“Hayatın, zorlukların üstesinden gelmek, bir seviyeden diğerine ulaşmak, yeni dilekler dileyip bunların gerçekleştiğini görmenin ötesinde verdiği bir haz yoktur. Büyük ya da takdire değer bir girişimde bulunan kişinin dayanma gücüne, önce umudu, sonra da neşesi destek verir.”
Samuel Johnson
Bu haftaki yazımda, iktidarın ve sağ siyasetin son zamanlarda çok fazla dillendirdiği “Aynı gemideyiz’’ sözüne dair kendi yorumumu sizlere aktarmak istiyorum. En başta söylemek gerekir, geminin her kamarası ne yazık ki aynı rotaya işaret etmiyor.
Bu yaklaşım için özellikle sol siyasetin içinde olan birçok dostum gibi “Bizler aynı gemide değiliz!” demeyi doğru bulmuyorum. Bana göre maalesef aynı gemideyiz. Halklar, İnançlar ve çeşitli kesimler olarak ne yazık ki farklı sınıflara ayrıştırılmış durumdayız. Ayrılıştırılmış kesimler olarak da geminin rotasından dahi haberimiz yok. O rota sadece bizler için geminin içinde yaşanan zulüm anlamına gelmiyor, sefer bittiğinde varılan yerin hiç hayırlı bir yer olmayacağı anlamına geliyor aynı zamanda. Fırtına iyice kuvvetleniyor!
İktidar diliyle ülkeyi bir yolcu gemisine benzetmek aslında içinde çok tehlikeli bir öngörüyü barındırıyor. Ülke sürekli bir yere sürüklenen bir gemi olmadığı gibi bizler de yarın bir limanda inecek yolcular değiliz. Algı bu ise zorluklar için bazı limanlara göç etmek zorunda bırakılanların yine filikalarla gemiye göç ettikleri yerden tekrar bineceğini hatırlatmak gerekir. Gemide olan bizler de aslında geminin gerçek sahibi olduğumuzun bilincindeyiz.
Geminin dümeninde bulunan iktidarın oluşturduğu elit kadroların bizlerin geleceğini fırtına istikametine tam gaz yönlendirdiğini görüyoruz.
Ekonomide Kur Korumalı Mevduat perspektifi ülkede parası olanın fakiri sömürmesinin bir yandan özeti niteliğinde. Ülke ekonomisine 60,5 milyar lira yük getirdiği vurgulanıyor. Bu meblağın kazananları ve kaybedenleri arasında gemideki sınıf farkı ortaya çıkıyor.
Geçen günlerde Ermeni bir arkadaşımız BERK ACAR Cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak Denizli’nin Babadağ ilçesine kaymakam olarak atandı. Bu ülkenin yerli halkından bir bireyin yıllar sonra bir kaymakam olması bile zaten gemideki mevki farkını Ermeni olma versiyonuyla gözler önüne sermiş oluyor. Diasporaya mülteci olarak giden bir Türkiyeli gittiği ülke vatandaşlığına geçtikten sonra her mevkiye gelebilirken, buranın yerli halkından bir bireyin yıllar sonra küçük bir ilçeye kaymakam olmasının önemli bir gelişme olarak yansıtılması aslında birçok şeyin özeti niteliğinde. Üstüne üstlük bu durum medyada duyulduktan sonra yorumlardaki nefret söylemleri işin vahametini gösteriyor.
Yıllardır Azınlık Vakıflarının seçim yapmasına izin verilmiyor. Ülkedeki sayımız da ortadayken bizlere dayatılan bu yeni Azınlık Vakıfları Seçim Yönetmeliği geminin rotasının bize ne gibi başka sorunlar doğuracağının da bir yanıyla göstergesi.
Ülkede kendi kimlikleriyle yaşamak için asimilasyonu reddeden insanlar sizce geminin hangi sınıfında seyahat ediyor? Hepimiz biliyoruz ki bu insanlar ana dilde eğitim alınmasını dahi istemeyen bir politikanın mağdurları. Ülkenin mozaiği yeri gelindiğinde çok konuşulur. Fakat mozaikte renkler bellidir. Farklı renklerin birbiriyle yan yana gelmesi bir güzellik oluşturur. Ne yazık ki o mozaik olma hali hiçbir zaman bu gemide oluşmadı.
Kadın olmak bu gemide hangi mevkide görülüyor? Kadınlar için olmazsa olmaz olan İstanbul Sözleşmesi’ndeki haklar ellerinden alındı. Çıkılan rotada gemide kadınlar ölüyor…
Barış savunucusu muhalifler bu geminin zindanlarına atıldı. Zindanlarda geminin el birliği ile doğru bir şekilde yol alması için düşüncelerini yazdılar, çizdiler ve söylediler. Onlara kulak vermek yerine susturmak için zindanlara atıldılar.
Ekoloji savunucuları her gün dayak yiyor. 20 yıllık iktidarın övündüğü betonlaşma zarar vermeye başladı. Ülkenin ekolojik dengesi değişti. Ağaçlarımız yanarken, hayvan dostlarımız ölürken, yangınları söndürecek doğru dürüst bir uçak filomuz dahi oluşturulamadı. Gemi yanıyor!
Özellikle Covid dönemindeki çabalarıyla tarifsiz bir saygıyı hak eden doktor dostlarımız için geminin dümenindeki elitlerin neler dediğini biliyoruz. Ülkeden göç etmek zorunda kalıyorlar ve sağlık sistemimiz ŞEHİR HASTANESİ garabetiyle de her gün biraz daha çöküyor. Sağlığın özelleştirilmesiyle geminin mayın tarlasına doğru yine tam gaz yol aldığını görüyoruz.
Ülkenin adalet sistemi Anayasa’ya aykırı bir şekilde uluslararası imzalar bile görmezden gelinerek sürdürülüyor. AHİM kararları umursanmıyor ve bunun getireceği yük gemi dümeninde lüks kamaralarda yaşayanlar tarafından önemsenmiyor.
Gemide en büyük acıyı çeken ise anneler. Yüz yıldır kan durmuyor. Akan kanın durması için çaba verenler dövülüyor. Çocuklarının kemiklerini bulmak isteyen annelerin ellerinden Cumartesi günü Beyoğlu’nda yaptıkları sessiz basın açıklaması hakkı bile alındı. Bu kararlar neden alındı?
Geminin en dibinde işçi ve emekçiler var. Her gün yaşamak için hayatını tehlikeye atan emekçiler su alan geminin belki de en dibindeler. Boğulmamak için hayatlarını tehlikeye atarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu insanlar su alan geminin batmamasını sağlayan insanlar.
Geçen senelerde Netflix’de ‘Snowpiercer’(Kar Küreyici) dizisini izlemiştim. Dizide dünya iklim krizine girdiği için bir tren inşa ediliyor. Binenler arasında sınıflar oluşturuluyor. Treni yönetenler yaşamı için emek sarf edenler içinde lüks hayatlarını sürdürüyor. Diğer yandan eğer bizler olmasak insanlık ölür mesajı vererek bir nevi köleler oluşturuyor. Bu mesaj uzunca bir süre toplumun genelinde karşılık buluyor. Buna karşı ses verenler ise hep ceza çekiyor ve dışlanıyor. İşler bozulunca bu az olan seslerin doğruluğu ve haklılığı anlaşılıyor ama o güne kadar ortak yaşam yerine elit yaşamı kuranlar kolluk kuvvetleriyle isyan edenleri bastırıyor.
Fakat nihayetinde kolluk kuvvetlerinin de ezilen kesimlerin aslında bir parçası olduğunu fark etmesinin etkisiyle halk demokrasiyi kendi iç dinamizminde kuruyor. Dizi güneşin dünyaya hâkim olması ve esas olanın doğada ortak yaşamı kurmak olduğu ile neticeleniyor. Bunu da sağlayacak olan aslında elitler değil, ortak paydada buluşmak.
Bizler bu dizi gibi elbet güneşli günlere ulaşacağız. Fakat bunu elimizdeki imkânları ve güzellikleri daha fazla tüketmeden yapmalıyız.
Gerçekten aynı gemideyiz ama dümen doğru rotada değil. Rotayı düzeltecekler de başkaları değil, tam da bizleriz.
Sevgili Vekilimiz GARO PALYAN’ın mesleği hukuk üzerine olan bir avukat tarafından tehdit edildiğini öğrendik. Yıllarca halkların bir birlerinden uzak tutulması için çabalayanlar, sevgili Palyan’ın bu coğrafya için verdiği mücadeleden rahatsız. Garo’nun bu tehditlerden dolayı geri hamle atmayacağını biliyorum. Birlikte çalıştığım ve aynı ortamlarda siyaset yaptığım Garo Palyan yalnız değildir. Garo arkadaşımız sadece bir Ermeni değil, aynı zamanda kendisini halklar arasındaki köprünün oluşturulmasına adamış bir siyasetçidir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***