Kraliçe II. Elizabeth, geçtiğimiz Perşembe öğleden sonra 96 yaşında hayatını kaybetti. Geçmişteki diğer hükümdarların yönetim sürelerinden daha uzun süren 70 yıllık saltanatı, ona özgü bir “Elizabeth devri” olarak değerlendirilebilir. Hükümdarlığı süresince siyasi kargaşalar, ekonomik krizler ve ailevi sorunlar yaşayan Kraliçe, bütün bunlara rağmen oldukça sakin ve dayanıklıydı. Hayatı boyunca kamuoyuna yönelik nadiren röportaj veren yahut fikir beyan eden Kraliçe, suskunluğuyla özdeşleşen kendine has bir karakter ortaya koydu.
Başkan Biden yaptığı bir açıklamada, Elizabeth’i “eşsiz bir haysiyet ve sürekliliğe sahip bir devlet insanı” olarak nitelendirdi. Bununla da yetinmeyerek “mirası İngiliz tarihinin sayfalarında ve dünyamızda büyük bir yer kaplayacak”, diye ekledi.
Önümüzdeki günlerde, bu mirasın ayrıntılarına dair bol bol yorum ve analiz göreceğiz. Ancak konuya dair dile getirilecek bir anlatı kaçınılmaz: Elizabeth, 70 yıl önce dünya çapında nam salmış bir imparatorluğun başı olarak tahta çıktı. Ancak Britanya’nın geçmişe nazaran sömürgelerinin artık olmadığı, Avrupa’daki yerinin bir gerilim kaynağı olduğu ve küresel statüsünün azaldığı bir dünyada; bir çeşit belirsizlik ve gerilemenin yaşandığı bir dönem içerisinde hayatını kaybetti.
Financial Times’ta karşılaştığım bir yazı bu hususta ilginç bir gözlem aktarıyordu: “I. Elizabeth ve Victoria gibi İngiliz tarihi içerisindeki birçok kadın hükümdarın saltanat dönemleri, uluslarının büyüme dönemlerine denk gelirken, II. Elizabeth’e düşense dünyadaki pozisyonu değişmekte olan bir ulusun tutunduğu tek dal olmaktı.”
Bu yaşananların hemen hemen hiçbiri kraliçenin kendisinden kaynaklanmıyordu: kendisi büyük oranda sembolik bir figürdü. İçinde bulunduğu pozisyonda, ulusu sanki onun bedeninde tecessüm ediyor gibiydi. Elizabeth’in kendisi de bunu fark etmişti. 1947 yılındaki 21. doğum gününde Güney Afrika’ya yaptığı bir ziyarette şu meşhur sözleri dile getirmişti: “Ömrüm ister kısa ister uzun olsun, hayatım size ve hepimizin parçası olduğu bu büyük imparatorluğun hizmetine adanacak.”
Öte yandan onlarca yıl boyunca verdiği hizmete rağmen, imparatorluk hızla küçülecekti. Bu konuşmadan birkaç ay sonra Britanya’nın en önemli kolonileri olan Hindistan ve yeni kurulan Pakistan sömürge boyunduruğundan kurtuldu ve bağımsızlıklarını ilan ettiler. İngiltere’nin dünya çapındaki imparatorluğunun ihtişamını, Kraliçe Victoria’nın “Hindistan İmparatoriçesi” olarak nitelendirilmesinden anlayabiliriz. Bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca Hint alt kıtasındaki yağmalanan zenginlik, İngiliz ekonomisini çok ciddi düzeyde besledi. Bu durum Britanya’nın küresel çaptaki yükselişini destekleyen ana faktörlerden biriydi. Hindistan’da yağmalama sonucunda elde edilen mücevherler, Elizabeth’in annesininki de dahil olmak üzere İngiliz hükümdarlarının taçlarında kullanıldı.
Ancak buna rağmen 1952 yılında Britanya, 70’den fazla denizaşırı toprağa sahipti. Bugün gelinen noktada bunlardan geriye sadece 14’ü kaldı. Elizabeth’in yönetimi altında imparatorlukta birçok değişim yaşanmakla beraber, bundan nasibini bir bütün olarak Birleşik Krallık da aldı. Birleşik Krallık, kurucu ana ulusları olan Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’ya siyasal güç devretti. Brexit süreciyle başlayan ateşli siyaset de son ikisinin ayrılma olasılığını geçmişe nazaran arttırmış gibi gözüküyor.
Elizabeth, İkinci Dünya Savaşı sonrası ve 1960’lar boyunca imparatorluğu korumak için atılan adımların tüm ayrıntılarına muhtemelen vakıf değildi. Bu adımlar arasında, sömürgecilik karşıtı Mau Mau hareketini bitirme amacıyla başlatılan operasyonlarda on binlerce insanın karşı ayaklanmalar çıkardıkları gerekçesiyle sömürge yetkilileri (colonial authorities) tarafından gözaltına alınması ve işkence görmesi vardı. Bazı heykellerin kamusal alandan kaldırılması, Britanya imparatorluğunu abartılı bir biçimde yücelten okul müfredatlarının gözden geçirilmesi ve sömürge politikaları neticesinde canları yanan bazı kurbanlara tazminat ödenmesi gibi adımlar atılarak Britanya, tarihteki hatalarıyla gecikmeli de olsa yüzleşti.
Elizabeth kendisini, bugün geldiğimiz noktada 56 bağımsız ülkeden oluşan bir blok olan Commonwealth’in temsilcisi rolünde gördü. Ancak Commonwealth’in tarihi düşünüldüğü kadar iyi değildi. Konu hakkında Harvard Üniversitesi’nden tarihçi Maya Jasanoff, “Commonwealth’in kökenleri, bir vesayet biçimi olarak İngiliz yönetiminin ırkçı ve paternalist anlayışından ayrı olarak okunamaz” diye belirtiyor.
Dahası Jasanoff şunu da ekliyor: “1949’da yeni bağımsız Asya cumhuriyetlerini içinde barındıracak şekilde yeniden yapılandırılan Commonwealth, imparatorluğun devamını sağlamak ve Britanya’nın uluslararası gücünü korumak için sadece bir araç işlevi görmekteydi.”
Commonwealth ile Kraliçe arasında bir alaka olsa da, bu oldukça sınırlıdır. Birçok açıdan Commonwealth’in üye ülkeleri İngiltere’nin bağlı olduğu siyasi değerleri veya ekonomik çıkarları paylaşmaz. Aynı şekilde bu ülkelerin büyük çoğunluğu da İngiltere’ye bir çeşit lider ülke gözüyle bakmamakta.
Elizabeth’in saltanatının son yıllarında yaşanan en dikkate değer şey, Karayip ülkeleri arasındaki siyasi hareketlerdi. Bu siyasi hareketler temel olarak Kraliçe’yi resmi olarak tanımak istemiyorlardı ve aynı zamanda sömürge dönemi içerisinde gerçekleşen acılardan ötürü de tazminat talep ediyorlardı. Barbados geçen Kasım ayında resmen bir cumhuriyet haline gelerek buna öncülük etti. İngiliz monarşisine düşense bu olayı soğukkanlılıkla ve alçakgönüllülükle kabul etmekti ki, öyle de oldu.
Barbados’un bağımsızlığının kutlandığı bir törende Prens Charles, “Geçmişimizin en karanlık günleri ve tarihimizi sonsuza değin lekeleyen kölelik vahşeti göz önüne alındığında, bu adanın insanları kendi yollarını olağanüstü bir metanetle çizdi” dedi ve “özgürlük, adalet ve kendi kaderini tayin etme hakkınız kılavuzunuz olsun” diye ekledi.
Yeni kralın ne tür bir rol oynamak isteyebileceğini söylemek için henüz çok erken. Jasanoff, İngiliz monarşisine, törenlerde hâlâ var olan “emperyal mitleri” ortadan kaldırma çağrısında bulundu. Gazeteci Tina Brown ise “Kraliçe Elizabeth’in hayatı boyunca sunduğu hizmetleri takdir ediyorken aynı zamanda monarşinin de geçmişin bir kalıntısı olmak dışında bir anlam ifade etmeyen taraflarını artık tarihe gömmeliyiz” dedi.
Kaynak: https://www.washingtonpost.com/world/2022/09/08/queen-elizabeth-empire-death-imperial/
Çeviri: Hasan Ayer
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***