“Kara para aklama”, “rüşvet” ve “dolandırıcılık” iddialarıyla tutuklandığı Avusturya tarafından ABD’ye teslim edilen SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Baran korkmaz, bu ülkede 225 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor. Avukat Figen Çalıkuşu, bugünkü köşe yazısında Korkmaz’ın yurtdışına çıkış sürecinde yaşananları irdeleyen bir yazı kaleme aldı.
Korkmaz hakkındaki “kuvvetli şüpheye” rağmen malları üzerindeki el koyma kararının dönemin İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan ve Başsavcıvekili Hasan Yılmaz’ın isteğiyle kaldırıldığını hatırlatan Çalıkuşu, KHK’larla el konuşan şirketler için “kuvvetli şüphe” şartının aranmadan “irtibat ve iltisak”ın yeterli görüldüğünü söyledi. Çalıkuşu, “SBK’nın mallarına el koymak için yasanın emri olan “kuvvetli şüphe”nin varlığı bile yetmezken, sadece “irtibat, iltisak” lafı yüzlerce şirkete ve milyonlarca liralık sermayeye el koymak için yeterli oldu” diye yazdı.
Figen Çalıkuşu’nun “SBK’ya kuvvetli şüphe bile yok, KHK’lıya iltisak var…” başlıklı yazısı, şöyle:
MALA ÇÖKMENİN HUKUKİ KARŞILIĞI: YAĞMA
Bir “mala çökmedir” gidiyor…
Mala çökmenin hukuki karşılığı “yağma” eylemine denk gelir, özetle başkasına ait bir malın cebir veya tehdit kullanılarak alınmasıdır.
Konunun en güncel ve laboratuvar kişisi Sezgin Baran Korkmaz (SBK).
Zor durumda olan şirketleri satın alan “hayırsever” Sezgin Baran Korkmaz, Saygı Öztürk’ün yazısından öğrendiğimize göre rüşvet verdiği kişileri kayıt altına almış.
Hayırsever para babası SBK, zor durumda şirketlere yatırım yaparken “neden rüşvet vermiş, neden kayıt altına almış”, henüz bilmiyoruz…
Ama onunla ilgili bildiklerimiz var… Çünkü Türkiye’de ittire kaktıra başlatılan bir soruşturma ve açılan bir dava bulunuyor. Davanın konusu “kara para aklama suçu” …
Kara parasını aklamış ya da aklamamış göreceğiz.
Ancak bu SBK dosyası bir skandallar serisi…
Görünürde bu ülkenin yasaları var… Bu yasalardan biri de Ceza Muhakemesi Yasası… 128.madde… Der ki “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde” şüpheliye ait mallara el konur.
Gerekli koşul “kuvvetli şüphenin” bulunmasıdır. El koyma tedbiri de aynı tutuklama gibi bir tedbirdir. Bunlara hâkim karar verir.
El konulan bir şirket ise hâkim kayyım atanmasına da karar verecektir.
Kuvvetli şüphe nedir?
“Kişinin suç işlemiş olduğu konusunda objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli bilgilerin varlığı durumudur”.
ABD’NİN 225 YIL İSTEDİĞİ KORKMAZ’A TÜRKİYE’DE NASIL YOL VERİLDİ?
SBK’nın “kara para aklama” suçunu işlediğine ve milyonlarca dolarlık mal varlığının bu kara para aklama suçundan elde edildiğine dair “kuvvetli şüphe” var mıdır?
Yoktur diyecek kimse olduğunu sanmıyorum.
SBK, Türkiye’de iken işte bu sebeple “bir an” hakkında yurt dışı çıkış yasağı konuldu ve mallarına el konuldu.
Ama o “bir an” geçer geçmez, şimdi “ABD’deki savcıların” hakkında 225 yıl istediği Sezgin Baran Korkmaz için “Türkiye’deki savcılar” yurt dışı çıkış yasağının ve mal varlığı üzerindeki el koyma kararının kaldırılmasını istedi.
İRFAN FİDAN VE HASNA YILMAZ DETAYI
Bunu isteyen savcılarımızdan biri eski İstanbul Başsavcısı olan, şimdi ise Anayasa Mahkemesi üyeliğine yükselen İrfan Fidan, diğeri de başsavcı vekili iken Adalet Bakan yardımcısı ve HSK üyesi yapılan Hasan Yılmaz.
Savcıların isteklerini 7. Sulh Ceza Hâkimi Yasin Karaca kabul etti ve böylelikle hem SBK hem de malları serbest kaldı.
“Ceza Muhakemesi Kanuna” ve “kuvvetli suç şüphesinin” varlığına karşın, SBK da, malları da kuş olup uçarken, Türkiye’nin 900 şirketi için ise farklı bir usuller benimsendi.
Sezgin Baran Korkmaz’a farklı hukuk, KHK’lılara farklı hukuk…
15 Temmuz sonrası, 20 Temmuz OHAL sisteminde KHK’lar ile el konulan şirketlerden söz ediyorum.
KHK’LILARIN MALLARINA EL KOYMAK İÇİN “İRİTBAT VE İLTİSAK” YETERLİ GÖRÜLDÜ
1 Eylül 2016 tarihinde KHK’lar ile başlayan süreçte, malvarlığına ve şirketlere el konulması için aranan “kuvvetli şüphe” değildi… “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatının” bulunduğu iddiası yeterli idi.
El konulan şirketler TMSF’ye devrediliyor, kayyımlar atanıyordu. Ama bu kayyımlar, uygulanması gereken CMK 128.maddedeki hâkimin atayacağı kayyımlar değildi. Artık hukuk ve yasa devre dışı bırakılıyordu.
Bu kayyımları TMSF’nin ilgili bakanı atayacaktı. Bu yönde mal sahiplerinin açtığı davalarda “yürütmeyi durdurma kararı” da verilemeyecekti.
Peki el konulan şirketlerin sahipleri beraat ederse ne olacaktı?
Geride bir şey kalmış ise belki malvarlığını geri alabilecekti.
Belki diyorum çünkü beraat kararı idari organlarımızı bağlamıyor. “Beraat de neymiş, iltisak var kardeşim” demeleri yeterli.
‘İLTİSAKIN HUKUKİ KARŞILIĞI YOK’
“İltisak”ın hukuksal bir karşılığı yok ama 15 Temmuz yargısında “iltisak” beraati keser…
Kayyımları ve şirketi yöneten tek yetkili kişi olan bakan dilerse şirketi satar, dilerse başka şirket ile birleştirir, dilerse tasfiye sürecine sokar…. Bakan ne derse o…
Sonuçta böyle el koymalar ile 84 milyar liralık aktif büyüklüğe sahip bir TMSF Holding A.Ş’miz oldu.
Hukuk kırımı yoluyla tam bir servet transferi…
SBK’nın mallarına el koymak için yasanın emri olan “kuvvetli şüphe”nin varlığı bile yetmezken, sadece “irtibat, iltisak” lafı yüzlerce şirkete ve milyonlarca liralık sermayeye el koymak için yeterli oldu.
“Adamına göre muamele” derken, şimdi “adamına göre yasa ve savcı” zamanlarından geçiyoruz.
Yapanın yanına kar kalır mı derseniz, cevabım “hiç sanmam” olacaktır.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***