YORUM | VEYSEL AYHAN
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya”
Gülten Akın
Bir arkadaş sitem etmiş: “Sevgi’nin zamanı mı şimdi. Görmüyor musun kan ter içinde mücadele ediyoruz!”
Oysa “sevgi”nin ana ekseni olmadığı bir mücadelenin zaten kazanma şansı olmaz. O nedenle sevgi çağrısı yadırgansa da tebessüm edip geçmek lazım.
“Adamın biri, Mevlânâ hazretlerine öfkeyle gelir: Sen Hristiyanlara bile kucak açıyorsun, Yahudilerle bir araya geliyorsun; günah işleyenlere dahi ‘gel’ diyorsun, sarhoşa el uzatıyorsun… Böyle yapmakla İslam’ın onurunu iki paralık ediyor, dinin izzetine dokunuyorsun. Sen zındıkın tekisin, seni Cehennem bile kabul etmez!..’ diyerek bir düzine hakarette bulunur. Hazreti Mevlânâ ona sadece ‘Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!’ demekle iktifa eder.” (Bamteli)
Hizmet Hareketi, bağrını tüm insanlara açmadığı sürece dünyaya barış mesajı ulaştıramaz. Bu sebeple de elimize kontrol kalemi alıp tek tek kalbimizi kontrol etmeliyiz: İnsanları ne kadar seviyoruz? Sevgimiz kendimizle mi veya sadece ailemizle mi sınırlı?
Bir çiçeği okşamak, bir kediyi sevmek, bir uğur böceğine muhabbetle bakmak hayat rutinim mi? Yoksa bunlar bizim için “börtü böcek” mi?
İnsan, hayvan, bitki… yeryüzünde ve gökyüzünde her ne var ise beni Yaratan’ın yarattığı birer sanat eseri ve hepsini benim yaratılış “kardeşim” olarak görüyor muyum?
Onlara karşı bir sıcaklık hissediyor muyum?
Bunlar önemli göstergeler.
Şöyle de test edebiliriz.
Mesela ben şöyle bir insan isem kalbim insanlara karşı sevgi doludur:
Dini, dili, ırkı ne olursa olsun çevremdeki insanlara veya aynı apartmanda komşularıma dua ediyor muyum?
Normal hayatta verdiğim selamlar haricinde uzaktan gördüğümde karşı evde oturan Fatma Teyzeye, çimleri biçen David Amcaya sevgiyle bakıp gıyaben dua ediyor muyum?
Yolda, otobüste, markette bebek, çocuk, genç… gördüğümde dudaklarım kıpırdıyor mu? Dilimden, kalbimden onların iyilik ve güzelliğe ulaşmaları için iyi dilekler mırıldanıyor muyum?
“Allah’ım bu bebeği/çocuğu/genci… muhafaza et, rızanı kazanmaya yönelt. Maddi ve manevi kötülüklerden koru!” benzeri dualar diyor muyum?
Ben böyleysem ve bu davranışlar tabiatıma yerleşmiş ise ne kadar sevinsem azdır.
Hatta kendimi dünyanın en zengin insanı saysam yeridir. Çünkü bu tabiatımla sürekli artan bir dua ve sevgi hazinesinin sahibi olmuş olurum.
Henüz o seviyede değil isem bunların eksikliğini bir dert haline getirmem lazım.
Ne yapıp edip bu refleksi kazanmalıyım.
‘SENİ SEVİYORUM’
Önceki yazı şöyle bağlanmıştı: “Her insan için en hayati konu ‘sevgi’sizlik boşluğunu gidermek olmalı. Her gece telaş ve panikle seccademe koşmalıyım. ‘Allah’ım benimle çalışan ‘şu, şu, şu…” isimleri ‘Rıza’na yönelt, problemlerini gider ve onları bana sevdir.’, “Rabb’im herhalde kalbimdeki bir hastalıktan dolayı şu ve şu arkadaşı sevmiyorum. Ne olur kalbi marazlarımı gidererek o arkadaşları da bana sevdir.”
Buna ayrıca tüm yakınlarımın, çalışma arkadaşlarımın isimlerini anarak dua etmeyi de ekleyebilirim. Gıyabi dua karşılıklı sevginin oluşması için çok önemli bir faktördür. Ve melekler duayı yapana aynıyla karşılık verir.
Meleklerin dua ettiği bir insan olmayı kim istemez!
Peki sevdiğim insanlarla ilgili bir sorumluluğum var mı?
Sevdiğim insana dua etmeliyim ama sorumluluğum bitmiyor.
“Seni seviyorum.” kullanımı batıda çok yaygın. Ama bizim kültürde yok. Güzel kelimeler bizim coğrafyada dile dökülmez. Fiili olarak göstermekle iktifa edilir. Bunu karakterimize nasıl kazandırırız bilemem.
Bir hadis-i şerif var. Allah Rasulü (sav) bir sahabi ile otururken yanlarından birisi geçer. Sahabi Allah Rasulü’ne: “Ben şu geçeni seviyorum,” der. Efendimiz (sav) “Pekiyi kendisine haber verdin mi?” karşılığını verir. Hayır cevabını alınca da şöyle söyler: “Ona da haber ver!” Sahabi gidenin arkasından koşup bunu ona söyler.
Eğer insanları seviyorsak bunu karşı tarafa iletmek sevgiyi karşılıklı olarak artıracak bir faktördür. “Sevdiğini söyleme” refleksini tabiatımızı zorlayarak kazanmaya çalışmak çok önemli bir sünneti ihya etmek olur.
SEVMEDİKLERİM
Ya kızıp sevmediklerim…
Mesela çevremdeki insanlardan üçüne öfkeliyim. Onlara kızıyorum, onları sevmiyorum. O zaman, “Benim kalp damarlarımı tıkayan üç plak var” diye düşünmeliyim. Bunlardan kurtulmadıkça selim bir kalp kazanamam.
Kızgınlığımda haklı veya haksız olabilirim. Bu durum bendeki bir problemden kaynaklanabilir. Yani gözlüğüm siyah olduğu için onları kötü görüyor ve bu nedenle de sevmiyor olabilirim. Veya bu üç kişi gerçekten kötü hasletler taşıyan birileridir. Kızmakta haklı olabilirim.
Bu durumda benim için en hayati mesele kalbimdeki bu iki tıkacı söküp atmak olmalı.
Onlara -bence var olan- kötü vasıflarından kurtulmaları için ve sonra da onları sevmem için gıyaben dua etmeye başlamam lazım.
Dua dışında fiili olarak neler yapabilirim?
– Onların her birini ailece veya yalnız yemeğe, kahvaltıya veya bir programa davet edebilirim.
– Bir vesile icat edip onlara küçük de olsa hediye verebilirim. (Bkz: Onuruyla yaşayan iki kahraman)
Doğum günü, anneler günü, babalar günü veya bir başka vesile ile…
Eğer bunlar yabancı ise onların önemli ve kutsal günlerinde hediyeler verebilirim.
Hediyeleşme hadislerin işaret ettiği önemli bir yol:
“Hediyeleşin. Çünkü hediye, gönülden kini söküp atar…” (Tirmizî, Velâ, 6)
“Hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 16)
Bu niyetle verilen hediyenin benim paramı eksilmeyeceği, Allah’ın onu tazmin edeceği de ayrı bir konu.
CEHENNEM BEKÇİLİĞİ
Sevgisizlikten daha büyük bir mahrumiyet yoktur. Peki ben sevgi insanı olacağım ama karşımda canavarca zulmeden sefil bir kitle var. Onlara tavrım ne olacak?
Her yaptıkları zulüm ile taş taş kendi cehennemlerini inşa eden zavallılara kızıp öfkelenmek tabii ki hakkım. Ama onlara acımak ve zayıf da olsa tekrar insan olabilecekleri ümidini göz ardı etmemek Peygamberimizden (sav) gördüğümüz muhteşem bir ahlak örneği.
Peygamberî ahlakta şunlar yok:
Kaşlar çatık, öfkeyle oturup öfkeyle kalkmak, abus bir cehre ile dolaşmak, linç edecek insan aramak. Cehennemden kafasını çıkarmak isteyenin başına kürekle vurmak…
Yani eskiden kötü davranıp sonra iyi bir davranışta bulunan birini gördüğünde azarlamak: “Sus yalancı, sen nasıl böyle güzel şeyler dersin, sen vaktiyle şunları şunları demiş adamsın. Lanet olsun, git cehennemine!”
Veya “Niye bu güzel sözleri daha önce söylemedin de şimdi söyledin!” diye linç etmek.
İnsanların geçmişini bilip dikkatli davranmak, ihtiyatlı adım atmak başka bir mesele, her iyi sözü eski sicille dövmek ayrı mesele…
Bu reflekse “cehennem bekçiliği” de diyebiliriz. İnsanları yaptıkları yanlışlarla veya cinayetlerle daha ölmeden cehenneme mahkûm etmek. Olur da iyi bir söz ederse veya kazara mağdurları savunursa bundan rahatsız olmak.
Akaid kitaplarında “Yezid’e lanet etmek caiz midir?” bahsi var. “Ölmeden önce ne biliyorsunuz Yezid’in tevbe etmediğini” diyenler vardır ki bence daha temkinli bir bakış açısıdır.
Peygamberimizin(sav) şahsında bize yapılan önemli bir ikaz var:
“(Allah’ın) Onların tevbelerini kabul etmesi veya zalim olduklarından dolayı azablandırması işinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur.” (Âl-i İmrân: 128)
Bizim Allah adına cennet-cehennem için kavşak memurluğu gibi bir görevimiz yok.
DIŞKIYA BASMAK
Sosyal medyada “Yalvarırım bana muhatap olun!” diye yırtınan çirkef bir zümre var.
Siz yolda bir hayvan dışkısı görseniz üstüne basar mısınız?
Basmaz hatta yolun karşısına geçersiniz.
Çok güzel bir Kızılderili sözü var: “Sakın domuzla güreş tutma! Her ikiniz de çamur içinde kalırsınız ve domuz bundan hoşlanır.”
“Domuz”lara muhatap olmak onları mutlu eder. Sevinçten deliye döner, kendi tribünlerinden alkış alırlar. Görmezden gelmek yokluğa mahkûm etmek ise onları çıldırtır. Bırakalım çatlayıncaya kadar kendi çukurlarında debelenip dursunlar.
Ayrıca öfke ve kızgınlık ruhun enerjisini sıfırlar. Öfkeli insan iki tuğlayı üst üste koymaz. Bildiğim çok kaliteli “mühendis”ler var. Gökdelenler inşa edebilecekken ite köpeğe taş atmaktan taş üstüne taş koyamıyor, kulübe bile inşa etmeye vakitleri olmuyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***