bölünmelerin paramparça bir durum haline getirdiğini hatırlatan Fatoş Güney, “Neredeyse hepsi devrimci olmasına rağmen birbirlerini boğazlayabilirdi, yani öyle söyleyeyim. Yılmaz onları birleştirmek misyonunu yüklendi. En son nefesine kadar da Paris’te o hasta haliyle bile birleştirmek için hep uğraştı. Böyle bir solcuydu Yılmaz” diye belirtiyor.
‘MAHİR ÇAYAN VE HÜSEYİN CEVAHİR’İ TAVAN ARASINDA SAKLADIK”
Bir dönemin devrimci liderlerini de evlerinde saklayan Yılmaz ve Fatoş Güney ihbar sonucu evleri basıldığında, gelen asker ve polislerin “kaçaklar nerede” sorusuna Yılmaz Güney
gülerek “tavan arasında” der ve gelenler aradıklarını bulamadıklarından çıkar giderler. Oysa gerçekten tavan arasındadırlar. O günü şöyle anlatıyor Fatoş Güney:
“Bizim için hayati derecede önemli bir geceydi. Ben 6 aylık hamileydim, karnımda oğlumu taşıyordum. Mahir ve Hüseyin geldiler, silahlıydılar. Arkadaşlarının idamını engellemek için bir eylem yapmışlardı. İsrail Başkonsolosu Elrom’u kaçırmışlar ve o gecenin son dakikalarında gidecek hiçbir yerleri, sığınacak, saklanacak hiçbir yerleri yoktu. Yılmaz da alıp onları eve getirdi ve ben hiçbir zaman bunu bir sorun haline getirmedim. Hamile olmama rağmen, bizi niye tehlikeye atıyorsun diye aklımdan bile geçirmedim. Ah Esra, çok büyük bir riskti gerçekten. Tavan arasının kapağı bizim yatak odamızın hemen kapısının üstündeydi. Yani başlarını bir kaldırsalar kapağı görecekler ve açacaklardı ve inanıyorum çok büyük bir felaket olacaktı. Çocuklar teslim olmamak üzere silahlarıyla birlikte oraya çıktıkları için bir çarpışma olacaktı ve o çarpışma da çocuğumu kaybedebilirdim ya da hepimiz ölebilirdik ama hiç pişman değilim”
“YILMAZ İYİ Kİ BUGÜNLERİ GÖRMEDİ”
Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini, hatta eskisinden de daha kötü gördüğünü söyleyen Fatoş Güney, “Yılmaz iyi ki yaşayıp da bu günleri görmedi diye düşünüyorum” diyor. Ülke şartlarının çok ağırlaştığını, insan hakları konusunda, insan hak ve özgürlükleri konusunda, demokrasi konusunda çok gerilere gidildiğini söyleyen Fatoş Güney, Yılmaz Güney’in yazdıklarının, yani 100 yıl ceza aldığı tüm yazıların bugün hala aynı güncelliğini koruduğunu belirtiyor. “Kürt meselesi konusunda, kadın konusunda, insan hak ve özgürlükleri konusunda ne kadar doğru tespitler yaptığını bugün hala görüyorum” diyen Fatoş Güney, bugün dahi Yılmaz Güney’in düşüncelerinin hala güncel ama hala yasaklı ve sansürlü olduğunu belirtiyor. Televizyonlarda hala filmlerinin gösterilmediğini hatırlatan Fatoş Güney, “Bir Umut’u, Yol’u, Sürü’yü göremiyorsunuz hala yasaklı. Yani Yılmaz Güney hapishanelerden yasaklar yüzünden ne yazık ki kurtulamadı. Hala hapishanelerde diye düşünüyorum” diye belirtiyor.
“YILMAZ GÜNEY ANMALARI 38 YILDIR DEVAM EDİYOR”
Fatoş Güney kendi çalışmalarını da anlatıyor. Artık gerçekleşme aşamasında bir film projesi olduğunu söyleyen Fatoş Güney, kendisinin son yazdığı “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun” kitabından sinemaya uyarlanacağını, bunun yanı sıra birtakım çalışmaları olduğunu ama şimdi bunları açıklamak için de erken olduğunu belirtiyor. Paris’te, Avusturya’da, İsviçre’de Yılmaz Güney’in ölüm yıldönümünde büyük toplantılar yapılacağını, paneller düzenleneceğini, Yılmaz Güney’i seven dostlarıyla, arkadaşlarıyla bir arada olacaklarını söyleyerek sözlerini bitiriyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***