Genel seçime bir yıldan az bir süre kala siyasal partilerde 3 milyondan fazla seçmenin var olduğu yurt dışına yönelik bir hareketlilik başladı… İktidarda bulunan AKP ve onun destekçisi MHP ile muhalefetteki HDP, CHP ve Saadet Partisi Brüksel’de ve bazı Avrupa metropollerinde esasen yıllardır örgütlüydü… Millet İttifak’ının ikinci büyük partisi İYİP de geçtiğimiz yılbaşında Belçika Dış Temsilciliği’ni açmış bulunuyor.
Siyasal partilerin seçim hazırlıklarıyla ilgili en yeni gelişme, CHP’nin geçtiğimiz hafta yurt dışındaki 43 parti örgütü temsilcilerinin katılımıyla üç gün süren Yurt Dışı Örgütlenme Çalıştayı’nı gerçekleştirmesi oldu.
CHP’nin yurt dışı örgütlenme girişimi, ilk kez bundan 44 yıl önce, Başbakan Bülent Ecevit’in, NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin desteğini almak üzere kalabalık bir delegasyon ve gazeteci grubuyla geldiği Brüksel’de, 27 Mayıs 1978’de Heysel’deki büyük bir salonda Türkiyeli işçilere hitaben konuşmasının ardından başlamıştı. Ancak siyasal partilerin yurt dışı örgütlenmesi yasak olduğu için, resmen CHP adı altında bir örgütü kurulmamış, Ecevit sempatizanı bazı göçmenlere kişi olarak partiyi temsil etme yetkisi verilmişti.
O yasak nedeniyle biz de Türkiye İşçi Partisi’nin Avrupa örgütlenmesini önce kişisel ilişkiler düzeyinde başlatmış, 1979’dan itibaren de Demokrasi İçin Birlik adı altında geliştirmiştik.
CHP’nin kendi adı altında resmen örgütlenmesi ancak 2012 yılında yurt dışındaki vatandaşlara Türkiye seçimlerinde oy kullanma hakkı tanınmasından sonra başlamış, örneğin CHP Belçika Birliği 15 Nisan 2013’te, Brüksel’de genel başkan yardımcısı Faruk Loğoğlu ve Yurtdışı Örgütlenme Koordinatörü Ali Kılıç’ın da katıldığı bir törende 364 üyenin kaydıyla başlamıştı.
Geçtiğimiz hafta CHP Belçika Birliği de dahil 15 ülkeden 43 birlik temsilcisinin katıldığı ve dört gün süren çalıştayda özellikle yaklaşan cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerine yurt dışından katılımın artırılması ve CHP’ye desteğin sağlanması konuları üzerine yoğunlaşıldığı açıklandı.
CHP Yurt Dışı Örgütlenmeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan‘ın son gün yaptığı açıklamalardan en önemlisi, kuşkusuz, yurt dışındaki vatandaşların TBMM’de temsilinin sağlanması konusundaki öneriydi… Şöyle diyor:
“Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sayısı son seçimde 3 milyon 79 bindi. Yani bugün neredeyse İzmir kadar bir seçim çevresi var. Ama milletvekili sayısına geldiğinizde onlar kendi milletvekillerini seçemiyorlar. Oy veriyorlar, verdikleri oy Türkiye’de 81 vilayete dağılıyor. Konya’da oy kullandığınız zaman, oy pusulasında oradaki milletvekili adaylarının adı da yazıyor. Vatandaş bakıyor, ona göre oy veriyor. Yurt dışında böyle değil. Sadece partilere oy vereceksin. Bağımsız aday yok. O oylar 81 vilayete dağılacak. Niye? Yurt dışını ayrı bir seçim çevresi yapalım. 600 milletvekilinin 15’i yurt dışı seçim çevresinden olsun. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız o adayları görsün. Beğeniyorsa oy versin, beğenmiyorsa vermesin.”
40 yılı aşkın süredir Belçika’da, tüm yabancı kökenlilerin, bu ülkenin vatandaşı olmasalar da, seçme ve seçilme hakkına sahip olması için mücadelede yer almış bir Türkiyeli olarak bu öneriyi olumlu buluyorum. Ancak, yurt dışındaki seçmen sayısı, genel seçmen sayısının yüzde 0,051’ini oluşturduğuna göre, yurt dışından seçilecek milletvekili sayısının da aynı oran uygulanarak 30’a çıkartılması gerekir.
Son seçimlerde yurt dışındaki oyların yüzde 17,31’ini elde etmiş olan HDP’nin de, Meclis gündemine geldiğinde bu öneriyi, yurt dışı milletvekili kontenjanının 30’a çıkartılması koşuluyla destekleyeceğini tahmin ediyorum.
CHP Yurt Dışı Örgütlenme Çalıştayı’nın seçim konuları dışındaki değerlendirmelerini ve önerilerini de büyük bir dikkatle inceledim. Konsolosluk hizmetlerindeki aksamalar, mavi kartlıların özel sorunları, emeklilik hakları, ülkede ihtiyaç duyulan sağlık hizmetlerinin yetersizliği yurt dışındaki seçmenlerden oy bekleyen tüm partilerin hemen her seçimde dile getirdiği kronik sorunlar.
Ancak Tayyip-Devlet ikilisinin emir eri durumundaki Türk hariciyesinin genelde göçmenler, daha özelinde yurt dışındaki siyasal sürgünler konusundaki insanlık dışı uygulamaları konusunda hiçbir açıklama, hiçbir eleştiri, hiçbir düzeltme vaadi yok.
İki hafta önce Artı Gerçek‘te “Tayyip hariciyesinin yeni yalanları…” başlıklı yazımda bu konuda ayrıntılı bilgi vermiştim.
T24 yazarlarından Barçın Yinanç da ertesi gün yayınlanan “Gösterişten tasarruf olmaz: Tabela büyükelçilikler, konu mankeni büyükelçiler“ başlıklı yazısında şu değerli bilgileri verdi:
“Türkiye, 144 Büyükelçilik, 13 Daimi Temsilcilik, 94 Başkonsolosluk, 1 Konsolosluk Ajanlığı ve 1 Ticaret Ofisi olmak üzere toplam 253 misyona sahip. Mısır, İsrail, Suriye gibi bazı başkentlerde büyükelçi bulunmuyor. Bu nedenle büyükelçinin görev yaptığı toplam 138 büyükelçilik ve (AB, BM, OECD gibi) 12 daimi temsilcilik var.
“İlk kez 2003 yılında kariyerdışı büyükelçi atayan AK Parti İktidarı 2009’dan sonra hızını alamadı. 2009’dan bu yana toplam 53 kariyer dışı büyükelçi ataması yaptı. Ayrıca yine bu dönemde aralarında Ahmet Davutoğlu, İbrahim Kalın’ın da bulunduğu beş kişiye de herhangi bir dış atama yapmadan büyükelçi unvanı verildi.
“Bu bilgileri, Kastamonu Üniversitesi’nden iki akademisyenin yaptığı araştırmadan aldım. Son durumla ilgili bilgileri de yine ‘Türk Dışişleri Bürokrasisinde Değişen Normlar: Kariyerdışı Büyükelçi Atamalarının Yasal Arka Planı’ adlı makalelerinden aktarıyorum:
“138 büyükelçiliğin 27’sinde (yaklaşık yüzde 17) kariyerdışı büyükelçiler görev yapmaktadır. (AKP döneminde büyükelçi olarak görev yapmış, ancak şu anda görevde olmayan 26 kariyerdışı büyükelçi ataması daha bulunmaktadır.)
“Ayrıca Türkiye’nin toplam 12 daimi temsilciliğinin dördünde de (yüzde 30) kariyer dışı Daimi Temsilci/Büyükelçi görev yapmaktadır. Özetle, Türkiye Cumhuriyeti’nin aktif 150 Büyükelçi ve Daimi Temsilci/Büyükelçisinin yaklaşık yüzde 20’si kariyer dışı büyükelçidir.’
“Yani Dışişleri Bakanlığı’nın dışından 60’ı aşkın kişi, AKP iktidarı tarafından büyükelçi yapılmış. Kariyerden gelenleri de eklerseniz, ortalık büyükelçiden geçilmiyor. Toplam 250 büyükelçiden 100 kadarı evde oturmuş görev bekliyor.”
Yazımın yayınlanmasından bir hafta sonra da, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 13. Büyükelçiler Konferansı dolayısıyla Ankara’ya getirtilen Türkiye büyükelçilerine Meclis’te verdiği öğle yemeğinde “Köklü ve şerefli bir geleneğin bugünkü temsilcileri olarak sizlerin, yeniden büyük Türkiye iddiasının, iradesinin ve ısrarının yükseltilmesinde ve tahakkukunda aziz milletimizi temsilen yapacaklarınız, daima hayırla anılacak. Kıbrıs, Ermeni iftiraları ve terör örgütlerine karşı yürüttüğümüz mücadele başta olmak üzere Türkiye’nin asli meselelerini uluslararası düzeyde duyurmak ve savunmak hususunda gösterdiğiniz gayret için milletimiz size minnettar” diyerek hariciye ricalini aynı yolda devama teşvik ediyordu.
Bu konferans konusunda da Barçın Yinanç şu değerli bilgileri verdi: “AKP iktidarında iyi başlayıp sonra işlevsizleşen uygulamalardan biri de büyükelçiler konferansıdır. İlk başlarda, büyükelçiler kapalı oturumlarda beyin fırtınası yapıyor, uygulamayı başlatan dönemin dışişleri bakanı da değerlendirmeleri dinliyordu. Ve fakat artık dış politikada da AKP’nin ustalık dönemindeyiz ya, artık büyükelçileri dinlemeye gerek kalmadı. Büyükelçiler konferansı, diplomatların konu mankeni olarak kullanıldığı, cumhurbaşkanının, dışişleri bakanı ve diğer bakanlarla, çeşitli kamu kuruluşlarının başkanlarının birbiri ardına konuştuğu, kamuoyuna dönük bir şova dönüştü.”
CHP ve onun başını çektiği Altılar Koalisyonu seçim sonrası iktidar olduğunda, hariciyeye nasıl bir çekidüzen verecektir?
Gerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açış konuşmasında, gerekse Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan‘ın kapanış konuşmasında, Avrupa Sürgünler Meclisi’nin bir üyesi olarak yıllardır dile getirdiğim konular üzerine de tek kelimeye rastlamadım.
Özellikle de, 12 Mart 1971 darbesinin başlattığı, 12 Eylül 1980 darbesinin yoğunlaştırdığı, son 40 yılda da önce CHP’nin de ortak olduğu koalisyon hükümetleri döneminde, 20 yıldan beri de AKP-MHP islamo-faşist diktası döneminde vahim hale gelen siyasal sürgün konusunda hiçbir açıklama yok.
CHP’nin başını çektiği, beş sağcı partinin mutlak çoğunluğu oluşturduğu 6’lar İttifakı’ndan da bugüne kadar bu konuda bir şey duymadık.
Mütedeyyin ve aşırı milliyetçi çevrelerle helalleşerek güç kazanmaya çalışan CHP, 9 yıl önce kurulup şimdiye kadar katıldığı üç genel seçimde büyük bir performans gösteren, son iki seçimden de TBMM’nin üçüncü büyük partisi olarak çıkmayı başaran, son yerel seçimlerde CHP adaylarını destekleyerek AKP’nin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Batı metropollerinde hezimete uğramasını sağlayan HDP’nin çağrılarına kulak vermelidir.
Evet, cumhuriyetin demokratikleştirilmesi için belirlenecek öncelikli hedefler arasında siyasal sürgünün sorunlarının kesin çözüme bağlanması mutlak surette yer almalıdır.
HDP’nin yapmış olduğu “bütün kimliklerin ve farklılıkların özgürce, bir arada, eşit ve ortak bir şekilde yaşadıkları demokratik bir cumhuriyet” çağrısına, kendisine “demokratım” diyen, islamo-faşist diktayı devirme iddiasındaki her parti gibi CHP de şimdiden sahip çıkmalıdır.
Ancak bu gerçekleştiği takdirdedir ki, Türkiye’de olduğu gibi göç alan ülkelerde de Türk ırkının ve İslamın yüceliğine koşullandırılanların Türkiye’nin diğer halklarının, yani Asurilerin, Ermenilerin, Ezidilerin, Greklerin ve Kürtlerin kültürlerine mesafeli, hattâ düşmanca davranmaları son bulacak, göçmenliğimizin Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek, Kürt ve Türk tüm bireyleri bulundukları ülkelerde haince saldırıların acısını yaşamadan kardeşçe yaşayacaktır.
Demokratik Cumhuriyet iktidarının en önde gelen görevlerinden biri, yurt dışındaki 7,6 milyon Türkiyeli göçmenin islamo-faşist koşullandırmalardan kurtarılması olmalıdır.
Bir diğer ivedi görevi de, siyasal sürgünler üzerindeki tüm baskılara, hayatlarına kasdetmeye kadar varan tehditlere, rengarenk arama bültenlerine son vermek, tıpkı 1974’te Yunanistan’da faşist cuntanın devrilmesinden sonra yapıldığı gibi, tüm siyasal sürgünlere vatandaşlık haklarını eksiksiz tanımak, ülkelerine özgürce dönmelerinin, mesleklerini ve de siyasal çalışmalarını Türkiye’de sürdürmelerinin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaktır.
Bunun için de yıllardır bu konularda mücadele yürüten Avrupa Sürgünler Meclisi başta olmak üzere demokratik göçmen örgütleri, Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek ve Kürt diyasporalarını temsil eden kuruluşlar, başta CHP olmak üzere, yarının iktidarını oluşturmaya aday partiler tarafından muhatap alınmalıdır.
Tekrarlıyorum, Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi isteniyorsa, sandığa onların iradesi de mutlaka yansımalı, sürgün tarihe gömülmelidir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***